Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan üzerinden, Hürriyet başlık atmış:
“AYM kararına uymak zorunlu”...
Ben de anında tepkimi veriyorum:
“Yargıtay kararına uymak zorunlu değil mi?”
Öyle ya..
Anayasa Mahkemesi kararlarına uymak zorunlu ise, Yargıtay kararlarına uymak da zorunlu.. Buyrun çıkın işin içinden..
Cumhuriyet gazetesi daha kısa olarak manşetini atmış: “Uymak zorunlu”.. Devam etmiş, “Katılmayabilirsiniz, ama uymak zorunlu.”
Cumhuriyetçiler İmam Hatiplileri gerici olarak tanımlar, geniş düşünememekle suçlar, basma kalıp tezlerle hayata bakar diye suçlarlar ama..
Ben İmam Hatip mezunu bir hukukçu olarak onlara hatırlatayım.. Hiç eziklik kompleksine girmeden, onların bize suçlamalarını yazıp, karşı tezimi ulaştırayım:
“Yargıtay kararlarına uymak zorunlu. Yargıtay kararına katılmayabilirsiniz. Ama uymak zorunlu.”
Buyrun, “Hayır, Yargıtay kararlarına uymak zorunlu değil” deyin.
Diyebiliyorsanız, buyrun..
Milli Gazete de, “benim de, bir sosyalistin cezaevinden çıkarılmasına, bir İmam Hatipli savcıyı şehid eden teröristlerle hareket eden adamın cezaevinden çıkarılmasına katkım olsun, bu çorbada benim de tuzum olsun” deyip, solakların bakış açısına özenmiş: “Hukuk devletinde kararlara uyulması zorunlu”.
Milli Gazete’deki abilerimize soruyorum, kararlardan kasıt sadece AYM kararları mı? Yargıtay kararları, karar statüsünde değil mi? Onlar boru mu?”
Görüyorsunuz, Millet İttifakı bileşenleri, kökten solcusu da, Saadetlisi de.. Anayasa Mahkemesi kararlarını yargı kararı olarak görüp, açıkça ifade etmeseler de, Yargıtay kararlarını yargı kararından saymamak gibi bir yanlışın içine düşüyorlar..
Doğrusu, Anayasa Mahkemesi kararları da yargı kararıdır.
Yargıtay kararları da yargı kararıdır..
Eğer aralarında çelişki varsa, çözüm yeri de Anayasa olmalıdır, kanunlar olmalıdır..
Maalesef Anayasa’da ve kanunlarda açık hükümler olmadığı için, iki taraf da bir yerden çektikçe, tartışma uzayıp gidiyor..
Ve işin şeklinden biraz kaçıp, içeriğe geçelim..
AYM ile Yargıtay arasındaki ihtilaf ne? Yok yok, hukukçu olmanıza gerek yok..
Roma Hukuku dersinden geçmiş olmanıza, Anayasa hukuku dersi almış olmanıza, ceza hukukunu Sulhi Dönmezer’den okumanıza, Medeni Hukuku Sulhi Tekinay’dan geçmiş olmanıza gerek yok.
Olay çok basit..
Anayasa Mahkemesi, şunu söylüyor: “Milletvekili dokunulmazlığı vardır. Dokunulmazlığın istisnasını düzenleyen Anayasa 14. madde yok hükmündedir.”
Yargıtay diyor ki.. “Milletvekili dokunulmazlığı vardır.”
Bu cümlede AYM ve Yargıtay ittifak ediyorlar..
Ama Yargıtay, AYM’den farklı olarak, şöyle devam ediyor:
“Anayasa 14. maddede, milletvekili dokunulmazlığının istisnalarını düzenlemiştir. İstisna maddesine göre, Can Atalay’ın genel kural gereği var olan dokunulmazlığı, 14. maddedeki istisna sebebi ile uygulanamaz.”
İhtilaf bundan ibaret.
Kamuoyunda şöyle bir algı var: Anayasa Mahkemesi, Can Atalay’a isnat edilen gezi isyanına katılmak ve suçunun sabit olması sebebi ile 18 yıl hapis cezasına çarptırılmasını yanlış buldu..
