Darbeci Orgeneralden Cumhurbaşkanı adayına: ‘Seçimden çıkacak sonuç bu mu olmalıydı’

SAMSUN AP Senatörü ve cumhurbaşkanı adayı Prof. Ali Fuad Başgil, 1961 yılının 24 Ekim Salı günü kendisini çağıran Milli Birlik Komitesi’nin (MBK) iki önemli üyesi ile görüşmek üzere geldiği Başbakanlık’ın merdivenlerinden çıkarken çevresini sarıp adaylığı konusunda şüpheci sorular yönelten gazetecilere Tevfik Fikret’in ünlü “Millet Şarkısı” şiirinden dizeler okuyarak karşılık vermişti.

O sırada Başbakanlık’ın önünde bekleyen gazetecilerden biri olan Mete Akyol’un yıllar sonra Mehmet Ali Birand’ın “12 Mart” belgeseline anlattığına bakılırsa, basın kendisinin adaylıktan vazgeçirileceğinden emin görünüyordu. Akyol, bizzat kendisinin, Prof. Başgil’e bunu söylediğinde, hocanın şu dizeleri okuduğunu aktarıyor:

Zulmün topu var, güllesi varsa/Hakkın da bükülmez kolu, dönülmez yolu var...

Mete Akyol

ORGENERAL ÖZDİLEK: ‘SEÇİMDEN ÇIKACAK NETİCE BU MU OLMALIYDI’

Görüşme başladığında Tümgeneral Sıtkı Ulay, cumhurbaşkanlığı seçiminde Cemal Gürsel dışında başka bir adaya izin verilmeyeceğini söyledi. Prof. Başgil de bunun üzerine “15 Ekim’de milletvekilleri seçilmiş, milli irade tecelli etmiştir. Müsaade ediniz milletin vekilleri yarın toplansın, Meclis açılsın. Herkes elini vicdanına koyarak serbestçe reyini kullansın. Ekseriyeti kim kazanırsa makama o geçsin...” dedi ve ardından ekledi:

“Memleket için hayır bundadır. Ben çok ümit ederim ki yine Gürsel Paşa kazanacaktır. Fakat bu şerefli bir kazanç olacak ve efkâr tatmin edilecektir. Serbest bir seçimle mevki kazanmanın şerefi büyüktür. Zorlanan seçim seçim değildir. Demokrasinin gösterdiği tek yol budur.”

Prof. Ali Fuad Başgil

Prof. Başgil meseleyi bir ‘şeref meselesi’ olarak takdim ettikten sonra sözü ‘padişahlık’ konusuna getirdi:

“Padişahlıkla cumhuriyet arasındaki fark da buradadır. Padişahlıkta makamın sahibi önceden bellidir ve bu ‘Veliahdi saltanat’tır. Cumhuriyette ise makamın layıkını yalnız halkın veya halk temsilcilerinin serbest reyleri tayin eder.”

Gelgelelim, Başgil’in bu kuvvetli tezleri görüşmeyi bir yere götürmüyordu. MBK üyesi Orgeneral Fahri Özdelik, Prof. Başgil’i dinledikten sonra şöyle dedi:

“Biz de demokrasi dedik durduk ve seçimlere öyle girdik. Seçimlerden çıkan netice bu mu olmalıydı?”

Prof. Başgil bu diyalogları aktardığı “Hatıralar” isimli anı kitabında görüşmenin bu kısmına bir dipnot düşmeyi ihmal etmemiştir. Başgil, (35) no’lu dipnotta şöyle diyor:

“Bu teessüf ifade eden sözlerden anlaşılıyordu ki Sayın Fahri Özdilek, Halk Partisi’nin seçimlerde büyük bir ekseriyet kazanmasını bekliyordu. Halk efkârından ve memleket realitelerinden habersizlik bu kadar olur.”

‘ÇEKİLMEZSENİZ ASKERİ İDARE DEVAM EDER’

Özdilek’in bu sözleri üzerine Prof. Başgil, yeni anayasa ile birlikte getirilen seçim sistemindeki nisbi temsil yönteminde oyların bölünmesinin kaçınılmaz olduğunu söyledi, “Bunda anormal bir şey görmüyorum” diye ekledi.

