Uluslararası Adalet Divanı İsrail’in Gazze’nin Refah kentindeki operasyonlarını derhal durdurmasını istedi. Mahkeme İsrail’in siviller için aldığını iddia ettiği önlemlerin Filistinliler açısından bir anlam ifade etmediğini açıkladı.
Bu karar İsrail için bir anlam ifade eder mi tartışılır. Uluslararası Adalet Divanı (UAD) salonunda Güney Afrika’nın İsrail aleyhine açtığı ilk davada İsrail’in sıraları onlarca avukat ile doluydu. Dün bu karar açıklanırken sadece üç kişi vardı.
Karşıda Güney Afrika’nın başını çektiği İsrail karşıtı iddia makamının sıralarında ise ilk günkü gibi neredeyse boş yer yoktu.
İsrail sureta bile olsa hukuk mücadelesini ne kadar ciddiye alıp almadığını bu şekilde tekrar göstermiş oldu. Hukuk İsrail’in işine yaradığında muteber. Ama yaramıyorsa o hukuk kurumuna yaptırım uygulanmasının tartışması yapılıyor.
UAD’nın dünkü kararı tek başına büyük anlam ifade etmeyebilir. Ama 7 Ekim’den bu yana İsrail’in hukuk tanımazlık ve seri katil özgüveni ile yürüttüğü katliam stratejisi İsrail’i aşacak şekilde Yahudi milletine dair dokunulmazlık mitini gün be gün yerle yeksan ediyor.
Hemen Netanyahu hükümetinin yaptıklarından bütün Yahudi milleti sorumlu tutulabilir mi eleştirisi gelebilir. Tarih, toplumsal kırılmalar, kurulan ve yıkılan mitler genel algılar üzerinden şekilleniyor.
2. Dünya Savaşı’nda Hitler ve çevresindekilerin planlayıp uyguladıkları Holokost’a katılmayan, emirleri uygulamamak için kaçan Almanlar elbette oldu. Ama anlı şanlı filozoflardan sıradan askerlere, silah fabrikalarında çalışan kadınlardan cinayete lojistik destek veren tren makinistlerine kadar koca bir millet bir şekilde bu suça ortak oldu.
Arada kendini sıyırabilen az sayıda onurlu kişinin de ya filmi yapıldı ya da toplama kamplarından kurtulanlar o kurtarıcıların anılarını yaşattılar. Ama sonuç değişmedi.
Almanya 75 sene önceki günahın yükünü bugün bile bir bütün olarak taşımaya çalışıyor.
İsrail televizyonlarında her akşam konuşan programcılardan Knesset’te işlenen cinayetlerin yetersizliğini anlatan milletvekillerine, BM kürsüsünde bir nefret objesine dönen İsrail büyükelçisinden ABD’de göstericilerin üzerine yürüyen sıradan Yahudilere kadar koca bir millet kendisi için yıkılması zor bir hınç inşa ediyor.
İsrail ilk kez insan öldürmüyor. Geçen yüzyılda Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin inşası için ilk kafileler gittikten kısa süre sonra küçük çatışmalarla başlayan cinayet silsilesi bugün bir devlet terörüne dönüşmüş durumda.
Ama daha önceki hiçbir savaş İsrail’in uluslararası ahlaki dokunulmazlığını bu derece tahrip etmedi. Bugün Avrupalı devletler UAD karar verirse Netanyahu’yu tutuklayacaklarını söylemekten çekinmiyor.
Norveç, İrlanda ve İspanya Filistin’i tanıyacağını duyurdu. ABD’de üniversiteler haftalardır Filistin gösterileri ile gündemde. Üstelik bu üniversiteler arasında doğrudan Yahudi sermayesi ve girişimiyle kurulmuş olanlar var.
İsrail öyle bir eşiği geçiyor ki bundan sonra İkinci Dünya savaşında yaşanan insani trajediyi anlatan filmlerin eski izleyici kitlesini bulması çok zor. En ufak bir antisiyonizm eleştirisini antisemitizm olarak kodlayan İsrail kendi elleri ile antisemitizme meşruiyet zemini kazandırdı.
7 Ekim’in ardından İsrail her hafta binlerce Filistinliyi katlediyordu. Şimdi bu rakam düştü ama cinayetler bitmedi. Üstelik 7 ayın ardından artık tek bir kız çocuğunun ya da yan yana yürüyen iki kadının ya da bir gazetecinin katledilmesi ilk günkü kadar İsrail nefretini diri tutuyor.
Netanyahu bir gün gidecek. Savaş da tümüyle bitmese bile eski şiddeti ile devam edemeyecek.
Filistin sorunu kalıcı çözüme ulaşmadan Orta Doğu’nun bir süreliğine donmuş krizleri arasındaki yerini tekrar alsa bile Yahudi milletinin İkinci Dünya Savaşından bugüne ördüğü dokunulmazlık zırhı asla eskisi gibi olmayacak.
İsrail, Gazze savaşı ile hem kural temelli uluslararası sistemin temeline hem de kendi halkının geleceğinin altına koyduğu dinamitle yaşayacak.