27 Mayıs’ın sancılı sayfaları 5... Cumhurbaşkanı seçiminde bütün baskılara rağmen Cemal Gürsel’e 156 protesto oyu

SEÇİMLER yapılmıştı ama TBMM gerçekten açılabilecek miydi? TBMM’nin 25 Ekim 1961 Çarşamba günü açılacağı resmen duyurulmuş olsa da, yeni bir darbe söylentileriyle birlikte sıkıntılı bir hava çökmüştü Ankara’nın üstüne.

İşte bu tarihten tam bir gün önce, 24 Ekim’de Çankaya Köşkü’nde kuvvet komutanları ile TBMM’de grubu bulunan dört siyasi partinin lideri arasında demokrasiye nasıl dönülebileceği konusundaki nihai pazarlık yapılıyordu.

Toplantıya başkanlık eden Orgeneral Cemal Gürsel bu müzakerelerde biraz taraf sayılabilirdi; çünkü pazarlık doğrudan kendisinin cumhurbaşkanlığı adaylığını da konu alıyordu...

Zirvenin açılışında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay, askerlerin taleplerini bir metinden okumuş ve ardından tartışmalar başlamıştı. Ordu’nun taleplerden biri, liderlerin Demokrat Partililere af çıkartılmayacağı konusunda bağlayıcı bir taahhüt vermeleriydi.

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) lideri Osman Bölükbaşı, bu beklentiye karşı çıkmıştır. Oğlu Deniz Bölükbaşı’nın kaleme aldığı “Türk Siyasetinde Anadolu Fırtınası/Osman Bölükbaşı” adlı kitapta aktarıldığına göre, CKMP lideri anılarında bu konuyu şöyle anlatmıştır:

“Af müessesesinin ortadan kaldırılması niteliğinde ve geleceğe dönük bir taahhütte bulunmanın milli hakimiyet ve hukuk ilkelerine ve Anayasa esaslarına aykırı olduğunu bizzat toplantıda dile getirdim.”

Buna karşılık, “Eminsular meselesi”ne daha kolay çözüm bulunmuştur. Bununla, 27 Mayıs darbesinden sonra Ordu’dan tasfiye edilen general ve subayların kurduğu ‘Emekli İnkilap Subay Derneği’ (EMİNSU) mensuplarının durumu kastediliyordu.

Bölükbaşı’ya göre, bunun nedeni, her ikisi de emekli orgeneral olan hem CHP lideri İsmet İnönü hem de AP lideri Ragıp Gümüşpala’nın komutanların önünde ihraç edilen subayların dönmelerinin “sakıncalarını ve imkânsızlığını” arka arkaya dile getirmiş olmalarıdır.

Burada dikkat çekici nokta, Gümüşpala’nın tasfiye edilmiş bir asker olarak kendisiyle aynı kaderi paylaşmış olan generallerin, subayların TSK’ya dönüşlerinin önünü kapatan bir güvenceyi vermek durumunda kalmasıdır.

Bölükbaşı’nın anlattığına bakılırsa, Çankaya Zirvesi’nde bir protokolün imzası önceden düşünülmüş değildi. “Orada vaki istek üzerine liderlerin evvelce mutabık kaldıkları hususlar hiçbir değişiklik yapılmadan bir vesikaya raptedildi ve protokol 24 Ekim 1961’de imzalandı” diye anlatıyor.

Taahhütnameye yalnızca liderler imza atmıştır.

4’lü Taahhütname

ASKERLERE GÜVENCE: ‘YASSIADA HÜKÜMLÜLERİ İÇİN AF TEMAYÜLÜMÜZ YOK...’

Şimdi bu metne bakalım. Bölükbaşı’nın kitabında, söz konusu protokolün Gümüşpala, İnönü, Bölükbaşı ve Alican tarafından imzalanmış orijinal metni de yayımlanmıştır. Bu belgenin ilginç bir yönü, üzerinde kalemle bir düzeltmenin de yapılmış olmasıdır. Daktilo ile yazılan metinde “Yassıada hükümleri” ifadesi, sonradan kalemle “lü” hecesinin eklenmesiyle “Yassıada hükümlüleri” haline getirilmiştir.

Belgenin birinci maddesinde “Af müessesesinin ortadan kaldırılması mahiyetinde istikbale matuf bir taahhütte bulunmak, milli hakimiyet ve hukuk prensiplerine ve Anayasa esaslarına aykırıdır” deniliyor.

Böylelikle askerlerin af çıkartılmayacağı yolunda istedikleri güvencenin “TBMM’nin yetkisine müdahale” olacağı gerekçesiyle verilemeyeceği belirtilmiş oluyor.

Ancak hemen ardından şu ifade geliyordu: “Bununla beraber siyasi mülahazalarla yersiz ve zamansız olarak af müessesesinin kullanılmasına da aleyhtarız. Yassıada hükümlüleri hakkında şimdilik bir af kanunu çıkarılması yolunda partilerce alınmış herhangi bir karar olmadığı gibi partilerde böyle bir temayül de mevcut değildir.”