Sıtkı Ulay, Prof. Başgil’in adaylıkta ısrarı üzerine görüşmenin bu noktasında, (dünkü yazımızda konu ettiğimiz) çekilmezse ‘hayatını garanti edemeyecekleri’ yolundaki tehdidi iletti.

Prof. Başgil, hatıratında Tümgeneral Ulay’ın ifadelerini şöyle aktarıyor:

“Müşkül bir durumdayız. Son günlerde bizim hükümet olarak kuvvetimiz yoktur. Orduda yeni bir cunta kurulmuştur. Bize bu cunta dikte etmekte, talimat vermektedir. Biz bugün devlet radyosuna bile hâkim değiliz. Adaylığınızı geri almanız konusunda bize talimat veren de bu cuntadır. Biz size cuntadan aldığımız talimatı tebliğ ediyoruz. Kabul edip etmemek size aittir. Fakat kabul etmediğiniz takdirde sizin hayatınızı garanti edemeyiz. Bunu açık söyleyeyim.”

Sıtkı Ulay, Prof. Başgil’i korkuturken bir adım daha ileri gitti ve şöyle devam etti:

“Netice yalnız bundan da ibaret kalmayacaktır. Meclis açılmadan dağıtılacak, seçimler iptal edilecek, partiler kapatılacak ve askeri idare devam ettirilecektir. Siz bir hukuk profesörü olarak memleketin böyle bir akıbete düşmesine elbette razı olmazsınız.”

Prof. Başgil, aynı zamanda çekilmezse ikinci bir darbeye davetiye çıkarmak gibi bir suçlamaya da hedef oluyordu.

Prof. Başgil, hatıratında Ulay’ın bu sözleri ‘soğukkanlılıkla söylediğini’ anlatıyor; “Bende yaptığı tesiri dikkatle müşahadesi altında bulunduruyordu” diye ekliyor.

‘BEN İMZASINI YALAYAN NAMERTLERDEN DEĞİLİM’

Peki ne etki yaptı bu tehdit Prof. Başgil üzerinde?

Anayasa Hocası, o anki ruh halini şöyle anlatıyor:

“Tehdit okları hedefine varmış, benim moralim altüst olmuştu. Ben tehdit ve terör altında iş görecek ve muvaffakiyet arayacaklardan değildim. Sulh adamı, hak ve vazife âşığı medeni bir insandım. Tekme ve tabanca ile iktidara gelmek benim işim değildi. Bu bakımdan Paşa, karşısında tam adamını bulmuştu. Tehditler korkunçtu; gerçi ömrümün çok senelerini geride bırakmıştım, önde kalan üç beş senenin nazarımda hiç kıymeti yoktu. Fakat Meclis dağıtılacak, seçimler iptal edilecek, partiler kapatılacak, askeri idare devam edecekti. Ve bütün bu felaketler benim yüzümden kopacaktı. Allah bana bunu göstermesindi. Memleketini seven bir insan sıfatıyla elbette buna razı olamazdım.”

Prof. Başgil, o an çekilmeye karar verdi.

Özdilek ve Ulay’a kararını şöyle açıkladı:

“Ben adaylığımı kendi kendime koymuş değilim. Halkın arzusu ve milletvekillerinin talebi üzerine koydum. Buna söz verdim, hatta yazılı bir beyanname imza ettim. Ben verdiği sözden dönen ve imzasını yalayan namertlerden değilim. Adaylığımı geri almama imkân yoktur. Fakat benim yüzümden memleketimin söylediğiniz akıbetlere sürüklenmesine de gönlüm razı olmaz. Bu vaziyet karşısında bana düşen bir iş kalmıştır. O da yarın alessabah (sabahleyin) senatörlükten de istifa ederek evime dönmektir.”

Ulay “Bunu da yapamayacaksınız. Çünkü bunun da sonuçları olur” diye uyarmaya kalkınca, “İstifa etmek benim hakkımdır. Kimseden müsaade almaya ihtiyacım yoktur” diye yanıtladı Prof. Başgil.

BAŞGİL GÖRÜŞMEDEN ‘PSİKOLOJİK ÇÖKÜNTÜ’ İÇİNDE ÇIKTI

Prof. Başgil görüşmenin ardından içeride kendisine eşlik eden AP Milletvekili Tahsin Demiray ve özel kalemde bekleyen diğer AP milletvekilleriyle birlikte saat 21.35 sularında Başbakanlık’tan ayrıldı. Görüşme bir buçuk saat kadar sürmüştü. Başbakanlık’tan içeri girerken gazetecilere Tevfik Fikret’in dizelerini okuyan Prof. Başgil’in binadan ayrılırken çok farklı bir ruh hali içinde olduğu görüldü.

Kendisini Başbakanlık’ta özel kalemde bekleyenlerden biri, o dönemde Ordu AP Milletvekili ydu. Mehmet Ali Birand’ın “12 Mart” belgeselinde, Başgil’in MBK üyelerinin yanından ayrılışını şöyle anlatıyor Pehlivanoğlu:

“Kapı açıldı. Hoca yalnız başına çıktı. Çok bitkin vaziyetteydi. Kendisinde bir psikolojik çöküntü müşahade ettik. Bunun içindir ki biz iki koluna girdik. Arkamızda diğer milletvekilleri olduğu halde çıktığımız Başbakanlık merdivenlerinden tekrar aşağı indik.”

Şadi Pehlivanoğlu

Prof. Hikmet Özdemir“Atatürk’ten Günümüze Cumhurbaşkanı Seçimleri” başlıklı 2008 tarihli kitabında, Akis dergisinin 30 Ekim 1961 tarihli nüshasında, Başgil’in Başbakanlık’tan çıkış anlarının şöyle anlatıldığını dikkatimize getiriyor:

“Bu sırada Başbakanlığın kapısında bir adam göründü. Yüzü kıpkırmızıydı. Flaşlar patladıkça daha da kızarıyordu. Gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Elleri titriyordu. Alt dudağı sarkmıştı. Etrafındakiler olmasa düşecekti.”

HÜRRİYET HABERİ NASIL VERDİ?

Hürriyet, Prof. Başgil’in Başbakanlık’a çağrılmasını ertesi gün, 25 Ekim 1961 tarihli nüshasının birinci sayfasında “Başgil adaylıktan vazgeçmiyor” başlığıyla ikinci büyük haber olarak duyurmuş.

Hürriyet’in haberinin alt başlığında “Gece Başbakanlık’a çağrılan anayasa profesörüne iyice düşünmesi için mehil verildi” diye yazıyor.

İç sayfadaki haberde Prof. Başgil’in Başbakanlık’a girişte merdivenlerde gazetecilere “Adaylığımı koydum. Geri çekmeyi asla düşünmüyorum. Millet yolunda azimetten dönmeyeceğim” dediği, buna karşılık görüşmeden ayrılırken gazetecilerin adaylığı konusunda ısrar edip etmediğine ilişkin sorularını cevapsız bıraktığı kaydediliyor.

Hürriyet’in haberinde şöyle deniliyor:

“Özdilek ve Ulay’ın, Başgil’e cumhurbaşkanı adaylığı konusunda ısrar etmemesini rica ettikleri tahmin edilmektedir. Bu konuda yaşlı senatöre yarın öğleye kadar mehil verildiği de belirtilmektedir.”

O tarihte Prof. Başgil’in 68 yaşında olduğunu hatırlatalım. Gazete bu durumu kendisini “yaşlı senatör” olarak nitelemek için yeterli bulmuştur.

‘MENDERES DE TEHDİDE KULAK ASMAMASININ KURBANI OLMADI MI’

Prof. Başgil, sonrasında arkadaşlarıyla yaptığı değerlendirmede “Tehditler birer blöf olabileceği gibi ciddi de olabilirdi. Ciddi olduğu takdirde önümde tamiri ve telafisi imkânsız bir tehlike ve riziko vardı. 27 Mayıs ihtilalcileri kararlı idiler” diye konuşuyor.

Hatıratında bu görüşmede geldiği yol ayrımını şöyle anlatıyor Prof. Başgil: 

“Yakın tarihimizin cezasız kalan cinayetleri gözümün önüne serildi. Menderes merhum da kendisine duyurulan tehdit ve tehlikelere kulak asmamasının kurbanı olmamış mıydı?”

