Avrupa cephesinde Kıbrıs konusunda bir günah çıkarma makalesi

GEÇEN hafta sonu Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 50’nci yıldönümü kutlamaları düzenlenirken, aynı zamanda bu meseleyle ilgili çevrelerde Kıbrıs sorununun gidişatı üzerinde bir muhasebenin yapılmasına da tanıklık ettik. Bu arada, İngiliz basınında yayımlanan önemli bir makale Türk kamuoyunda yeterince fark edilmedi.

‘Independent’ gazetesinde çıkartmanın yıldönümü olan 20 Temmuz Cumartesi günü yayımlanan bu makaleyi kaleme alan kişi, Kıbrıs sorununa çözüm olarak BM’nin hazırladığı kapsamlı Annan Planı’nın oylandığı 2004 yılındaki referandum sırasında, o tarihte AB’ye üye olan Birleşik Krallık’ın Dışişleri Bakanı koltuğunda oturan Jack Straw’du.

Yazının önemi, 24 Nisan 2004 tarihindeki bu referandumda KKTC tarafının planı kabul edip Rum tarafı reddettiği halde, uzlaşmaz konumdaki Rumların bu olayın hemen ardından tam üye olarak AB’ye alınmalarının büyük bir hata olduğu konusunda Straw’un ciddi bir özeleştirisini içermesi.

Bu konuya bakışını daha önce de ifade etmiş olmakla birlikte, Straw,Türkiye’nin askeri müdahalesinin 50’inci yıldönümü dolayısıyla oldukça kapsamlı bir yazıyla 2004’te yapılan hataya ve bugün girilen mevcut kilitlenmeden çıkış çaresine ilişkin görüşlerini paylaşma yoluna gitti.

Yazınının başlığı yeteri kadar çarpıcı: “Neden 50 yıldır süren bu ‘saçma’ Kıbrıs krizini sona erdirmek için iki devletli bir çözümü dikkate almanın zamanının geldiğini düşünüyorum?

KUZEYİN İZOLASYONUNU HAFİFLETECEKTİK AMA ÖNERİLER SULANDIRILDI

Straw, öncelikle Kıbrıslı Rumların yol açtıkları “yıkımı” değerlendirmek üzere 2004 yılı nisan ayı sonunda bir araya gelen AB Dışişleri Bakanlarının toplantısındaki atmosferi hatırlatıyor. Ortamı daha önce katıldığı AB Konseyleri ve Komiteleriyle kıyaslayarak, “Hiç bu kadar öfkeye tanıklık etmemiştim”diye yazıyor.

Peki AB Dışişleri Bakanlarının duydukları bu öfke Kıbrıslı Rumlara somut bir yaptırım olarak yansıtılmış mıdır? Şu sözlerinden yanıtın olumsuz olduğu anlaşılıyor: “İlk adım olarak kuzeyin izolasyonunu hafifletecek bazı önlemler alınması üzerinde görüş birliğine varmıştık. Ama bunların çoğu sonradan feci bir şekilde sulandırıldı.”

Sulandırılmasının nedeni, Straw’a göre Annan Planı’nın reddinden bir hafta sonra Kıbrıs’ın AB’ye resmen tam üye olarak katılması için (diğer dokuz ülkeyle birlikte) zamanın zaten işlemekte oluşudur.

EN BÜYÜK PİŞMANLIKLARIMDAN BİRİ

Rumların çözümü reddettikleri halde tam üye yapılmaları konusundaki özeleştirisini aynen şu ifadelerle kayda geçiriyor Straw:

“Yapmamız gereken, Kıbrıs’ın katılımını ertelememiz ve bunun ancak adanın tümü için iktidar paylaşımına dayanan bir barış anlaşması sağlandıktan sonra uygulamaya konabileceği konusunda ısrar etmemiz olmalıydı. Bu, sonuçta Kıbrıs’ı katılım sürecine dahil etmenin dayandığı mantığın bir parçasıydı. 

Bunu yapmakta başarısız olmamız, ki bunda benim de payım var, Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı olarak görev gördüğüm dönemin en büyük pişmanlıklarından biridir.”