Böylelikle, TBMM’nin af yetkisi saklı tutulmakla birlikte, kısa dönemde bu yola gidilmeyeceği hususunda askerler rahatlatılmış oluyordu. Bir anlamda af konusu zamana bırakılıyordu. Yeni seçilenler, en başta önceki Cumhurbaşkanı Celal Bayar olmak üzere Yassıada mahkemesinde mahkûm edilen DP’lilerin daha uzun bir zaman cezaevinde kalmalarını kabul etmiş oluyorlardı.

DP’lilerin afla serbest kalmaları ancak beş yıl sonra 1966 yılında mümkün olacak, Celal Bayar ise daha önce sağlık nedenleriyle 1964 yılında Kayseri Cezaevi’nden serbest bırakılacaktı.

ASKERLERİN ‘MADDİ HUZURLARI’ DA PROTOKOLDE

Şimdi protokolün ikinci maddesine gelelim. “Ordu mensuplarının maddi ve manevi huzur içinde vazife görmeleri başlıca emelimizdir. Onlarla alakalı her mevzuu bu çerçevede mütalaa etmekteyiz. Bu meyanda ordu mensuplarına tanınmış herhangi biri hakkı geri almayı da asla düşünmüyoruz” deniliyor bu maddede.

Böylelikle, askerlere 27 Mayıs darbesinden sonra sağlanmış olan imkânlarda bir kayıp olmayacağı güvence altına alınıyordu. Bu, aynı zamanda Milli Birlik Komitesi üyelerinin ömür boyu tabii senatör olarak görev yapmaları düzenlemesinin değiştirilmeyeceği güvencesini de içeriyordu.

Aynı bölümde, “42 numaralı kanunun değiştirilmesinin düşünülmediği” de belirtiliyordu. 42 numaralı kanun, 2 Ağustos 1960 tarihinde yayımlanan ve ordudaki büyük tasfiyeyi öngören yasal düzenlemeydi. Bu ifade “Ordu’dan atılanlar geri alınmayacaktır” taahhüdünü içeriyordu.

Ve kritik üçüncü madde... “Partiler Cumhurbaşkanlığı için namzet göstermeyeceklerdir” deniliyordu üçüncü maddede ve arkasından şu cümle geliyordu: “Gürsel’e rey verilmesi için liderler elden gelen gayreti gruplarında sarf edeceklerdir.”

Özellikle Gümüşpala, kendi parti tabanının önemli bir kesiminin desteklediği Prof. Ali Fuad Başgil’i aday göstermeme ve aynı zamanda grubunu Cemal Gürsel’i desteklemeleri için ikna etme taahhüdü altına giriyordu.

İNÖNÜ: PARTİLER 27 MAYIS’A KARŞI ÇIKMAYACAKLAR

Düzenli günlük tutan Yeni Türkiye Partisi (YTP) lideri Ekrem Alican, 24 Ekim 1961 tarihli günlüğünde, zirvede üzerinde mutabakata varılan protokolün altı nüsha daktilo ile yazdırıldığını belirtip, “Dört parti birer nüsha, bir nüsha Genelkurmay Başkanı, bir nüsha da Devlet Reisi aldılar” diye not düşmüş.

Peki Çankaya Zirvesi’ni İsmet İnönü kendi günlüklerine nasıl aktarmıştır? İnönü, hatıratını yazarken genellikle fazla ayrıntıya girmeden sadece o gün içinde olan bitenleri kısa başlıklar halinde not düşmekle, özetlemekle yetiniyordu. 24 Ekim 1961 tarihli güncesinde, Cemal Gürsel’in siyasal parti liderleri ve kuvvet komutanlarıyla Çankaya’da bir toplantı düzenlediğini belirterek, şöyle yazmış:

“Siyasi parti liderleri kuvvet komutanlarının önünde Çankaya Protokolü olarak anılan bir bildiriye imza koydular. Buna göre, siyasi partiler 27 Mayıs’a karşı çıkmayacak, anayasaya aykırı bir tutum içine girmeyecek, Yassıada’da çeşitli cezalara çarptırılan kişilerin affı ile Eminsuların orduya geri dönmesini söz konusu etmeyeceklerdi ve Cemal Gürsel’i de Cumhurbaşkanı seçeceklerdi.”

Bu sırada bir gün önce akşam saatlerinde cumhurbaşkanlığı adaylığını koymak amacıyla İstanbul’dan trenle yola çıkan Prof. Ali Fuad Başgil Ankara’ya ya ayak basmıştı ya da basmak üzereydi. Ve siyasilerle komutanlar arasında yürütülen ve kendisini de çok yakından ilgilendiren bu müzakerelerden, imzalanan taahhütnameden habersizdi.

Çankaya Zirvesi’nde imzaların atılmasından sonra aynı gün öğleden sonra AP, CKMP, YTP ve CHP’den 120 parlamenter Ali Fuad Başgil’in cumhurbaşkanlığına adaylığını destekleyen bildiriye imza atmıştır. Ancak hemen ardından Başgil, Başbakanlık’a çağrılarak Milli Birlik Komitesi üyeleri Tümgeneral Sıtkı Ulay ve Orgeneral Fahri Özdilek tarafından “Adaylığını çekmezsen hayatını garanti edemeyiz” tehdidi ile korkutulup İstanbul’a dönmeye zorlanmıştır.

