İsviçre’de yapılan Ukrayna Barış Toplantısı’nda yaşananlara ilişkin olarak sözcü Öncü Keçeli’nin Fatih Altaylı’ya verdiği bilgilerden gözümüzde şöyle bir an canlanması isteniyor sanki: Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tek kaşını kaldırmış, tek kaşını indirmiş, arkasındaki heyete omzunun üzerinden bir bakış atarak “Anlayacağımızı anladık, toparlanın gidiyoruz beyler…” demiş. Üstelik bunu öyle usturuplu yapmış ki “tarzı itibarıyla” tutum “şova dönüşmemiş.” Ver fona Kurtlar Vadisi jenerik müziğini.
Yoksa diğer katılımcılar pek umursamamış mı, farkında olmamış mı, orası belli değil. Mesele, “gözlemci” sıfatıyla orada bulunan Fener Rum Patriği’nin hem de “ekümenik” ünvanıyla toplantı sonuç belgeye imzasını koyması ve tüm dünyanın “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıdığı GKRY temsilcisine bakanla aynı masada yer verilmesi vb. imiş. “Şova dönüşmeyen” hareketin, şova dönüşmese de kimi seçkin kulaklara fısıldanmasında yarar görülmüş tevekkeli. Bizlerden de “Vay be!”, “Adam birader!”, “Budur!” gibi hayret ve tasvip nidaları mırıldanmamız beklenmiş anlaşılan. “Hareket yapma, hareketin kralını görürsün” derler hani. İşte ona da mütekabiliyet deniyor olsa gerek.
Misal, “Karadeniz’in güvenliği” denilince “Karadeniz’in Rus tehdidine karşı güvenliği” anlaşılır. Seyrüsefer emniyeti ve serbestiyeti uzay boşluğunda tecessüm etmiyor. Nitekim Montrö Sözleşmesi nasıl boğazların anahtarını bize vermişse, NATO içinde Karadeniz’in güvenliğinin gözetimi müttefiklerden en uzun kıyısı olan Türkiye’ye tahsisli. “Ukrayna’da barış” denilince de Rusya’nın işgal ettiği, Kırım dahil (hatta bizim için başta) Ukrayna’nın işgal ettiği toprağının tamamından çekilmesi anlaşılmalı. Bu amaca savaşarak yani Ukrayna için kendi ülkesini savunarak değil, Rusya diktatörü Putin’le konuşarak ikna yoluyla ulaşılabileceğini varsayan bulunuyorsa önden yürüsün. Hamas’a Anadolu’yu savunan kuvay-ı milliye demekten çizgi çekerseniz, İsrail Hizbullah’ın kuzey komşusu Lübnan’daki varlığını tehdit edince, AB üyesi GKRY’ne de bu işe karışmaması uyarısında bulunmak durumunda kalırsınız zoraki. Özcesi yine en baştan durduğumuz yüzeyi kapıya değil köşeye doğru boyamış durumdayız.
O arada propaganda genel müdürlüğü de boş durmamış, yurttaştan yani bizlerden alınan vergilerle bu defa “Vatandaş Diplomat” diye bir el kitabı hazırlatmış ve cumhurbaşkanının imzasıyla üniversitelere dağıtmış. Anımsayacaksınız Kaddafi’nin, Mao’nun vardı böyle kitapçıkları. Bir tane aklı başında kişi yok oralarda demek ki “biz ne halt ediyoruz arkadaşlar, az soluklanalım, bir düşünelim hele” desin. Keşke “etki ajanlığı” yasası da çıksa kaymaklı ekmek kadayıfı olsa. Makbul vatandaş, muhbir vatandaş, vatandaş diplomat, kindar ve dindar nesil, hassasiyet ve değerler, teferruat bahisler derken böyle yuvarlanır gideriz işte elhamdülillah. Münhasıran müzmin tabasbus iştahıyla izahı had safhada müşkül, marazi bir asabiye bu hakikaten.
