Dışişleri Bakanlığı eski müsteşarlarından Büyükelçi Uğur Ziyal, 9.30 gibi bakanlığa gelir; yarım-bir gibi eve yemeğe gider, 3'e doğru makama geri gelir, hatırladığım 7'yi geçirmeden de bakanlıktan ayrılırdı.
Türk dış politikasının en zorlu dönemlerinde görev yaptı. Ama bu rutini kriz dönemlerinde bile sekteye uğratmadı. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Ben bu örneği vermek istedim çünkü Dışişleri'nin onca yüküne rağmen, Ziyal'in bu zaman yönetimi ile sürdürdüğü müsteşarlığıyla ilgili eleştirel konuşan birine rastlamanız zordur. İşlerin aksadığı, Ziyal'den kaynaklı kötü bir yönetim yapıldığını söyleyen çıkmaz diplomasi camiasından.
Ziyal, her şeyi uhdesine almaz, sorumluluk ve yetki verirdi. Çünkü güvenirdi. Kişilere mi? Kendi ekibine mi? Ziyal'in ekibi diye bir şey yoktu. Kurumuna güvenirdi. Kurumunun birikimine...
Hakan Fidan bugün itibarıyla Dışişleri Bakanı olarak birinci yılını dolduruyor. Bu süre içinde bakanlığı tanımaya çalışmıştır diye düşünmek gerekir. Ancak bu bir yılın sonunda bakanlık kadrolarına güvensizliğinin sürdüğü görülüyor.
İstihbarat kökenli olduğu için güven konusunda çok daha ihtiyatlı olduğu varsayılabilir.
Fethullah Gülen ve örgütünün devletin kılcal damarlarına kadar girmesine kapı açıp, sonra onlar yüzünden uçurumun kıyısına gelmiş olmanın bir karın ağrısı vardır elbette.
Acı çelişki
Dışişleri Bakanlığı kadroları yıllarca Gülencilerin Bakanlığa sızmasına engel olmaya çalışırken, yurt dışı faaliyetleri konusunda da hep şüpheci oldular. Gülencilerin Bakanlığa girmeyi başarmaları, yurt dışında devletin desteğiyle faaliyetlerini sürdürmeleri bu iktidar sayesinde olmuştur. İplerinin bir kısmı yabancıların elinde olan bir örgütün dallanıp budaklanmasında rolü olanların, devletin en hassas bilgilerine haiz diplomatlara bu kadar güvensizlik duymaları acı bir çelişki. Devlete karşı hasmane tavır almış bir örgütle ilgili istihbarat zafiyeti gösterme konusunda sicili bozuk olan Dışişleri Bakanlığı'nın memurları değil, sayın Hakan Fidan'ın da içinde olduğu AKP'liler değil mi?
Aslında ben meselenin "kadroları tanımama" ya da istihbahatçılara has bir güvensizliğin ötesine giden bir durum olduğunu düşünüyorum.
AKP'nin Cumhuriyet kadrolarına duyduğu bir alerji var. "Benden, benim mahallemden, benim ideolojik çizgimden değilsen, senle aynı yolu yürüyemem" şeklinde bir anlayış var.
Fidan, ayağının tozuyla kilit kadrolara MİT'ten getirdiği kendi ekibini yerleştirdi. Yakınlarda aldığı bir kararla, bakan yardımcılarını 5'e çıkarttı; sadece ikisi kariyer büyükelçi.
Mevlüt Çavuşoğlu döneminde, üç bakan yardımcısından biri siyasi atama idi. Yavuz Selim Kıran etkisini arttırıp her şeye karışmaya çalışsa da, Çavuşoğlu kendisinden çok da hoşlanmadığı için, etkisi sınırlı tutuluyordu. Özellikle önemli siyasi sorunlar ve krizler kariyerden gelen diğer iki büyükelçinin sorumluluğundaydı. Şimdi, deneyim, birikim gerektiren Orta Doğu gibi, Çin'le ilişkiler gibi, siyasi konular SETA kökenli Nuh Yılmaz ile Burhanettin Duran'ın sorumluluğunda olacak. Denebilir ki başkanlık sisteminin olduğu ABD'de de Dışişleri'nin tepe noktalarına siyasi atama yapılıyor. Evet ama onlar en azından altlarındaki kadrolara güveniyorlar. Onlara casus muamelesi yapmıyorlar.
DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Cengiz Çandar, geçenlerde Meclis'te yaptığı bir konuşmada Dışişleri Bakanı ve birkaç kişi hariç; tüm Dışişleri mensupları, genel müdürler, daire başkanları, büyükelçiler, konsoloslar ve tüm personelin CHAT-in adlı uygulamayı yüklemekle zorunlu oldularını söyledi.
Çandar, "Bu uygulamaya göre, Bakan ve birkaç kişi hariç tüm Dışişleri mensuplarının bütün yazışmaları, bütün iletişimi, silinen mesajlar da dâhil olmak üzere kontrol altında; yurt dışında çalışanlar da buna dâhil" dedi.
Böyle bir uygulamaya dair benim de duyumlarım vardı. Bakanlık kadroları zaten bir süredir otoriter ülke diplomatlarının profilini andırır bir paranoya içine girmeye başlamıştı.
Çandar'ın söylediği gibi, Dışişleri Bakanlığı, mensuplarına casus muamelesi yapan bir teşkilat haline geliyor. Ancak bu güvensizlik hâli, her şeyi tek elden yürütmeye çalışma çabası sistemin de kilitlenmesine neden oluyor. Birtakım yap boz uygulamalara gidiliyor.
Bir ara, Bakanlık dışından kim bilgi notu isterse, bu notun dairesi tarafından hazırlandıktan sonra bakan makamının onayından geçip öyle talep eden muhataba gönderilmesi kararı alındı.
Sistem tıkanmış!
Tarım Bakanlığı'ndan, Meclis Başkanlığı'na her gün onlarca bilgi notu talebi geliyor. Düşünsenize, Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Togo ya da Arnavutluk heyetiyle görüşmeden önce bilgi notu istiyor. Dairesi zaten alışkın, hemen hazırlar. Ancak bakan makamının onlarca iş arasında rutin bilgi notlarını okumaya vakti olur mu sizce? Sistem tıkanmış haliyle.
Demek ki kurumların oturmuş bazı uygulamalarının ardında mantıklı bazı nedenler de yatarmış.Tekerleği yeniden icat etmeye gerek olmayabilirmiş. Basit bir bilgi notunun bakan makamına çıkmasını istemenin mantıksızlığının hemen farkına varıldı ve uygulamaya son verildi diye anlıyorum.
Her kurum gibi Dışişleri'nin de reforma, günümüz uluslararası politikasının gereklerine ayak uydurmaya ihtiyacı var. Misal, teknoloji çok önemli. Ama insan unsurunun yerini alabilir mi?
Diplomatlar, başka diplomatlarla, gazeteciler, akademisyenler, düşünce kuruluşlarıyla görüşecekler ki kendileri de açık istihbarat toplayabilsinler. Arkasında 30-40 yıllık geçmişi olan büyükelçilerden görüştükleri herkesi üst makama bildirmesini istemek, yıllarca en hassas bilgelere sahip olan kadrolara bu muameleyi yapmak muazzam bir moral bozukluğu yaratmaz mı?
Ama sanırım istenen de bu. Kadrolar bir an önce boşalsın, yerine dünyaya "bizim ideolojik gözlüklerimizle" bakanlar gelsin.
Dünyaya ideolojik gözlüklerle bakmanın son on yıldaki faturası, başta Suriye, çok ağır oldu. Bakan kendi kadrolarına güvense performansı iyileşirdi. Bakanlığın on yıllara dayalı birikiminden en azından bir kontrol mekanizması olarak faydalanılırdı. Ancak anladığım kadarıyla en kıdemliler bile, eleştirmenin bir faydası olmayacağı ayrıca kara listeye alınma korkusuyla bakan ve ekibinin karar alma süreçlerine fazla karışmıyorlar. Kimse inisyatif almıyor, herkes her şeyi bir üst makama, oradan da bakan katına gönderiyor.
Bu tür bir çalışma düzeni ve kendi personeline istenmeyen, güvenilmeyen kişiler olarak bakan bir anlayışla, Türk dış politikasının başarıdan başarıya koştuğunu görmek pek mümkün olmayacak.