ABD Kongresi Netanyahu’yu ayakta alkışlayarak aşağı düşerken

EVET, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Gazze’de Hamas’la mücadele adına yürüttüğü katliamlar geçen dokuz ayı aşkın süredir hepimizi insanlığımızdan utandığımız bir muhasebe ile baş başa bırakıyor.

Her gün evlerimizde televizyonların karşısında sivillerin, çocukların ayrım gözetilmeksizin hedef alındıkları bu katliamları çaresizlik içinde seyirci olarak izlemenin, ardından bir sonraki habere geçerek ölümü olağanlaştırmanın suçluluk duygusunu yaşıyoruz.

Dünyayı kavramaya çalışan çocukların aklına -acımasız canlıların yaşadığı lanetli bir gezegende gözlerini açtıkları- düşüncesini sokabileceği için daha da kızabiliriz Netanyahu’ya... Bombaların altında kırılan Filistinli çocukların ise çoğu zaman bunu düşünebilmek gibi bir ayrıcalıkları da yok.

Gazze’de İsrail Ordusu tarafından bütün insanlık ölçüleri ayaklar altına alınarak yürütülmekte olan kıyım karşısında yaşadığımız infiali anlatmak için başvuracağımız kelimeleri çoktan tüketmiş bulunuyoruz. Sözlüklerin sonuna geldik.

*

Netanyahu’nun bütün kötücüllüğü yetmediği gibi, ABD’nin Kongre binasında kendisi için yükselmekte olan alkışlar üzerinden bu cinayetlerin kutsanmakta oluşu, yaşanan utancı daha da derinleştiriyor.

İsrail Başbakanı’nın ABD Kongresi’ni oluşturan Senato ve Temsilciler Meclisi’nin ortak birleşimine hitabı sırasında tanıklık ettiğimiz görüntülerin, Netanyahu’nun konuşmasının sık sık alkışlarla kesilmesinin yol açtığı temel bir mesele var.

Çoğu koltuklarından ayağa kalkarak Netanyahu’yu alkışlayanların o anki coşkulu ruh hali ile kendilerini ibretle izleyen uluslararası toplumun büyük bir kesiminin kızgınlığı arasında bir uçurum beliriyor.

Netanyahu’nun peşine takılıp giden ABD Kongresi, aslında dünyanın vicdanından uzaklaşmakta, hızla bu uçurumdan aşağı doğru yuvarlanmaktadır.

Kongre binasının çatısı altında ABD demokrasisi adına savunulan bütün temel değerleri, ölçüleri tahrip ederek, onları da aşağı çekerek...

*

Önceki gün Kongre binasından yükselen bu alkışlar, aynı zamanda ABD demokrasinin İsrail tarafından rehin alınmışlığının da ibret verici bir görüntüsüydü.

Bir kere Demokrat 

Parti’den Kongre’nin her iki kanadından üyelerin -bazı tahminlere göre neredeyse yarıya yakın bölümünün- oturuma katılmaması önemli olmakla birlikte, yine de toplamı 535’e ulaşan bir topluluğun çoğunluğunun salonda hazır bulunması, aslında bütün bir siyasi sistemin Gazze’de işlenmekte olan savaş suçlarına ortak oluşunun bir ifadesidir.

Dünyanın dört bir tarafında bu görüntüleri izleyenler bakımından alkışçıların Demokrat ya da Cumhuriyetçi olmaları tali bir meseledir.

*

Burada salondaki tablo açısından düşündürücü bir noktanın üzerinde durmalıyız. Kongre’de ayağa kalkıp alkışlayan seçilmişler arasında Cumhuriyetçiler ağırlıklı olmak üzere, gerçekten de Netanyahu ile aynı dalga boyunda buluşan, kendisinin Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü orantısız askeri stratejiyi isabetli bulan ve içtenlikle savunan geniş bir kesim olduğuna şüphe yok.