Başbakan Adnan Menderes, Başbakanlık’ta bu konuşmaların cereyan etmesinden tam 37 gün önce, 17 Eylül 1961 tarihinde İmralı’da idam edilmişti. Bundan bir gün önce de Demokrat Parti’nin Dışişleri ve Maliye Bakanları Fatin Rüştü Zorlu ile Hasan Polatkan asılmışlardı.

Kendisine yapılan tehdit ile Menderes’in darağacına gönderilmesini birlikte değerlendirdiğine bakılırsa, evet, darbecilerin Prof. Başgil’i korkutmayı başardıklarına hükmedebiliriz.

HATIRATINA BAKILIRSA ULAY KENDİ İNİSİYATİFİYLE HAREKET ETTİ

Peki Sıtkı Ulay’ın bu tehdidi kendisini vazgeçirmeye dönük bir blöf müydü, yoksa Tümgeneral gerçekten ciddi miydi?

Şimdi bu soruya Sıtkı Ulay cephesinden bakalım.

Sıtkı Ulay“Harbiye Silah Başına” başlığını taşıyan ve bu konuşmadan tam yedi yıl sonra, 1968 yılında yayımlanan hatıratında bu olaya geniş bir şekilde değiniyor.

Ulay, kitabında önce “İhtilalden demokrasiye geçişte tehlikeler yaratacak olayların ortaya çıkmasını istemediklerini” anlatıyor. Ardından Başgil’in adaylığını haber aldıklarında İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’na haber göndererek, o sırada İsviçre’de bulunan profesöre “Beyhude yere fazla masrafa girmemesi için bazı mektuplar yazılmasını istediğini” yazıyor.

 

Yani, önce seçilmiş senatörün yurtdışından ülkesine gelişini önlemek istemiştir.

“Biz herhalde profesör durumu anlar ve gelmez derken, kendileri İstanbul’a çıkageldi” diye devam ediyor Sıtkı Ulay.

Ulay, bu noktada, görüşmede profesörü tehdit etme şeklindeki hareket tarzını savunmak için bir gerekçe getiriyor.

Gerekçesinde, komutanlığını yaptığı Harp Okulu’ndaki Emir Subayı BinbaşıSedat Göktürk’ün aldığı bazı haberlerden söz ediyor. Binbaşı Göktürk’ün aldığı istihbarata göre, Prof. Başgil cumhurbaşkanı seçilirse top atılmayacak ve kendisi bir cipe bindirilip Ankara’dan uzaklaştırılacaktır.

Anlattığına bakılırsa, hareket tarzının tek dayanağı emir subayının getirdiği bu istihbarattır. Ardından “Biz de idarenin dizginlerini ancak pamuk ipliği ile tutuyorduk” diyerek orduya söz geçirmekte zorlandıklarını anlatıyor.

Bu anlatımı geçerli kabul edilirse Tümgeneral Ulay, kimseye sormadan ve danışmadan emir subayını Prof. Başgil’in kaldığı Kızılay’daki otele göndererek cumhurbaşkanı adayını Başbakanlık’a davet etmiştir. Tümüyle kendi şahsi inisiyatifi olarak açıklıyor bu müdahaleyi.

Bu sırada Devlet Bakanı olarak da görev yapan Sıtkı Ulay, bu daveti ilettikten sonra da Başbakan Yardımcısı Orgeneral Fahri Özdilek’in makamına giderek durumu kendisine anlatıp onu da konuşmaya davet etmiştir. Aktarımlarda da görüşmede asker kanadın ana aktörü Özdilek’ten çok Ulay olarak beliriyor.

‘ATATÜRK İNKILAPLARINA ZIT BİR KİŞİYDİ’

 Sıtkı Ulay, hatıratında Prof. Başgil ile görüşmesinin akışını şöyle anlatıyor:

“Sayın Profesöre durumu bütün çıplaklığı ile anlattım. Ben anlatmaya devam ettikçe, profesörün kızarmış olan rengi gitgide sararmaya başladı. Bu durum karşısında beyhude yere zahmet edip de cumhurbaşkanlığına adaylığını koymamasını ve koydurmamalarını, zaten dizginlerin elimizden çıkmak üzere olduğunu, farzımahal kendileri seçilirse belki benim de şahsen dağa çıkmak zorunda kalacağımı sıralayarak konuşmamı bitirdim. Profesör ayrılırken durumu inceleyip gece bir karar vereceğini bildirdi.”

