Hakkâri’den çıkan ders…

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun, yurt dışında yaşayan milyonlarca vatandaşlarımızı ve Türkiye’deki yabancılarla temas hâlindeki insanlarımızı kapsayan geniş çaplı, uzun vadeli “Vatandaş Diplomasisi” projesini istediği kadar lanse edip yaşatmaya çalışsın…

Proje çerçevesinde vatandaşlarımız ‘kamu diplomasisi’ aracı olarak diledikleri kadar Türkiye’nin olumlu yönlerini yabancılara anlatmaya uğraşsınlar…

İletişim ve uygulaması doğru yönetilmemiş, küçük sayılabilecek bir tek olay bile tüm bu tür çabaları berhava edebilir…

Hakkâri Belediye Başkanı’nın görevden alınması ve şahsın tutuklanması Batı basınında “Demokrasinin katli” ve “Kürt halkına karşı girişilen operasyon” gibi lanse ediliyor.

“Erdoğan hükûmeti, halkın özgür iradesiyle seçtiği belediye başkanını hapse attı, yerine kendi emrindeki valiyi atadı”; Kandil, PKK ve DEM’in dünyaya yaydıkları algı bu…

Başta CHP Genel Başkanı ve muhalif unsurlar, bu algıyı güçlendirecek, geliştirecek her türden pozisyon almakta gecikmiyorlar: “Demokrasinin ve halk iradesinin yanında, kayyum anlayışının karşısındayız.”

Katıldığımız TV programlarında şu soru hâlâ sorulabiliyorsa, ortada üstesinden gelinememiş bir ‘iletişim sorunu’ var demektir: “Eğer suçlamalar varsa Mehmet Sıddık Akış’ın belediye başkanlığına aday olması neden engellenmedi?”

Yanıtı çok basit; Yüksek Seçim Kurulu, hakkında kesinleşmiş hüküm bulunmadıkça kimsenin adaylığının üstünü çizmiyor. Oysa İçişleri Bakanlığı, hakkında bir A4 sayfası uzunluğunda her türden terör örgütü faaliyetini yürütme ve yönetme suçlaması bulunan bir şahıs hakkında yasalar gereği işlem yapmak zorunda.

Bir başka gerçek var ki; o daha da vahim… PKK ve DEM yasaları bilmiyor mu? Bu süreci yakından izlemelerine rağmen sizce neden en az 27 belediyede benzer profilde kişileri aday gösterip seçtirdiler!? Siyasi iletişimde buna ‘ajitasyon-provokasyon’ deniliyor.

İletişimin gereken dozda yönetilmesi işin bir boyutuysa, diğer boyutu da kıymetli meslektaşımız Okan Müderrisoğlu’nun geçenlerde TV’de önerdiği gibi; yasal düzenleme yapılarak, hakkında ağır suçlamalar bulunan belediye başkanını görevden alıp yerine ait olduğu belediye meclisinin seçeceği yeni başkanın gelmesi ve gerekliyse bu sürecin ta ki engeli olmayan kişinin başkan seçilene kadar sürdürülmesi, bu şekilde şeamet tellallarının yelkeninden rüzgârın alınması olabilirdi…

Yapılması gereken ilk şey, siyasi iletişimin ve sorumluluğun sadece Cumhurbaşkanı’na odaklanmasının engellenmesi ve Kabine’nin ilgili tüm siyasi aktörlerinin teknokratik bilgilerle değil, sağlam siyasi argümanlarla duruma vaziyet etmeleridir. Cumhurbaşkanı’nın yanı sıra siyasilerdeki adanmışlığı ve sahiplenmeyi görenler, İletişim Başkanlığı’nın Vatandaş Diplomasisi projesine daha da candan sarılacaklardır…

Günün sözü

“Nasihatin yolu uzun, örneğin yolu kısa ve etkilidir.”

Seneca

İletişim Aklı

İletişim Aklı, siyasal iletişimde de marka iletişiminde de hedef kitlenin beklentilerinin üzerinde davranış sergilenmesi gerektiğini bilir. Eşitler arasında birinciliğin, hatta liderliğin bu yolla kazanıldığına inanır.

Gözümüze takılanlar…

Turkcell’in Euro 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası için A Millî Futbol Takımı’na destek amacıyla hazırladığı ‘11 Delikanlı’ sloganlı özel marş ve reklam filmi çok hoş. Reklam, coşkuyu, heyecanı, desteği hissettiriyor; kendini izlettiriyor. Ancak müzik seçimine itirazımız var. Reklamda, 2009 yılında Eurovision Şarkı Yarışması’nda Norveç adına yarışarak birinci olan Alexander Rybak’ın “Fairytales” şarkısı kullanılmış. Şarkının iyi, güzel, akılda kalıcı veya taraftarın Euro 2024 heyecanına uygun olması yetmiyor maalesef. Türkiye’nin temsil edileceği ‘millî’ bir olayda başka bir ülkenin millî başarısına vesile olmuş eserin kullanılmasını doğru bulmak kolay değil. Reklam için pekâlâ bizden bir eser seçilebilir ya da besteletilebilirdi. Yani, sosyolojide kullanılan meşhur deyimle “Pis bir gerçek güzelim teoriyi mahvetti” durumuna imza atılmış…

İnomist İletişim Danışmanlığı Ajans Başkanı Sibel Selvi ‘konu yönetimi’ çerçevesinde bir yazı kaleme almış. Başlık şu:“Şirketler Crisitunity çağına nasıl ayak uydurur?” Elimize geçen basın bülteni, bu başlık nedeniyle özellikle dikkatimizi çekti (Şermin Karpuz). Şu ‘crisitunity’ de neymiş diyerek okuduk tabii… İngilizce crisis (kriz) ve opportunity (fırsat) kelimelerinin birleşimiyle uydurulmuş bir kavrammış… Bilinen iddiadır: Krizlerden fırsat doğar… Bu tespitin hayli riskli olduğunu düşünenlerdeniz. Çünkü krizlerde, fırsattan çok hasar doğar… Çıkacaksa da ancak başkasının krizinden çıkar. Krizin ve iletişiminin yönetimi iki ayrı alandır. Doğru yönetim, hasarı azaltır.

Anne-bebek ürünleri markası ebebek, “Gelecek Bebeklerin” demiş ve atıksız bir dünya için 10 ildeki 11 mağazasına Deterjan Dolum İstasyonları yerleştirmiş. Böylece bugüne kadar binlerce deterjan, yumuşatıcı, emzik-biberon temizleyicisi ve leke çıkarıcısı şişesini çöp olmaktan kurtarmışlar (Jülide Çağlı, Brandworks). Eskiden depozitolu içecekler, mahallelerdeki ‘deterjancı’lardan kendi bidonunuzla yapılan alışverişler ne kadar yaygındı. Ne kadar doğruydu! Eski güzel alışkanlıklarımızı yeniden kazandırmaya ve doğayı korumaya hizmet eden benzer kampanyaların yaygınlaşmasını yürekten diliyoruz.