İktidar yargı eliyle asker, sivil bürokraside ve siyasette kadro tasfiyesini temel politika haline getirdi.
Bu tasfiye politikası iktidarın atadığı, FETÖ’cü oldukları sonradan anlaşılan savcılar ve yargıçlar eliyle açılan davalarla başladı.
Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki (TSK) tasfiye süreci 2007 yılında açılan Ergenekon davasıyla başladı.
Balyoz ve Askeri Casusluk davalarıyla devam etti.
Bu davalar sonucunda iktidarın çalışmak istemediği komutanlar tasfiye edildi. Yerlerine yine FETÖ’cü oldukları 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimiyle ortaya çıkan komutanlar atandı.
TSK’nın 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ da iki yıla yakın cezaevinde tutuldu.
Çok sayıda general ve amiral de cezaevine konuldu.
Görevlerinden ve meslekten ayrılmak zorunda bırakıldı.
Ta ki 15 Temmuz darbe girişimine kadar.
Bu girişimden sonra cezaevinde tutulan komutanların suçsuzluğu kabul edildi ve serbest bırakıldılar.
Ancak TSK’dan, mesleklerinden tasfiye edilmiş de oldular.
Aynı süreç emniyette ve yargıda da yaşandı.
Tarikatlara, cemaatlere yakın oldukları için göreve getirilen asker, sivil kadrolar 15 Temmuz’dan sonra ya yurtdışına kaçtılar ya da cezaevine girdiler.
Ancak yerlerine yapılan atamalar yine iktidara, cemaatlere, tarikatlara yakın isimler oldu.
Yine siyasi davalarda yargı iktidarın beklentilerine uygun kararlar almaya devam etti.
Tasfiye süreci son dönemde siyasette devam ediyor.
Gezi davasıyla, muhalif birçok isim hakkında mahkûmiyet kararları verildi.
Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları uygulanmadı.
Siyasette kadro tasfiyesinin bir diğer örneğini Kobani davası oluşturuyor.
Mahkeme Kobani davası sanıklarından, başta eski HDP eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ olmak üzere birçok isme çok ağır cezalar verdi.
Aynı mahkemenin, 6-8 Ekim 2014 olaylarında, Türkiye’nin vicdanını sızlatan Yasin Börü ve 6 kişinin öldürülmesi suçlamasından Demirtaş ve arkadaşları hakkında beraat kararı vermesi dikkat çekiciydi. Bu beraat kararına karşın 42 yıl, 32 yıl, 23 yıl gibi ağır hapis cezalarının verilmesi hukukçular ve siyasiler arasında tartışmalara neden oldu.
Eğer temyiz aşamasında bu cezalar Yargıtay tarafından da onanırsa ceza alan isimler bir daha siyaset yapamayacak, tasfiye edilmiş olacaklar.
İktidarın çözüm süreci döneminde muhatap aldığı ve süreci birlikte yürüttüğü eski HDP’nin önde gelen isimleri siyaset dışına itilmiş olacak.
Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin önünde bekleyen HDP’nin kapatılması davası da var.
Bazı hukukçular Kobani davasıyla ilgili mahkeme kararlarının kapatma davasını da etkileyebileceği görüşünü dile getiriyorlar.
Demirtaş ve arkadaşları hakkında verilen mahkûmiyet kararlarının HDP’nin kapatılması davasında kanıt olarak görülebileceği dillendiriliyor.
HDP’nin kapatılması halinde ise Kobani davası sanığı olmayan eski HDP ve bugün DEM Parti yönetiminde olan başka isimlere de siyaset yasağı gelebileceği görüşü hakim.
Süreç böyle gelişirse iktidar HDP ve DEM Parti’nin önde gelen birçok ismini siyasetten tasfiye etmiş olacak.
Sözünü ettiğimiz siyasi davalar eliyle yapılan ve yapılacak olan tasfiye iktidarın 31 Mart 2024 yerel seçiminden sonra dillendirdiği yumuşama, normalleşme söylemiyle uyuşmayan bir tablo yaratıyor.
Türkiye’de siyasetin normalleşmesi için öncelikle yargının tarafsızlığının ve bağımsızlığının tam olarak sağlanması gerekiyor.
Yargının siyasallaşması sorununu başta CHP olmak üzere muhalefet partileri gündemden düşürmemeli.