Süreçte sıra siyasette…

11 Temmuz’da Süleymaniye’de 30 PKKlının sembolik silah bırakması ile önemli bir eşik geçildi. O tören tek başına PKK’nın silah bıraktığı ve geri dönülemez noktanın geçildiği anlamına gelmiyor. Ama geri dönmenin maliyetinin yükseldiği bir noktada olduğumuz açık.

2024 Ekim’inde Devlet Bahçeli “Öcalan çağrısı” ile süreci başlattığında bu noktaya gelineceğini iktidar kanadında bile bekleyen kişi sayısı çok değildi. Muhalefetin desteği sürecin sürdürülebilirliğini sağladı ama bu destek koşulsuz değil.

Sürecin avantajı hem toplumun hem de iktidar dışındaki aktörlerin PKK’nın silah bırakmasını ekonomik kriz ve demokrasi açığından bağımsız ya da görece özerk bir bakış açısıyla değerlendirmesi. İktidarın üyelerinin bile “dışarda kalmanın, destek vermemenin zor olduğu” için arka çıktığı izlenimi veren bir denklemde muhalefet de kendi önceliklerini kimi zaman geri plana atarak süreci destekliyor. Burada muhalefetten kasıt tabii ki CHP. DEM Parti’nin ister istemez doğal parçası olduğunu düşünürsek yüzde 35’lik bir CHP blokunun kurumsal itirazsızlığı önemli bir destek.

Ancak bisiklet sürme misali pedal çevirmeyi bıraktığınız anda düşebileceğiniz bir dönemdeyiz. PKK’nın silah bırakması kısa, orta ve uzun vadede Türkiye’nin yaşaması gereken, siyaseti rahatlatacak, gündemi normalleştirecek ve toplumsal barışı güçlendirecek bir gelişme. Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda normalleşen insan hakları ihlallerinin ve siyasetin, hukukun, eğitimin, sağlığın standartlarını daraltan pratiklerin ülkenin kalanında da rutin haline gelmesini engellemenin yolu terörün ülke gündeminden çıkmasından geçiyor.

11 Temmuz’da geçilen eşik nedeniyle süreç istihbari, bürokratik, güvenlik ve iktidarın icraat alanından çıkıp parlamentonun önüne geliyor. Bu saatten sonra yönetilmesi daha çetrefilli bir dönem başlıyor. Şimdiye kadarki aşamalar kolay değildi ama aktörlerin sınırlı sayısı, örgütün ve devletin önceliklerinin daha belirli olması, ortaya çıkan ya da çıkması muhtemel krizlerin kimi zaman kamuoyuna yansımadan çözülebilme ihtimali bir çok açıdan işleri kolaylaştırıyordu.

Şimdi aktörlerin, paydaşların, önceliklerin ve dolayısıyla da risklerin arttığı ve daha sivil, daha demokratik, daha görünür bir döneme geçiliyor. Burada CHP dahil ana aktörlerin baştan beri sürece destek vermeleri bir avantaj. Ancak demokratik ve katılımcı dinamiklerin rol oynaması gereken aşamada Türkiye’nin normali haline gelen anti-demokratik uygulamaların, iktidarın otoriter pratiklerinin sorun olarak varlığı da bir vakıa.

İktidar PKK’nın silahsızlandırılması için artık siyasi aktörlere ihtiyaç duyuyor. Ancak Yargı ve devletin sivil alandaki diğer vesayet araçları ile baskılanan demokratik aktörlerin iktidara destek vermekte haklı çekinceleri var.

MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın tam da bu zemine katkı sağlamak için başladığı tur anlamlı. Kalın’ın turları sayesinde bir çok gerekçe ile mümkün olmayan siyasi koalisyonun oluşacağını beklemek fazla iyimserlik olur. Sürecin başından bu yana DEM Parti tüm siyasi partileri defalarca dolaşmış ve bir ortak zemin oluşturmaya çalışmışken AK Parti’nin süreç sanki sadece bürokratik bir mesele ve kendisi bu işin sahibi değilmiş gibi mecburi temaslar dışında diyalog kurmaktan imtina etmesi bir eksiklik. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un komisyonla ilgili turlarını AK Parti şapkası ile yapmadığını not etmek gerek.

Normal şartlarda böylesi tarihi kırılma noktalarında ülkenin Cumhurbaşkanı’nın tüm siyasi liderleri çağırıp ortak bir zemin oluşturması beklenir. Ancak Erdoğan’ın kendi inşa ettiği siyasal atmosfer ve kişisel tercihleri buna izin vermiyor. Bu boşluğu iktidarın diğer aktörleri de doldurmaya niyetli görünmüyor.

Ne kadar askeri, güvenlik endeksli ve bürokratik görülürse görülsün PKK’nın silah bırakması temelde sonuna kadar siyasi bir süreç. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin oynadığı rolü mümkün kılan da Bahçeli’nin kararlı tutumu ve iktidarın en önemli ikinci siyasi aktörü olması idi.

Eğer büyük bir ilerleme kat eden PKK’nın silahsızlandırılması süreci başarıya ulaşacaksa AK Parti’nin Türkiye’nin en güçlü siyasal aktörü olarak üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekiyor.