Gerçekten tehlikeli ve beklenmedik bölgesel sıcak çatışmalara dönüşebilecek kritik bir dönüm noktasındayız. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “Üçüncü Dünya Savaşı”nı telaffuz etti, Millî Savunma Bakanlığı sözcüsü, “istemeyiz böyle bir felaket ama olursa da biz Türk silahlı kuvvetleri olarak hazırız” dedi. İlk canlı başkanlık tartışmasında Donald Trump, Joe Biden’ı Üçüncü Dünya Savaşı başlatmaya çalışmakla suçladı.
Zaten ticaret, teknoloji, döviz, enerji, su, gıda, siber ve biyolojik savaşlar küresel düzlemde çoktan başladı. Yeni savaşlar öyle birinci ve ikinci dünya savaşlarındaki gibi cereyan etmeyecek.
Ukrayna-Rusya, İsrail-Gazze savaşı hala devam ediyor, birçok bölgede örtülü savaşlar tam gaz büyük can kaybına yol açarak yayılıyor.
Uzay, Kutup ve Okyanus savaşları kuluçka aşamasında. Patlak verdiğinde dünyanın işi zora girecek.
Böyle bir dünyada ne güven verecek, dantel gibi işlenmiş yeni stratejiler ne de ustaca bu yeni meydan okumaları, çatışma alanlarını yönetebilecek dirayette, kılavuz vizyoner liderler var sahnede. Savruluyoruz hangi istikamete doğru yol alındığını bilmeden.
Düşündüm, “stratejik lider diyebileceğimiz kimler geldi kimler geçti dünyamızdan bugüne kadar?” diye. Makyavel’den Napolyon’a, “Çöl Tilkisi” Erwin Rommel’den başarılı iş insanları John D. Rockefeller, Jeff Bezos ve Bill Gates’e kadar uzanan askeri ve ticari nice stratejik dehalar. Ayrıca Sun Tzu, Carl von Clausewitz ve Otto von Bismarck gibi tarihte iyi bilinen, saygı duyulan stratejik düşünürler. Ve tabii son yüzyılın stratejik düşün yıldızları: George F. Kennan, Henry Kissinger, Zbigniew Brezinski, Samuel Huntington.
Dönüp Türkiye’ye bakınca; Mustafa Kemal Atatürk hem bir ulus tasarımcısı hem de icraatçısı olarak dünya çapında hayranlık uyandıran bir lider stratejist idi.
Bugün ise yeni bir dünya düzeni arayışları devam ederken, düşünce dünyamızı kökten sarsacak liderlerin ve kitlelere farklı bir istikamet duygusu verecek stratejistlerin eksikliğini ciddi şekilde hissediyoruz.
Belki yeni dijital ve ekolojik ekonominin hükümranlığına kayarken, nisbeten daha vasıflı ve girişimci insanları cezbeden iş dünyası stratejistler bakımından diplomasiye, kamu yönetimine kıyasla belki daha şanslı.
Büyük strateji, en geniş kavramsal anlamıyla devletin hem iç hem de dış meselelerine yön vermek, uzun vadeli yaşamsal çıkarlarını korumak ve güçlendirmek amacıyla ulusal ve küresel kaynakları etkin yönetme kapasitesi olarak tanımlanabilir.
Bu süreçte; askerî, ekonomik, diplomatik, teknolojik, kültürel ve bilgi yetenekleri de dâhil olmak üzere ulusal gücün tüm araçları, insan sermayesi ve küresel imkanlar kullanılıyor. Büyük stratejinin alt stratejilerin karar ve eylemlerini etkilemesi ne kadar doğruysa, alt stratejilerin büyük stratejiyi yönlendirmesi de o kadar yanlış. Yetişmiş kadroların, organizasyonun ve ona ruh veren kültürün yetersiz ve eksik olduğu devletlerin “büyük stratejisi” olamayacağı aşikâr. Nitekim biz de uzunca bir süre “stratejik derinlik” diyerek “stratejik boşluğa” ve “değerli yalnızlığa” düşme riskini hep birlikte yaşamadık mı?
Şayet bir stratejiniz varsa geleceğe yön verecek, onu her adımda, her an ve her ağzınız açıldığında yüksek perdeden bıkkınlık verircesine ifade etmenin bir anlamı yok. Biraz gizem perdesi olmalı ki caydırıcılık gücü öne çıksın.
Sun Tzu’nun, “Zafer esnasında uyguladığım taktikleri herkes görebilir, ancak kimsenin göremediği zafer yolunu açan stratejilerimdir” diyor. Günümüzde uluslararası sistemin başat oyuncularına baktığımızda geçmişin büyük stratejilerinin benzerine rastlamak kolay değil. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya Versay’da, Sevr’de, Yalta’da, Bretton Woods’da büyük güçlerce şekillendirilmiş, kendi stratejilerine uygun çok taraflı askeri, siyasi ve ekonomik mimari ve kurumlar oluşturulmuştu.
Ama Soğuk Savaş sonrası dönem hala muallakta. ABD’nin artık tek başına hegemon güç olamaması, Çin’in yeniden yükselişi, Avrupa Birliği’nin iç sorunlarına odaklanması, Rusya’nın bilinçli ve saldırgan bir yaklaşımla yeni nüfuz alanları yaratması, bölgesel güçlerin palazlanarak eskisine kıyasla daha talepkâr hale gelmeleri, bizi küresel düzende güçler dengesini ve istikrarı yeniden tanımlamaya zorluyor.