“Ekümenik Patrik” gibi tarihten bakiye bir diğer meselemiz, bir başka “kutsal emanet” dosya da “Ermeni Soykırımı.” Açık Radyo’ya bir konuk dile getirecek olmuş, sansür kurulu RTÜK derhal basmış cezayı. Vecdi Erbay da Diyarbakır’da devlet eliyle belediye bahçesinde düzenlenen protesto eylemini aktarıyor. SETA gibi GONGO’lar risale yayınına abanırsa, bahçeye neden dalınmasın? İsrail’in Gazze’ye yaptıkları gerekçesiyle aynı Diyarbakır’da kahvehane basılır, parkta dans etmeye yeltenenler tekme-tokat kovalanır. Daha nasıl “kaşıma” olsun? Haydi buyursunlar şimdi “vatandaş diplomatlar” ön safhalara koşsunlar, ellerindeki kitapçıktan ilgili paragrafları ezber edip muhataplarına papağan gibi tekrar etsinler. İkna edemeseler de bıktırırlar belki en azından.
Oysa laf ebeliği, zevzeklik iletişim değil. Halkla ilişkiler diplomasinin içinde ama tamamı değil. Diplomasi doğası gereği sessiz yürütülür ama “sahne” kurulan bölümlerde de amaç -olumlu anlamda- “şov yapmak” değil midir? Bugün islâmcılık adına ideolojik nedenlerle veya ergenlik hülyaları uğruna da olsa, yarın “anti-emperyalizm” gerekçesiyle de olsa, eğer sonuç aynı kalacaksa yani kaçınılmaz yalnızlık olacaksa, durup üzerine düşünmek gerekmez mi? “Devlette devamlılık” veya “devlet aklı” gibi galat-ı meşhurları sürdürmek, gölgelerdeki mahfillerle özellikle “ulusal güvenlik” dosyalarındaki karar alma süreçlerinde iktidar ortaklığını sürdürmekte uzlaşı demek olmuyor mu?
Hariciye “BRICS’in güzel hatta AB’ne üstün yanlarından” söz ederken, maliyenin gri listeden ülkemizin adını çıkarmak için atmadığı takla kalmıyor. Bakınız hap kadar Estonya’nın başbakanı Kaja Kallas’ın (47) adı bir ara Hollanda Başbakanı Mark Rutte’ye (57) karşı NATO Genel Sekreterliği için gezdirilmişti. Belki bu planlı bir hamleydi. Zira Kallas şimdi Avrupa Birliği’nin dış politika ve güvenlikten sorumlu yüksek temsilcisi oluyor. Kallas’ın ve Rutte’nin profillerine bakıp, AB komisyon başkanı Ursula Von der Leyen’in (65) de ikinci dönem için görevinin uzatılmasını görüp, sonra dönüp Ukrayna’nın işgaline bakan, arada bir bağlantı kurabilen var mı acaba Ankara’da? Yoksa hala daha “tahıl koridoru” diye tutturduk gidiyor muyuz?
Her zemin ve zamanda aykırılık, ayrıksılık, çıbanbaşılık, mızıkçılık, külhanbeyliği, bilgiçlik taslamak “stratejik özerklik” mi demek? Kasa boşken kostaklanmak, nerede durduğunu ve kim olduğunu bir türlü bilememek, kendini dev aynasında görüp her fırsatta böbürlenmemeyi özgüven eksikliği saymak, sloganı doktrin ve kurnazlığı da akıl sanmak, stratejik özerkliği III. Dünya’da (“küresel güney”) aramaya kalkışmak, bölgesel hegemonyayı uydurma “beka” gerekçesiyle dış politika “normali” diye pazarlamak, dış politikada “devlet ciddiyeti” mi anlaşılır? Akılcı mıdır? Rasyonel midir? Gerçekçi midir? Pragmatik midir? Ve nihayet, normal midir? Normal nedir, nerededir?