Siyasetin adaleti?

Sinan Ateş davasında duruşmalar başlamadan bir gün önce yazdığım yazıda, bu davaya siyasetin müdahalesi endişesini doğrulayan bulguları yazmıştım. İddianame evvela 22 sanık olduğu halde “örgütlü suç” demiyordu… Sanıkların ve ilişkilerinin siyasi niteliğini örtüyordu. Mesela iki aracın plakasını yazıyor, aidiyetini yazmıyordu.

MHP ve Ocak bu yüzden kurumsal olarak suçlanamaz. “Kolektif sorumluluk”, ilkel kabile çağlarında kalmıştır. Sorumluluk bireyseldi. Fakat partili ve Ocaklı olmak, bir soruşturmada, arkasına sığınılacak bir siper de olmamalıdır.

Üstelik iktidarın yargı üzerindeki tartışmasız ağırlığı da bilinen genel bir gerçektir.

Siyasi etki altında yazılmış bir iddianamenin duruşmalarda aşılarak “soruşturmanın genişletilmesi” mümkün olur muydu?

Bu davada asıl sorunun bu olduğunu yazmıştım.

‘İDDİANAME İLE SINIRLI’

Yazımda iki ihtimalden bahsetmiştim:

. Mahkeme, gölgede kalan konularda mağdur tarafın avukatlarının talepleri üzerine “soruşturmanın genişletilmesine” karar verebilirdi; adaletin ve ceza hukuku felsefesinin gereği buydu…

. Veya soruşturmanın genişletilmesi taleplerini reddederdi. Bunun anlamı, “Yargılamanın da iddianamenin kaldığı sınırlar içinde kalması” olurdu. Maalesef bu ikinci ihtimal gerçekleşti, en azından kovuşturmanın bu aşamasında…

Dosyada, Tolgahan Demirbaş, cinayeti planlayan ve tetikçi Erol Özyağcı’yı saklayan kişi olarak görülüyor. Eski MHP Milletvekili Olcay Klavuz’un evinde yakalanmıştı. Mağdur Ayşe Ateş’in Avukatı bunu sorduğunda, Mahkeme Başkanı, “Dosyaya katkısı olmayacaktır, biz basına yansıyan iddialarla ilgilenmiyoruz, iddianameyle sınırlıyız.”diyerek bu soruyu reddetti.

Mahkeme, “olayın karara etkisi yoksa” böyle talepleri reddedebilir. (CMK. 206)

Fakat, evvela bu konu “basına yansıyan iddia” değildir. Dosyada mevcuttur. İkincisi Sinan Ateş cinayetinde bütün fiillerin ve sanıkların aynı siyasi ve ideolojik camiada seyretmiş olması hem bu sorunun sorulmasına izin verilmesini gerektirirdi.

Ayrıca ceza yargısı “iddianameyle sınırlı” değildir. Sınırlı olmadığı içindir ki ceza hukukunda “soruşturmanın genişletilmesi” ve duruşma sırasında da iddianame dışında herhangi bir delilin araştırılmasını talep edilmesi yetkisi vardır.

Duruşma aşamasında da mahkemenin bütün şüpheli ilişkileri araştırması gerekir.

BAĞIMSIZ, TARAFSIZ

Demirbaş, MHP’li Klavuz’un evinde yakalandığı halde, Emniyet tutanağında bir araçta yakalanmış gibi gösterilmesi davayı “adi cinayet” sınırlarında tutma bayasının bir örneğiydi.

Sanıkların savcılığa verdikleri ifadelerde değişiklikler yaparak cinayeti “adi cinayet”e dönüştürecek ortak bir senaryo halinde yeni ifadelerde bulunmaları da benzer davranışlardır.

Davanın bundan sonraki sürecinin nasıl cereyan edeceğini bilmiyoruz.

Bir ceza davasının taraflardan birinin tezlerinin etkisi altında kalarak adaletin tecellisi mümkün olmaz. Onun içindir ki, hukukta “mahkemenin tarafsız olması yetmez, tarafsız olduğunu göstermesi gerekir” ya da “görünür olması” prensibi geçerlidir.

19. Yüzyılda Mecelle yazarı Cevdet Paşa böyle yazdığı gibi zamanımızda AİHM içtihatlarında da böyledir. (Campbell ve Fell/İngiltere, 28.6.1984)

Duruşmalardan sonra Ateş ailesi, sanık ve müşteki avukatların soruları karşısında mahkemenin farklı davrandığını belirterek yakınmaları, mahkemenin sebebiyet vermemesi gereken bir durumdur.

SİSTEM SORUNU

Bir hukukçu olarak bu davada adalete güvenimi hemen kaybetmeyeceğim. Bu davanın önünde uzun “kanun yolları” vardır. Eksik soruşturmaya dayalı herhangi bir hüküm, evrensel hukuktaki “etkin soruşturma” hakkının ihlali olur.

Türkiye’de yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda ciddi sorunlar bulunduğunu da belirtmeliyim. 2014 yılında yapılan kanun değişikliği ile “soruşturma aşamasında” yargıya yani savcıya ve sulh hakimine “emir ve talimat” verilmesi suç olmaktan çıkarılmıştır. (6545 Sayılı Tora Yasa, TCK 277)

Hiçbir hukuk devletinde örneği olmayan bu düzenleme, bir niyet beyanıdır.

HSK’nın siyasal davranışları da gözler önündedir.

Siyasetin adaletine güven olmaz, en keskin taraftır çünkü. Hukuku siyasetten üstün tutan kuvvetler ayrılığı gerçekleşmedikçe bu güven sorunu ortadan kaldırılamayacaktır.