TBMM GENEL KURULU’NDA AP’Lİ PARLAMENTERLERE KÜFREDEN ALBAY 

Başgil, 25 Ekim sabahı Ankara’yı terk etmiş, aynı gün öğleden sonra Meclis açılmıştır. Bir gün sonra da 26 Ekim Perşembe günü TBMM, Millet Meclisi ve Senato’nun ortak birleşimiyle toplanmıştır.

Ertesi günü Hürriyet’te çıkan haberde Gürsel’in adaylığının CHP Diyarbakır Milletvekili Hilmi Gündoğan tarafından verildiği anlatılıyor. Haberde Gündoğan’ın önergesinin alkışlarla karşılandığı belirtiliyor ve “Bilhassa CHP sıralarından alkış sesleri kuvvetle yükseliyordu” deniliyor.

Ancak Adalet Partisi grubunda aynı coşku havası görülmemektedir. Aksine büyük bir rahatsızlık söz konusudur. Birçok AP’li milletvekili ve senatör iradelerine ipotek konulmuş olmasından dolayı rahatsızdır. Önemli bir bölümünün eli Gürsel’e oy vermeye gitmeyecektir. Eğilim protesto oyu kullanma şeklinde belirmeye başlar.

AP grubundaki protesto hareketinin başını çekenlerden biri Ankara’ya gelişinde Başgil’e eşlik etmiş olan kendisinin öğrencisi ve İstanbul Milletvekili Ferruh Bozbeyli’dir. Daha sonra TBMM Başkanı da seçilen Bozbeyli, TBMM Genel Kurul Salonu’nda oturdukları sırada yukarıdaki localara baktığında “Manevra kıyafetli subaylar ve yanlarında hanımlarını” görür.

İçerdeki bu ortamı “Dehşet verici” diye niteleyen Ferruh Bozbeyli, yıllar sonra Mehmet Ali Birand, Can Dündar ve Prof. Bülent Çaplı’nın hazırladıkları “12 Mart/İhtilalin Pençesinde Demokrasi” belgeseline bu sırada yaşadıkları bir olayı şöyle aktarmıştır:

“O sırada birinin aklına şöyle bir şey geldi: Boş kâğıt atalım... Gidelim oraya hiçbir şey yazmadan boş kağıt atalım. Hiç değilse ilerde ‘Şu kadar da geçersiz oy çıktı’ derler. Bu fikir birdenbire rağbet buldu.”

Tam bu sırada hiç hesapta olmayan bir müdahale meydana gelir. Çünkü locadan onları dinleyen birilerinin olduğu anlaşılır. Bozbeyli, şöyle anlatıyor:

“İşte tam biz yüksek sesle bunu konuşurken, başkana göre sol locada, Cumhurbaşkanı locası tarafından bir albay yarı beline kadar aşağı eğildi ve hepimize küfretti, ‘eşşekoğlu eşşekler’ diye bağırdı. O zaman Mehmet Ali Aytaç diye bir İzmir milletvekili vardı. O da albaylıktan emekliydi. O da aşağıdan yukarıya onun söylediklerinin hepsini ‘Ulan ... senin...’ diye tekrarladı. Bir karışıklık oldu bizim grubun içinde.”

ULAY: ‘SİVİL GİYSİMİZE BAKMA, DAHA TABANCALARIMIZI BIRAKMADIK’

Biraz sonra yapılan oylamada Cemal Gürsel toplam 434 oy alarak gerekli üçte iki çoğunluk eşiğini geçip cumhurbaşkanı seçilir. Tasnife göre 156 oy boş çıkmıştır.

Bu arada, Dördüncü Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel biraz sonra salona girdiğinde, ayağa kalkmayan AP Senatörü Yusuf Demirağ da bu durumu gören yeni tabii senatör Sıtkı Ulay tarafından uyarılacaktır. Ulay, artık sivil elbise giymektedir.

Ulay, uyarısını yaparken senatörü “Sivil giyindik diye ihtilal bitti zannediyorsun, daha tabancalarımızı bırakmadık” diye tehdit edecektir. “KİM” dergisinin 3 Kasım 1961 tarihli nüshasındaki habere göre, emekli general olan senatör bunun üzerine fırlayıp esas duruşa geçmiştir.

Cemal Gürsel sonuçta çekişmeli olmayan tek adaylı bir seçimle Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Sandıktan çıkan 156 boş oy ise yeni Meclis’te demokratik bir refleksi göstermesi anlamında Türkiye’nin demokrasi tarihinin özel bir sayfasında yerini almıştır.

NOT: Cumhurbaşkanı seçimi yapıldığı sırada AP’nin TBMM’de 158 milletvekili ve 70 senatörü bulunmaktaydı.

YARIN Nihai değerlendirme...