2024’te Nasıl Bir Ortadoğu?- II: ABD, Rusya, İran ve Diğer Güçler

2024 yılında Ortadoğu coğrafyasının politik şekillenmesine dair gözlem ve değerlendirmelerimi kaleme almayı planladığım bu yazı serisinde, ilk olarak “Arap Baharı” coğrafyasının 2010 yılından bu yana geçirdiği dönüşümü ele almıştım. Bu noktadan hareketle 13 yıl önce başlayan kitlesel sokak hareketleri ve biriken toplumsal tepkilerin bir sonucu olarak, protestoları doğuran dinamiklerin halen canlı olduğunu savunmuş ve yakın bir gelecekte bu fay hatlarının yeniden hareketlenmesinin kimseyi şaşırtmaması gerektiğini vurgulamıştım.

Serinin bu ikinci yazısında ise, bölgesel ve uluslararası güçlerin Ortadoğu ölçeğindeki genel politikalarından hareketle, 2024 yılında bölgedeki dengelerin ana ekseni üzerinde durmak niyetindeyim. Bu çerçevede başta ABD ve Rusya Federasyonu olmak üzere uluslararası güçlerin Ortadoğu’ya yönelik hamleleri ile İran, İsrail ve Körfez ülkelerinin bölgesel düzeydeki yaklaşımlarına odaklanacağım.

2024 ABD Seçimleri ve Bölgesel Dengeler

Uluslararası toplumun geneli gibi, Ortadoğu’daki halklar ve karar alıcılar için de 5 Kasım 2024’te gerçekleştirilecek ABD başkanlık seçimleri kritik bir dönüm noktası olma potansiyeli taşıyor. İlerleyen yaşı ve ciddi sağlık sorunları nedeniyle eleştirilerin odağında yer alan Biden’ın dört yıllık başarısız ve Gazze Savaşı’ndaki tutumuyla utanç verici bir hale dönüşen başkanlığı, ikinci dönemi göremeyebilir. Bu durumda bir önceki başkan Trump’ın yeniden -ve bu sefer daha güçlü şekilde- geri dönme olasılığı var ve bu olasılık her geçen gün daha da güçleniyor.

Herhangi bir ülkedeki başkanlık seçimleri uluslararası gündemi bu kadar meşgul etmezken, ABD başkanlık seçimleri, en az ABD kamuoyunda takip edildiği kadar, Ortadoğu’da da çok yakından takip ediliyor. Zira Soğuk Savaş döneminden başlayarak ABD bu bölgede aktif askeri müdahaleler, darbe planlamaları, vekâlet savaşları vb. kanallarla en önemli aktör haline geldi, bilhassa 1990 Irak Savaşı’ndan itibaren bölgenin son 30 yılını doğrudan şekillendirdi. 2003 Irak İşgali ve 2010 yılı sonunda başlayan “Arap Baharı” süreci de bu zincirin en kritik halkaları oldu.

ABD’nin bölgedeki varlığı Biden döneminde, nispeten uzaktan izleyen, İran’ı gözleyip İsrail’i yakından kollayan ve gerektiğinde sahaya müdahil olan bir seyir izledi. Ekonomi-politiğin daha geride kaldığı ve geleneksel stratejik dengelerin ön planda olduğu bu teenni dolu yaklaşım, ABD’nin bölge dengelerinde dominant rol oynadığı önceki dönemlere nispetle daha ikircikli bir denklem ortaya çıkardı. Biden ile devam edilmesi halinde, ABD’nin bölge dengelerinde daha geride yer almaya devam etmesi ve Rusya, İran, İsrail gibi gerektiğinde askeri yöntemlere yoğun şekilde başvuran aktörlerin hamleleri karşısında edilgen konumunu sürdürmesi beklenebilir. 

Trump’ın kazanması halinde neler olabileceği ise, 2016-2020 başkanlık döneminin ışığında bir ölçüde tahmin edilebilir: Bölgede “gereksiz para harcamayı azaltma ve bunu zengin ortaklarına havale etme”, İran karşıtı cepheyi güçlendirme, İsrail’in politik ajandasını daha yakından takip ederek uluslararası platformlarda buna alan açma vs. 

Dolayısıyla Trump yönetiminde ABD’nin sıcak çatışmalara doğrudan kendi birlikleriyle girmeyeceği, ancak bölgedeki müttefikleri üzerinden mevcut ihtilaflı bölgelerdeki çatışmaların artabileceği ve yeni ihtilaf noktalarının bu müttefikler aracılığıyla hareketlendirilebileceği bir bölgesel konjonktür beklenebilir. Bu dönemde İran-İsrail arasındaki gerilimin vekâlet savaşları düzleminden çıkıp, doğrudan -ama sınırlı- bir sıcak çatışmaya evrilmesi de keza şaşırtıcı olmayacaktır.