Tümgeneral Ulay, ertesi sabah “Erkanı Harbiye Reisi” yani Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay’a giderek olan bitenleri “bilgisi için”kendisine anlattığını ekliyor.

“Sonra postahaneden Sayın Başgil’in Ankara’dan gönderdiği ayrılış haberi ile istifa telini öğrendik ve mesele kapandı” diye yazıyor.

Sıtkı Ulay, yıllar sonra “Giderayak” isimli ikinci bir hatırat daha yazmıştır. Bu hatıratı da kendisinin 1997 yılında ölümünden bir yıl önce, 1996’da yayımlanmıştır. Prof. Başgil’le görüşmesi hakkında buradaki anlatımı da büyük ölçüde ilk kitabındaki aktarımla örtüşmektedir. Yaptığı müdahaleyi yine kendi inisiyatifi şeklinde aktarmakta, ancak bu kez Başgil’“Atatürk inkılaplarına zıt bir kişi” olarak nitelendirmektedir.

“Bazı kişiler bu durumdaki bir kişinin seçilmesini bir vesile gibi kullanabilirlerdi” diye yazıyor. Böylelikle, laiklik ve dil devrimi gibi konularda yerleşik Kemalist bakışı sorgulayan görüşleri olan hocanın bu kimliğinin müdahale etmek isteyenlerin eline koz vereceğini söylemiş oluyor Sıtkı Ulay.

‘SENİ CİPE KOYUP GÖTÜRECEKLER, BELKİ MEZARIN HAZIRDIR…’

Tam ne olduğunu anlamak için başvuracağımız bir kaynak da Mehmet Ali Birand’ın hazırladığı “12 Mart/İhtilalin Pençesinde Demokrasi” belgeselidir. Birand’ın Can Dündar ve Prof. Bülent Çaplı ile birlikte hazırladığı ve 1994 yılında gösterilen bu belgesel aynı yıl kitap olarak da yayımlanmıştır.

Sıtkı Ulay, bu kaynakta Prof. Başgil ile 24 Ekim 1961 görüşmesini şöyle anlatıyor:

“Hoca, reisicumhur olacağını zannediyordu. İstiklal Harbi’nde komutanlık yaptığından, hizmetlerinden filan bahsederken ben dedim ki, ‘Hoca kes şunu şimdi. Burada ben sana açıkça söyleyeyim: Sen cumhurbaşkanı olursan ne top atılır, ne bir şey. Senin cipin hazır, koyacaklar seni bir cipe yukarıda bir yere götürecekler. Orada akıbetin meçhul. Belki Etlik’te mezarını bile hazırlamışlardır senin’ dedim. ‘Siz o zaman ne yaparsınız?’ dedi. ‘Bizim elimizden iktidar gitti’ dedik. ‘Yeni bir Silahlı Kuvvetler Birliği kuruldu. Onlar mutlaka kendilerinden Cemal Gürsel’in cumhurbaşkanı namzedi olmasını istiyorlar. Ama sen bilirsin. İstiyorsan kal, bunu dene...’ dedik. Hoca, yüzü kıpkırmızı gelmişti. Sapsarı kesildi adamcağız.”

Görüleceği gibi Sıtkı Ulay, açıkça ölümle tehdit ettiği profesörün o an yaşadığı korkunun ruh haline, yüzüne yansımasını anlatırken, muhatabının içine düştüğü durumdan üzüntü duyduğunu çağrıştıran bir ifadeyle kendisinden “adamcağız...” diye söz edebilmektedir.

Peki Prof. Başgil, bu tehdit karşısında ertesi sabah Ankara’dan İstanbul’a nasıl döndü?

YARIN: Prof. Başgil’e Meclis kapısında linç ettirileceğini kim söyledi? AP Lideri Gümüşpala, Başgil’e “Türkiye’ye gelme” diye haber yollamış mıydı?