Hem bu dinamikler hem de Covid-19, ticaret-teknoloji-kur-enerji savaşları, yeşil devrim, yapay zeka, uzay ve okyanus mücadelesi, iklim değişikliği, gıda-su ikmal güvenliği, yeni neslin bilinmezleri ve tercihleri ışığında günümüzde çok ihtiyaç duyulan yeni bir küresel büyük-“grand”- strateji hala yazılamıyor ne yazık ki.
ABD, artan ölçüde kısa vadeci, içe dönük, sadece sorunlara karşılık verebilen, 10-20-30 yıl sonrasına strateji geliştiremeyen bir ülke konumuna evrilirken, Çin hem “Kuşak ve Yol” projesi hem de 2049 “Barışçıl Yükseliş” girişimi ile dünyanın her yerine ve gelecek gündem konularına yönelik büyük bir stratejik açılım içerisinde. Xi Jinping, bu stratejinin tasarımcısı ve icracısı olarak sivriliyor. Avrupa Birliği, “ekonomik dev, siyasi cüce” tanımlamasının dışına henüz çıkamadı. Tek başına belirleyici küresel bir güç olamayacağının farkında olduğu için Biden yönetimi ile senkronizasyon içinde çalışmayı tercih ediyor.
Rusya, klasik anlamda büyük stratejiyi kavramış, oluşturmuş ve icra etmekte olan düzen bozucu güç intibaını veriyor. Putin liderliğinde gerekli gördüğünde kaba güç kullanarak Abhazya, Güney Osetya, Kırım, Doğu Ukrayna, Trans-Dinyester ve Suriye’de neler yaptığını gördük. Gücünün yetmediği yerlere uzanmak için de İran ve Çin ile stratejik ortaklık yaptı/yapıyor. Bunlar Güneydoğu Avrupa, Kafkaslar, Orta Asya ve Doğu Avrupa/Baltık bölgelerinde neler yapabileceğinin işaretlerini de güçlü şekilde veriyor.
Japonya, Hindistan, İran, Suudi Arabistan ve Brezilya gibi bölgesel güçler ise iddialı küresel hedefler ve stratejik öncelikler peşinde değiller. Yine de büyüklü küçüklü stratejiler birbirleriyle çarpışıyor, gerektiğinde taktiksel iş birlikleri ya da rekabete dönüşebiliyor. Sürekli genişlemekte olan BRICS, Şanghay İşbirliği Teşkilatı yeni alternatifler olma yolunda.
Büyük bir değişime gebe olan küresel sistemde Türkiye’yi yeniden konumlandırmak için kapsamlı ve bütünleyici bir stratejik vizyona, bu vizyonu hayata geçirecek araçların güçlendirilmesine ve nasıl hayata geçirileceğine yönelik gerçekçi bir yol haritasına ihtiyaç var kuşkusuz. Bu strateji, dünyanın önde gelen güçlerinin büyük stratejilerini de hazmetmiş ve dikkate almış olmalı.
“Yeni Dünyanın Gizli Şifreleri: Türkiye İçin Gerçekçi Bir 2030 Vizyonu” kitabımda bunun ipuçlarını vermeye çalıştım. Bunlardan birkaçını burada da sıralamak isterim.
* Gücümüzün zayıf bulduğumuz siyasi, askeri, teknolojik, diplomatik ve insan boyutlarını iyi tanımlayıp, onları takviye etmek için takvime bağlanmış bir eylem programını hemen yürürlüğe koymamız gerekiyor. Ayağı yere basan bir ekip seçilerek, sinerji ve geniş temelli danışmalarla bu büyük stratejiyi hazırlama görevi verilmeli.
* Ülke içinde yaşanmış zayıf, kırılgan koalisyon ve sınırsız yetkili cumhurbaşkanlığı sistemlerinden dersler almış, güçlü, kucaklayıcı, yenilikçi, adil, hukuka dayalı ve özgür yeni bir siyasi tesisi gerçekleştirilmeli.
* Dış politika ve güvenlikte “kazan-kazan” anlayışı ve güvene dayalı, sözden icraya dönüşebilen, en az 25 yıllık stratejik müttefikler, ortaklar ve komşular ile ortak bir stratejinin çıkarılması ve paydaşlar ile yoğun danışmalar neticesinde gözden geçirilerek uygulamaya konulması.
* Bu çerçevede, ABD, Çin, Rusya, AB, İsrail, Mısır, Özbekistan, Hindistan, Japonya, Güney Kore, İran, Güney Afrika bizim için en öncelikli 12 stratejik ortak arasında yer almalı. Her biri ile önümüzdeki 25 yılın ittifak, ekonomik ve teknolojik, kültür ve sanat, enerji ve iklim değişikliği stratejik çerçevesi çıkartılmalı, ilişkilerin güçlü ve kararlı şekilde icrası için şampiyon liderlerin belirlenmesi sağlanmalı.
* Tüm bu ülkelerin genç liderleri ile Türkiye’nin yükselen, gelecek vaat eden parlak genç liderlerini buluşturacak, birlikte çalıştıracak iş birliği platformları, girişimleri yaratılmalı ki 2024-2030 döneminde küresel liderler arasında yer alalım, menüde değil masada olalım ve de birlikte çalışma kültürünü şimdiden oluşturalım.