Rusya ve İran Dinamiği

Kremlin, Suriye iç savaşına 2015 yılında İran ile birlikte aktif müdahale edip, ortak müttefikleri Beşşar Esad’ı koltuğunda tuttuktan sonra bölgedeki sıcak çatışma noktalarına yoğun aktif müdahalede bulunmadı. 2022 yılında başlayan ve halen devam eden süreçte, Ukrayna’nın doğu bölgelerini işgal ettiği savaşın, Rusya’nın enerjisini Ortadoğu’dan çekmesine yol açtığı da bir vakıa. Nitekim Suriye’deki askeri üslerinde konuşlu askeri kapasitede 2015-16 dönemine kıyasla yıldan yıla görülen azalma ve hareketliliğin durağanlaşması da bu gözlemi teyit ediyor.

Rusya’nın Suriye dışında bölgede aktif bir askeri varlık göstermediği göz önüne alındığında; daha ziyade devasa kamu şirketleri üzerinden bölge ülkelerinin hidrokarbon kaynakları ve enerji piyasalarını kontrol etmeye odaklanma stratejisi dikkat çekiyor. Bu çerçevede Rosneft, Lukoil, Gazprom gibi petrol ve doğalgaz şirketleriyle, nükleer enerji devi ROSATOM ve silah şirketi ROSOBORONEXPORT üzerinden Ortadoğu’da tesir sahasını genişletme politikası izlemeye odaklandığı görülüyor.¹

Kremlin’in bu az maliyetli ve bol kazançlı yaklaşımını yakın vadede değiştirmeye yönelik bir motivasyonu olduğunu düşünmüyorum; 2015’te Suriye’ye askeri müdahalesi gibi sıra dışı adımları ise yeri ve zamanı geldiğinde yine atabileceğini -bunda gövde gösterisi yapma saiki de ön planda- ancak bunun oldukça kısıtlı bir çerçevede kalacağı kanaatindeyim.

Bölgede ABD ile bilek güreşine giren asıl aktör olarak ise, Rusya’dan ziyade İran ön plana çıkıyor. 1979 İran Devrimi ve 2003 Irak İşgali sonrasında bölgede manevra alanını genişleten Tahran’ın bugün Ortadoğu’daki dört başkenti (Şam, Bağdat, Beyrut ve Sana) doğrudan kontrol ettiği yönünde bazı abartılı yorumlar dahi mevcut. Bu yorumlar mübalağalı olmakla ve yerel dinamikleri göz ardı etmekle birlikte, İran’ın bölgede askeri ve istihbari teknikleri aktif olarak kullandığını ve ciddi bir tesir sahası oluşturduğunu da kimse inkâr edemez. 

Özellikle 2015’te Rusya ile birlikte Suriye’ye müdahale edip sahada aktif hâkimiyet kurması, Yemen’de İmamiyye Şiiliğini ve İran’ın koruyuculuğunu benimseyen Zeydiler üzerinden ana aktör konumuna yükselmesi, Hizbullah üzerinden Lübnan’a ve Hamas üzerinden Filistinli halk kitlelerine erişim sağlaması, İran’ın son yıllarda bölgedeki önemli kazanımları arasında yer alıyor. ABD’nin bölgeden büyük oranda çekildiği, Körfez Araplarının geleneksel ittifak ilişkilerinin yol açtığı antipati, İsrail’in büyük tepki doğuran askeri adımları göz önünde bulundurulduğunda, İran’ın 2024 yılı ve sonrasında da bu etki sahasını daha da genişletmesi ve derinleştirmesi beklenmeli. 

***

Nihayetinde, Ortadoğu’daki bölgesel ve küresel dengeler açısından geçtiğimiz yıldan daha hareketli olmaya aday bir yıl var önümüzde. 2024’te bölgede yakından izlenmesi gereken saha ise Filistin ve Arap-İsrail ihtilafı olacak; onu da serinin bir sonraki yazısında işlemeyi planlıyorum.

__

¹Rusya’nın Ortadoğu politikasında, devlet kontrolündeki devasa petrol, doğalgaz, nükleer enerji ve silah şirketlerinin oynadığı role dair bir genel bakış ve değerlendirme için bkz: Koç, Mehmet Akif (2020). Russia in the Middle East: A New Perspective on the Corporatization of Foreign Policy. International Journal of Kurdish Studies, 6(1), 104-119.