2023 seçimleri sonrasında en çok konuşulan mesele milliyetçiliğin yükselişi oldu. Aslında yükselen temelde milliyetçi partilerin oy toplamı değil siyasetin daha milliyetçi bir eksene oturmasıydı.
Nitekim AK Parti yola çıkarken kendisini muhafazakâr demokrat olarak tanımlıyordu. 28 Mayıs’ta AK Parti’nin Genel Başkanı ve sandıktan zaferle çıkan Recep Tayyip Erdoğan’ın geleneksel balkon konuşmasını yaptığı adresteki değişim siyasetin sıklet merkezinin artık parti değil devlet olduğunu anlatıyordu.
AK Parti Genel Merkezi yerine Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın avlusunda yapılan konuşmayı dinlemek için gelenlerin attıkları sloganlar ve bozkurt işaretli elleri de sadece Erdoğan’ın değil kitlesinin de onunla birlikte yer değiştirdiğini resmediyordu.
YRP’nin 2023’te belki de Cumhur İttifakı’na katılmaktan sonra yaptığı en doğru şey ittifak pazarlıklarında herhangi bir milletvekili pazarlığına girmeden ilkesel bir tutum alması idi.
Öncelikle Cumhur İttifakı’na katılarak temelde dindar muhafazakâr ancak Erdoğan karşıtlığı güçlenen tabanına “ben Erdoğan’ı eleştiriyorum ama varlık-yokluk kavgasında yerim CHP karşısında” mesajını verdi. Milletvekili pazarlığı yapmayarak da hem kendi tabanına tercihinin milletvekili değil ilkesel duruş olduğunu söyledi hem de Erdoğan yanında yer almasını meşrulaştırdı.
AK Parti kitlesini ise kendi samimiyeti konusunda borçlandırdı. En azından şimdi farklı adaylarla seçime girerken elinde kullanabileceği bir kozu var. Millet İttifakı içinde yaşanan koltuk pazarlıklarının, AK Parti’de siyasete girmişken CHP listelerinde daha ön sırada olmalıyım kavgalarının diğer sağ partiler için ürettiği maliyetler YRP için geçerli değil.
AK Parti’nin herhangi bir şey vermeden ilkesel ittifak yapmaya itiraz etmezken iş koltuk pazarlığına girince işi ağırdan alması da YRP’yi yine daha meşru bir zemine oturtuyor.
Şurası bir vakıa. Rahmetli Erbakan geleneğinden gelen YRP milletvekilliği ya da yerel seçim pazarlıklarında aşırı talepkâr. 2015’te AK Parti ile seçim ittifakı için pazarlıklar yapılırken rahmetli Oğuzhan Asiltürk’ün en az 20 milletvekili talebinde bulunması görüşmeleri başlamadan bitmişti.
Basına yansıyanlara bakılırsa bugün de YRP, AK Parti’den iki büyükşehir ve 35 ilçe talep etti ise bunun müzakereleri başlamadan bitirmiş olması muhtemel. Ama fotoğrafa iki taraftan bakılırsa YRP olmayacak taleplerde bulundu ise AK Parti de ikna etmek için çok çaba göstermemiş görünüyor.
Gelinen noktada YRP’nin iktidara nasıl bir maliyet üretebileceğini, böyle bir potansiyele sahip olup olmadığı görülecek. Bunun ölçüleceği iki temel odaktan birincisi Şanlıurfa gibi YRP’nin AK Parti’nin karşısına güçlü adaylarla çıktığı merkezler ile Erdoğan’ın MHP’ye bıraktığı illerdeki rekabet olacak.
Buralarda YRP, alacağı oy oranı ile AK Parti tabanında ne kadar karşılığı olup olmadığını gösterecek. İkinci odak ise haliyle İstanbul.
İstanbul seçiminde YRP’nin diğer merkezlerde olmayan bir riski var. İstanbul dışındaki merkezlerde YRP’nin aday göstermesi AK Parti seçmeni tarafından tepki görmüyor. Ama İstanbul’da YRP adayı Mehmet Altınöz’ün AK Parti adayı Murat Kurum’a kaybettirme ihtimali AK Parti seçmenini rahatsız ediyor.
Eğer Kurum kazanırsa zaten sorun yok. Kaybeder ve aradaki fark YRP’nin oy oranının üzerinde olursa yine YRP açısından yönetilebilir bir durum var. Ancak eğer sadece YRP oyları nedeniyle Kurum’un kaybetmesi gibi bir durum olursa sonuç farklı değerlendirmelere açık hale geliyor.
Böylesi bir sonuç dindar muhafazakâr seçmen nezdinde YRP’nin varlığı ispat ettiği ve göz ardı edilemeyecek bir noktaya geldiğini ilan eder. Bununla birlikte İmamoğlu’na seçim zaferini kazandıran parti konumuna da gelebilir.
YRP Genel Başkanı Erbakan’ın Murat Yetkin’e yaptığı açıklamada İstanbul’da İmamoğlu’nu kazanmaya daha yakın bulduğunu söylemesi muhtemel sonuca şimdiden herkesi hazırlama çabası olarak okunabilir.
31 Mart yerel seçimleri Türkiye siyasetinde seçimlerden yorulmuş bir toplumda seçimlerden bir seçim olma özelliği taşıyor. Sadece İstanbul bu algıda biraz farklılaşıyor.
Yeniden Refah Partisi için de 31 Mart’ı daha önce başlayan ve devam eden süreçte ara bir durak olarak görmek mümkün. AK Parti milliyetçileştikçe, Erdoğan parti liderinden devlet başkanına evrildikçe, jeopolitiğin ve iktidar matematiğinin dayattığı pragmatizm AK Parti’yi içinde çıktığı tabana yabancılaştırdıkça o boşluğu başka bir aktörün doldurmasını beklemek normal.
Erdoğan; 15 Temmuz psikolojisi, kimlik siyaseti ve iktidar performansı ile bu süreci ötelemeyi başardı. İlki dağılalı çok oldu. Diğer ikisinin 31 Mart’ta ne kadar etkili olacağını birlikte göreceğiz.