Gelgelelim, hiç de azımsanmayacak bir kümenin de Musevi lobisinden destek aldığı ya da bu lobinin gücünü Amerikan siyasetinde belirleyici bir faktör olarak kabul ettiği, bunu içselleştirdiği için alkışlara katıldığı da yadsınamaz. Onlar Amerika’da siyaset oyununun böyle oynandığını düşünüyorlar.

*

Netanyahu’nun acımasız askeri kampanyasının en önemli sonuçlarından biri, ABD’deki Musevi lobisinin muazzam gücüyle hem karar alma mekanizması, hem de ülkedeki tartışma ortamı üzerinde ne kadar nazım bir güç olduğunu her zamankinden daha çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermesi olmuştur.

Kongre bu gücün en etkili icra edildiği zeminlerin başında geliyor. Çünkü her Kongre üyesi, İsrail’i eleştirmenin, bir sonraki seçim kampanyasında Musevi lobisini de karşısına almak gibi bir risk taşıdığını bilmektedir. Büyük ölçüde bağış toplama becerisine de dayanan bir seçim sisteminin işleyişinde Musevi lobisinin karşı tarafa geçmesinin akçalı ve siyasi maliyeti yüksek olabilmektedir.

Bu arada, ABD’deki üniversite kampuslarında Netanyahu’ya karşı sesini yükselten, Filistinlilerin haklarını savunan seslerin ve onların ifade özgürlüğünü savunan kesimlerin bu lobiden gördükleri sert karşılık, Amerikan demokrasisinin pek alışık olmadığımız bir yönünü gözlerimizin önümüze sermiştir.

Üniversitelere yapılan bağışların kesilmesinden ya da kesme tehditlerinden, ülkenin prestijli üniversitelerinde rektörlerin yerlerinden edilmelerine kadar devreye sokulabilen yaptırımlar, Musevi lobisinin ‘sert gücü’nü gösteren sarsıcı örneklerdir.

Bu yönüyle bakıldığında, bütün potansiyel risklerine rağmen ABD toplumunda hatırı sayılır kesimlerin yine de Netanyahu’nun politikalarına karşı itirazlarını dile getirmekte oluşları, bir farkındalığın uç verdiğinin, bir dokunulmazlık örtüsünün artık kalkmakta olduğunun da göstergesidir.

*

Böyle de olsa Cumhuriyetçilere kıyasla Netanyahu’ya karşı daha mesafeli bir çizgide duran Biden yönetimi de kendisini frenlemekte, sivil ölümleri durdurmakta çok yetersiz kalmıştır. Biden yönetimi, aynı zamanda Gazze’de yürütülen askeri harekâtın silah tedarikçisi olmak gibi ağır bir vebali de taşıyor omuzlarında.

Sonuçta Beyaz Saray’da kim oturursa otursun, İsrail’i durduracak ağırlığı koyamadığı ölçüde, dökülen bütün kanın, işlenen savaş suçlarının sorumluluğunu da yüklenmektedir. Bu çerçevede savaşın durmasını sağlayacak siyasi bir çözümün bulunamamasının da ana failidir.

ABD’nin sağlamakta olduğu büyük destekle İsrail’in elini serbest bırakmaya devam ettiği sürece, Filistin sorununda iki devletli bir çözümün önünün açılmayacağı, Ortadoğu’ya barışın gelmeyeceğini söylemeye gerek yok.

*

Tabii Netanyahu’nun son ABD gezisi, aynı zamanda kendisinin Amerikan iç politikası üzerinde ne kadar yönlendirici olabileceğini göstermesi bakımından da göz açıcı olmuştur. Gerçekte ABD’nin mi Netanyahu üzerinde etkili olduğu yoksa bu ilişkide bunun tam tersi bir denklemin mi işlediği, galiba bu gezinin altını çizdiği en temel sorudur.

Muhtemelen makul Amerikalı vatandaşlar da bu soruya yanıt aramakla meşguldürler.

Ortadoğu’da gerçekten bağımsız bir politika izleyebilmesi için belki de bu ülkenin ‘Kurucu Babaları’nın kaleme aldıkları ilk metinden asırlar sonra ABD’nin yeni bir ‘Bağımsızlık Bildirgesi’ne ihtiyacı var.