Geçtiğimiz günlerde Türk dış politikası adına fantastik bir gelişme yaşandı.
Fantastik demem, meseleye olumlu anlamda baktığımdan değil. Garip, acayip gibi tanımlar da kullanabilirdim.
1 Mayıs öğlen saatlerinde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın akşamüzeri önemli bir açıklama yapacağı duyuruldu.
Fidan Endonezya Dışişleri Bakanı ile yaptığı görüşmenin ardından beklenen açıklamayı yaptı.
"Biz de bugün yaptığımız değerlendirmelerin neticesini sayın Cumhurbaşkanımıza arz ettik ve alınan siyasi karar gereği buradan ilk kez duyurmak istiyorum. Türkiye olarak Güney Afrika'nın İsrail'e karşı Uluslararası Adalet Divanı'nda açtığı davaya müdahil olmaya karar verdik. Bu adımla Uluslararası Adalet Divanı önündeki sürecin doğru yönde ilerlemesini temenni ediyoruz. Esasen ifade ettiğim gibi bu başvurumuza yönelik çalışmalarımız çok uzun süredir devam etmekteydi. Biz bundan sonra bu siyasi karar Cumhurbaşkanımız tarafından alındıktan sonra ve şu anda bütün dünyaya duyurulduktan sonra hukuki çalışmalarımızı tamamlayacağız."
Gerçekten insanın aklı almıyor. Devlette ciddiyet diye bir şey kalmamış. İç politika için her şey ters yüz edilir oldu.
Normali, Türkiye'nin önce UAD'deki sürece nasıl katkıda bulunabileceğinin ayrıntılı olarak değerlendirilmesidir. Türk hukukçuların ve uzmanların, hatta karşılığını verip, uzmanlığını alabileceğimiz yabancı hukukçuların da görüşlerine başvurulur. Türkiye bu sürece "manalı katkıda" bulunabilir sonucu çıkarsa; başvurunun beraberinde getirebileceği artı ve eksilerle beraber siyasi makama karar için sunum yapılır.
Bu kez öyle olmamış.
Bakan Fidan çalışmaların uzun süredir devam ettiğini belirtiyor. Demek ki çalışmalar, değerlendirmeler tamamlanmamış. Zira hemen akabinde, "bu siyasi karar Cumhurbaşkanımız tarafından alındıktan sonra, hukuki çalışmalarımızı tamamlayacağız" diyor.
Sürecin çarpıklığını emekli büyükelçi Faruk Loğoğlu çok güzel özetlemiş:
"Bakan Fidan açıklamasında, kararın siyasi olduğunu, hukuki gerekçelerinin ise oluşturulmasına çalışıldığını belirtmektedir. İşin püf noktalarından birisi de budur! Zira alınan siyasi bir karara arkasından hukuki kılıf oluşturmak yöntemi işin doğasına aykırıdır ve atılmak istenen adımı baştan sakatlar. İşin doğası konunun önce hukuki yönleriyle değerlendirilmesi, siyasi kararın da buna göre oluşturulmasıdır. Hukuk at, siyaset de araba ise, iktidar atı arabanın önüne değil, arkasına koşmuştur!"
Sayın Loğoğlu, Fidan'ın neden böyle bir duyuru yaptığını diplomatik bir üslupla açıklamış. Ben daha kestirmeden gideceğim ve el mahkûm senaryo yazacağım. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan seçim yenilgisinden Gazze politikasını da sorumlu tutuyor. Kaçan oyların konsolide şekilde Yeniden Refah Partisi'nde kalıcı olmasını engellemek için de her türlü yola başvuruyor.
Dışişleri'nin tepesinde de o kadar boza pişirmiş ki; Fidan çareyi, daha "çalışmalar" bitmemiş olsa da, duyanların kulağına "çarpıcı" gelecek şekilde "Türkiye UAD'de taraf olma siyasi kararını aldı" açıklamasını yapıyor.
İşin ilginci aradan 15 gün geçti, daha ortada başvuru yok. İnsan düşünmeden edemiyor, cumhurbaşkanının siniri yatışsın diye mi yapıldı açıklama acaba.
Loğoğlu'nun "Sakıncalı işgüzarlık" başlıklı yazısını okumanızı hararetle tavsiye ederim. Loğoğlu meselenin bir de Türkiye'nin kendisinin soykırım iddialarıyla karşı karşıya olması boyutuna da değinmiş.
Ben bir de Türkiye'nin "adalet" denince genel imajına vurgu yapmak istiyorum.
Fidan'ın açıklamasını yaptığı gün demokratik ülkelerde sorunsuz geçen 1 Mayıs kutlamaları, İstanbul'da devletin bir kez daha ceberrutluğunu göstermesine vesile oldu.
Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş'ın mahpusluğu ile simgeleşmiş Türk adalet/yargı sistemindeki çarpıklıklar yerli yabancı hemen herkesin malumu.
Türkiye, UAD'nin yargı yetkisini tanımıyor. Taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarını uygulamıyor. Onu bir tarafa bırakın kendi Anayasa Mahkemesi'nin kararlarına uymuyor. Böyle bir sicille Filistin adına açılan davaya müdahil olmak Filistin davasına "moral üstünlük" açısından zarar verir.
Güney Afrika bu işe ne diyor?
Açıkcası Güney Afrika'nın da yanında Türkiye'yi görmeye ne kadar istekli olduğuna dair ciddi kuşkularım var.
Gerek Türkiye'nin insan hakları sicili nedeniyle (Atatürk ödülünün reddedilişini hatırlayalım) gerekse genel anlamda Afrika'daki siyaseti açısından Güney Afrika'yla ilişkilerimizin çok parlak olduğunu söylemek zor. Türkiye'nin "taraf olacağız ama daha hazır değiliz" şeklindeki gayri ciddi kararından ne kadar mutlular bilemiyorum.
"Grandioz" açıklamalarla, bir şeyler yapıyor görünmek Türkiye'nin uluslararası itibarının, ciddiyetinin yerlerde sürünmesine neden oluyor. İnceldiği yerden kopsun diyen Hamas için fark etmez de, kendileri üzerinden hamaset yapılmasına Filistinlier de elbet bozuluyordur.