Hayır, Anayasa Mahkemesi, gezi isyanı ve Can Atalay’ın bu isyanın organizatörü olup olmadığına ilişkin tek kelime etmedi..
“Milletvekili dokunulmazlığı sebebi ile yargılamayı durdurmanız gerekirdi”dedi..
Bu noktada, tam da gezicilere kapak olacak bir başka yüzsüzlük daha ortaya çıkıyor..
İslam’da da, kimseye dokunulmazlık zırhı verilmemiştir..
İnancımız, dokunulmazlıkları reddeder.
Ama batılı hukuk sistemleri ile hayatımıza giren dokunulmazlık zırhı için, sabahtan akşama kadar entel-dantel söylemlerle karşı çıkan soldan çarklı siyasetçiler, şimdi dokunulmazlık zırhından yararlanarak, adamlarını cezaevinden çıkarmaya çalışıyorlar..
Çelişkinin büyüğü burada..
Yöneticilerin kendilerini vatandaşlardan üstün gördükleri için, dokunulmazlık zırhına büründüklerini anlatanlar, yöneticilerin işledikleri suçları örtbas etmek için dokunulmazlık diye bir kavramın icat edildiğini söyleyen soldan çarklılar..
Belki büyük oranda da haklı olan solcular..
Şimdi tam aksi bir söylemle, dokunulmazlık zırhına bürünerek, yargılanmaktan kaçmak istiyorlar..
TEĞMENLER VAKASI
Nihayet Milli Savunma Bakanlığı 10 Kasım törenleri ile ayyuka çıkan Tuzla Piyade Okulu’ndaki darbeci teğmenler soruşturmasında, disiplin soruşturmasını tamamladı.
Maalesef ki maalesef, teğmen arkadaşlarını fişleyen, onlara küfürler eden, iki cümlelerinden birisinde sinkaflı ifadeler olan onlarca teğmenin sözleri, net olarak disiplin soruşturması dosyasına girmiş iken..
Hatta üç teğmenin odasına gelerek, fiili darp olayına karışanların sayısı 100’e yakın iken..
Cuntacı teğmenlerden sadece 4 tanesi atıldı..
Ve hiçbir kusurları olmayan üç teğmene de, cuntacı teğmenlerle aynı ceza verildi..
Teğmen arkadaşlarını, askeriye içinde dövmeye kalkan kemalist geçinen cuntacı teğmenlerin avukatları ise, utanmadan, sıkılmadan “kınama cezası verilmesi gerekirken” diye başlayan cümlelerle, fiziki şiddeti nerede ise savunmaya kalktılar..
“Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yüzyıllardır süregelen tarihsel duruşuna da uygun düşmediği” ifadesini kullanmışlar..
Komutanına küfredenin cezası, değil Türk Silahlı Kuvvetleri’nde, göçebe toplulukların savunma yapılanmalarında bile sadece tard değil, çok daha ağırdır..
Cuntacı teğmenlere bugün boyun eğilmesi, onların sataştıkları teğmenlerin de ihraç edilerek, bir anlamda cuntacılara prim verilmesi, asla kabul edilemez..
Milli Savunma Bakanlığı, dosyayı genişleterek, suça karışan kaç teğmen var ise, hepsini TSK’dan ihraç edilene kadar, bu dosyayı kapatmaması gerekir..
Aksi takdirde, faturasını tüm millet olarak ödemek zorunda kalırız..
Evet; öncesindeki hareketlenmelerinde gerekli cezaları almayan 1960 darbecileri, bu ülkeye büyük faturalar ödettirdiler..
1980 darbecileri hakeza.. 28 Şubatçılar ilk hareketlendiklerinde cezalandırılmadıkları için, hükümeti devirdiler..
15 Temmuz’da ise, darbeciler artık duvara tosladılar ama..
15 Temmuz da, bu ülkeye büyük bir faturadır.. Başarısız kalmaya mahkum da olsalar, 15 Temmuz’un tekrarına dahi, asla fırsat verilmemelidir.