RUM KESİMİ AB’Yİ PARMAKLARINDA OYNATIYOR

Straw, Kıbrıs-Rum kesiminin üyeliğine AB tarafından onay verilirken, bu kesimin bütün adayı temsil ettiği gibi bir kabulün esas alınmasını “hukuken saçmalık” olarak nitelendiriyor. Eski bakana göre, bu şekilde üye yapılmalarının sonucu “bütün kartların Kıbrıslı Rumlara verilmesi” olmuştur. “Onlar da AB’nin geri kalanını sıkça parmaklarında oynatabilmiştir.”

Vurgulanan bir başka nokta, Kıbrıslı Rumların AB’ye tam üye olduktan sonra kuzeyle uzlaşıyı hedefleyen bütün mantıklı planları reddetmeleridir. “Bunun nedeni çok basit” diyor Straw ve ekliyor:

“Yaptıkları hesap, ki bunda haksız sayılmazlar, statükonun işlerine yaramakta olduğudur. Kuzey ile yapacakları her türlü anlaşmanın güneyin elindeki gücün zayıflamasına yol açacağına inanıyorlar.”

“Yıllarca bu sorun üzerine kafa yordum” diyen Straw, mevcut çıkmazın aşılması için tek bir yolun olduğunu söylüyor. Bu da “Birleşik Krallık da dahil olmak üzere önemli uluslararası ortakların, güney iyi niyetle müzakere yapmadığı takdirde adanın bölünmesinin masada olacağını ve kuzeye zorla dayatılan kısıtlamaların kaldırılacağını beyan etmeleridir.”

AB KOMİSYONU BAŞKANI VON DER LEYEN’İ ELEŞTİRİYOR

Bu noktada AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in “AB’nin iki devletli çözümü hiçbir zaman kabul etmeyeceği” yolundaki çıkışını da kuvvetli bir dille eleştiriyor ve “Neden hiç olmasın? Avrupa’da ve ötesinde, bölünmelerin devam eden anlaşmazlıklar açısından en az kötü çözüm olduğunun pek çok örneği var” diye yazıyor Straw.

Birleşik Krallık eski dışişleri bakanı, “adanın fiili olarak zaten bölünmüş olduğunu” belirterek, bu durumun von der Leyen’in görüşlerini “gülünç” hale getirdiğine dikkat çekiyor ve şu soruyu yöneltiyor:

“Güney katı tutumunda inat ederken, müzakerecileri işbirliğine açık olan kuzeydeki masum insanların uluslararası kısıtlamalarla cezalandırılmaları neden hala devam etsin?”

Straw, bölünme ihtimalinin güneyi ödün vererek uzlaşmaya yöneltecek tek araç olduğunu vurguluyor.

AB’YE DÜŞEN GÖREV

Straw’un görüşlerinin önemi, AB’nin çözümü reddeden Rum kesimini ödüllendirip, uzlaşmayı kabul eden Türk kesimini cezalandırmasının anlamsızlığının, haksızlığının Avrupa içinde de pekala yüksek sesle dile getirilmekte oluşudur.

Buradaki temel bir mesele, Straw’un ifade ettiği görüşlerin Avrupa içinde daha geniş çevrelerde, özellikle de AB içinde dile getirilmesi ihtiyacının bulunmasıdır. Gelgelelim AB, bugüne dek söz konusu meselede adil olmayı gözeten, hakkaniyetle hareket eden bir kurum kimliği sergilemekten uzak durmuştur.

TÜRKİYE VE RUM KESİMİNDEKİ ÇIKARLARINI TARTIDA ÖLÇMEK

Tabii meselenin Straw’ın yazısında değinmediği bir diğer boyutu daha var. Straw, konuyu yalnızca Kıbrıs sorunu bağlamında değerlendiriyor. AB’nin Rum Yönetimi’ni Kıbrıs sorunu çözüme kavuşmadan tam üye kabul etmesinin önemli bir başka sonucu, Kıbrıslı Rumların Yunanistan’ı da yanlarına alarak AB’nin Türkiye politikasını da ipoteği altına alabilecek duruma gelmiş olmalarıdır.

AB’nin Türkiye karşısında yapmak isteyebileceği en küçük bir açılım bile AB içinde karar alma mekanizmasında geçerli olan oybirliği ilkesine dayanarak Kıbrıslı Rumlar tarafından kolaylıkla engellenebilmektedir.

Bu ipoteğin sürmesi halinde, AB’nin eninde sonunda bir noktada terazinin bir kefesine Türkiye, diğer kefesine Kıbrıs Rum kesimindeki çıkarlarını koyarak bir muhasebe yapması kaçınılmaz hale gelecektir.