ABD İsrail’in katliamını alkışlarken Çin Filistin’i birleştiriyor

ABD Kongresi 23 Temmuz 2023 tarihli oturumuyla insanlık ve demokrasi tarihinde bir utanç sayfası açtı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu 4’üncü defa onur konuğu olarak çağrıldığı ABD Kongresinin Senato ve Temsilciler Meclisi birleşik oturumunda ayakta alkışlandığı  gün 60 noktaya daha saldırı düzenlenen Gazze’de 9 ayda öldürülen Filistinli sayısı 40 bine dayanıyordu.

Amerikan siyaseti iktidarı ve muhalefetiyle İsrail’in öldürdüğü her masum Filistinli cinayetine sadece ortak değil azmettirici haline geliyor.

5 Kasım seçimleri için İsrail lobisinin kampanya bağışlarını gözeten Amerikalı senatör ve milletvekilleri Netanyahu’nun elini sıkıp kendilerini gösterme sırasına girmesinden birkaç saat önceyse dünyanın diğer ucunda hem ABD hem İsrail’in canını sıkacak bir toplantı yapılıyordu.

Çin Dışişleri Bakanı Vang Yi, Hamas’tan El Fetih’e, İslami Cihad’dan FKHC’ye dek 14 Filistinli grubu, ABD ve İsrail tarafından terörist görülmelerine aldırmadan Pekin’de bir araya getirmiş, “Siyonist saldırganlığa” karşı Filistin “ulusal uzlaşısı” için bir de protokol imzalatmıştı.

Çin Orta Doğu’da

Çin’in ev sahipliğinde Filistinli grupların imzaladığı 8 maddelik metnin uygulanıp uygulanamayacağı ayrı konu ama Hamas’ın 2007’de El Fatih’i Gazze’den kanlı bir şekilde çıkarması ardından ilk kez bu düzeyde bir araya geldikleri olgusu var önümüzde.

Filistin uzlaşısı Çin’in Orta Doğu’ya artık sadece ekonomik değil, siyasi ve diplomatik bir güç olarak da girdiğinin son işareti. Ve ABD ile İsrail’i en çok rahatsız edecek olanı. Çünkü bu Filistinli gruplar arasında dolaylı da olsa Mısır, Katar ya da Türkiye’de diyalog sağlamaya benzemiyor: Çin ABD’nin de İsrail’in de erişiminin dışında. Dünyanın ikinci büyük ekonomik ve hatırı sayılır askeri gücüyle, ABD ve İsrail’deki Netanyahu saldırganlığının arkasındaki küresel sermaye gruplarının yönlendirme gücünün de dışında.

Çin’in İsrail-Filistin çatışmasında Filistinden yana daha aktif konuma geçmesinde 30 Mayıs’ta dışişleri bakanları düzeyinde Pekin’de toplanan Çin-Arap Forumu sonuçlarının da payı var.

Çin Dışişleri Bakanı Vang’ın arabuluculuğuyla Suudi Arabistan ve İran da 10 Mart 2023’te Pekin’de yeniden diplomatik ilişki kurmayı kararlaştırmışlardı.

İster misiniz Suriye konusunda da…

Çin, İran-Suudi Arabistan yakınlaşmasını Irak’ın kolaylaştırıcılığında başlayan görüşmelerden devralmıştı.

Irak Başbakanı Şiya es-Sudani’nin Türkiye-Suriye görüşmelerine ev sahipliği yapmak istemesini bu çerçevede ciddiye almakta yarar var. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın barışmalarını en çok Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin istiyor. Ama bu buluşmayı Şi Cinping’in “kolaylaştırması” ihtimali artık vardır; küçük görünse de vardır.

Türkiye-Suriye yakınlaşmasını ABD istemiyor. Türkiye-Suriye barışı İsrail’in çıkarları aleyhinedir. Aslına bakarsanız İran çıkarlarının da aleyhinedir. Bu açıdan baktığınızda Türkiye’nin 2011’de kendisini Suriye iç savaşına taraf haline getirmesi hem İsrail hem İran hem de bu sayede Orta Doğu’ya güçlü şekilde dönen Rusya’nın yararına oldu.

Rusya şimdi Ukrayna’ya uğraşıyor ve Çin o konuda da devrede.

Vang 24 Temmuz’da Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba’yı Guangzu şehrinde ağırladı. Kuleba görüşme sonrası -asıl Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın duymak istediği şeyi söyledi: Rusya’yla görüşmeye hazırlardı.

Çin, ekonomik gücünü diplomasiye tahvil ederek adeta BM’nin yapamadığı “Diplomatik barış gücü” rolü biçiyor kendisine.

Ankara ne yapıyor?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 24 Temmuz’da AK Parti Meclis grubuna hitabında diplomatik başarılarına ağırlık vermesi ilginçti. Ekonomide henüz vaatler dışında bir başarı yoktu ama diplomatik başarılar olarak da kaç uluslararası toplantıda kaç devlet ve hükümet başkanıyla görüştüğüne dair bir video gösterildi.

Ankara’nın 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e saldırısı ardından Gazze’de başlayan kesintisiz katliamın ilk başlarında Vaşington, Londra, Berlin gibi Batılı muhataplarına yaptığı “Siz isİrail’i tutun, ben Hamas’ı tutarım” siyasetinin sonuç getirmediği görüldü. Hamas yönetimi de diplomasisini İsrail’le bir şekilde irtibatı olan Mısır ve Katar üzerinden yürütüyor.

AK Parti hükümetinin geçirdiği dış politika dönüşümünü Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın kademelendirilmiş çıkışları yanı sıra en iyi Milli Güvenlik Kurulu bişldirilerinden okumak mümkün.

25 Temmuz tarihli MGK bildirisinin 4’üncü maddesinde Türkiye ve Suriye halklarının “kadim dostluğu” hatırlanırken, 5’inci maddesinde İsrail, Orta Doğu güvenliğine tehdit olarak saptanmış.

Ankara’nın İsrail, İran ve güvenlik (PKK) odaklı Suriye-Irak siyaseti de dış etken olarak 5 Kasım’daki ABD seçimlerine bağlı.

Batı’nın İsrail siyaseti sürdürülemez

Çin biraz da dünyada 5 Kasım seçimlerine en az aldıran ülkelerden olduğu için diplomaside mesafe alıyor, yeni düşman üretmeden dostlarının sayısını artırıyor.

ABD siyasetinin -sokaktaki tepkiye rağmen- iktidar ve muhalefetiyle ayakta alkışladığı Netanyahu’nun temsil ettiği sağ-Siyonist saldırganlık 23 Temmuz Kongre konuşmasıyla utanç verici bir zirveye ulaşmış görünüyor. Zirveye ulaşan her grafik er geç düşmeye başlar.

İster Kamala Harris isterse Donald Trump kazansın, Beyaz Saray’ın İsrail’deki sağ-Siyonist saldırganlığa verdiği desteğin sınırlarına geliniyor. Avrupa Birliğinin İsrail politikasına ağırlık koyan Almanya, Fransa gibi ülkelerin de seçmen tepkisiyle Filistin’i yok etme amacını gizlemeyen Netanyahu’nun sırtını daha uzun süre sıvazlayamaz.

Rusya kendi derdindeyken Çin bu boşluğu ekonomik gücü ve bölgedeki ihtilaflara -coğrafyası nedeniyle de- tarih boyunca taraf olmamasının getirdiği kaldıraç gücüyle değerlendiriyor.

Türkiye-Çin ilişkilerine “eksen kayması” kalıplarının dışında, biraz da ulusal çıkarlar açısından bakmak gerekiyor.