CHP lideri Özgür Özel ile iktidar partisinin lideri Erdoğan’ın günlerdir konuşulan buluşması bugün gerçekleşecek.
Tatsız 1 Mayıs’ın hemen ertesi.
AKP lideri Erdoğan’ın derdi açık.
Anayasa’yı değiştirmek istiyor. Bir dönem daha cumhurbaşkanı olmak istiyor. 50 artı 1’e gerek duymadan Cumhurbaşkanı olmak istiyor.
Anayasa değişikliği Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı olarak tutmaya yeter mi bilmiyoruz ama Erdoğan’ın istediği yönde bir Anayasa değişikliğine “kabul” diyecek bir Özgür Özel’in CHP Genel Başkanı olarak kalmasının mümkün olmadığından neredeyse eminiz, çünkü seçmeni buna çok şiddetli tepki gösterir.
Bu yüzden Erdoğan’ın istediği yöndeki Anayasa değişikliğini ancak İYİ Parti, HDP ya da DEVA ve Gelecek’i de ikna ederek en azından referanduma götürmesinin mümkün olduğu da açık.
Üstelik bu partilerin seçmen tepkisinden korkmalarına da gerek yok çünkü pek seçmenleri de yok.
Fakat bugünkü görüşmede Özgür Özel hamle üstünlüğünü ele geçirebilir.
Ve Anayasa değişikliği konusunu Erdoğan’dan önce Özel teklif edebilir.
Çünkü Erdoğan, partisinin ve MHP’nin oyları ile referanduma götürülmüş bu Anayasa’nın yapılmış ve yapılabilecek en iyi Anayasa olduğu hikayesini anlatırken, Mehmet Uçum kanal kanal dolaşıp şahane bir Anayasa değişikliği masalı ile milleti uyuturken CHP bu Anayasa’ya karşı idi.
Sonrasında da CHP sürekli olarak bu Anayasa’yı değiştirmek gerektiğini söyledi.
Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi muhalefeti bir araya getiren Altılı Masa’nın üyelerinin de en önemli konusu bir Anayasa değişikliği idi.
Ve hatta bir Anayasa taslağı da hazırlamışlardı.
Bugün Özgür Özel AKP Genel Merkezi’ne giderken işte o Anayasa taslağını da çantasına koymalı ve “Tayyip Bey, biz de Anayasa değişikliğinden yanayız ve bunu seçimden önce de gündeme getirmiştik hatırlarsanız. Buyurun bu da daha önce kamuoyuna sunduğumuz Anayasa taslağımız. Madem Anayasa’yı siz de kötü buluyorsunuz. İşte size Anayasa. Muhtemelen seçim öncesi danışmanlarınız size bunu ulaştırmamıştır. Gelin hep beraber değiştirelim. Bu garabet sistemden de kurtulalım” demeli.
CHP’nin yeni dönem siyasetine yakışacak olan budur.
“Yapmayalım” değil “Sizin değil halkın yararına olanı yapalım” demelidir.
Kim bilir belki bu fırsattan istifade yeniden parlamenter sisteme dönülür.
Benden duymuş olmayın ama ekonomi böyle düzelmez
Dünyanın en saçma ekonomi teorisi ile ülkeyi batırdıktan sonra kontrolü hepten kaybetmemek için icat ettikleri Kur Korumalı Mevduat ile büyük tasarrufu olan zenginlere kimilerine göre 50, kimilerine göre 58 milyar dolar servet transferi yapan iktidar, sonunda uyandı ve az da olsa “Servet Vergisi” getirdi.
Mevduatlara uygulanan ya da bazı mevduat türlerine uygulanmayan stopajların arttırılması tam da bu anlama gelir.
Kötü müdür!
Değildir elbet ama bir işe yaramayacaktır.
Türk ekonomisi böyle bir yere varamaz.
Şu anda ekonomi yönetimi, Türkiye’nin devasa ekonomik sorunlarını sadece finansal tedbirler ile çözebileceğini zannetmek gibi büyük bir yanılgıya sahip.
İktidar, ekonominin önce Adalet Bakanlığı, sonra Teknoloji Bakanlığı ardından Sanayi Bakanlığı’nın da katkıları ile çözebileceğini Maiye ve Hazine’nin ancak bunlara destek birimi olacağının farkında değil.
Zaten asla varamayacak da.
“Faiz sebep, enflasyon sonuç” diyebilen bir ekonomi kafasının, bunları alması çok zor.
Finansal tedbirler ise sonuçsuz hatta tam aksi sonuçlu.
Basitçe anlatayım.
Ekonomiyi soğutmak isteyen ekonomi yönetimi bankaların büyümesini yavaşlatmak istedi.
Bunun için de bankalara Zorunlu Karşılık dışında bir yükümlülük daha getirdi.
Yüzde 2’den fazla büyüyen banka Menkul Karşılık edinmek zorundaydı.
Yani 5 yıl vadeli Hazine kağıdı alacaktı. Hazine kağıdının faizi düşük, enflasyon yüksek olduğu için bankalar büyümek istemedi.
Sonra faizler kamunun ihtiyacı nedeniyle ister istemez yükseldi.
Yüzde 50’lere yaklaştı.
Bankalar bunu beğendi.
5 yıl vadeli yüzde 50 faiz iyiydi. Paçalda zarar ettirmezdi.
Yeniden büyümeye başladılar.
Hazine bir yandan da dolarizasyon ile mücadele ediyordu.
Bankaların elindeki Döviz Tevdiat Hesaplarının oranı mevduatın yüzde 40’ını aşamazdı.
Aşarsa ona da yüksek karşılık ayıracaklardı.
Bankalar döviz hesaplarından kaçmaya başladılar.
Ancak seçim öncesi döviz talebinde artış oldu.
Sadece mart ayında 12 milyar dolarlık döviz alımı gerçekleşti.
Bu bankaların hoşuna gitmedi. Çünkü döviz hesabı istemiyorlardı, üstelik fonlara da stopaj gelmişti.
Bu kez dövizden kaçmak için vatandaşı döviz hesaplarını TL’ye çevirmeye ikna etmek istediler.
Bu da faizleri arttırarak mümkündü.
Faizler yüzde 70’lere hatta yer yer 80’lere doğru çıkmaya başladı.
Bu kez kredi maliyetleri arttı.
Özellikle kişilerden gelen kredi talebi durdu.
Bireysel, konut ve taşıt kredilerinde talep çok düştü.
Bankaların büyümesi durdu ve menkul karşılık alma sorunları kalmadı ama kredi de veremez oldular.
Şu anda Türk ekonomisi çok büyük bir açmazda.
Talep yok.
Maliyet yüksekliği dışarda rekabeti zorlaştırdı.
Yüksek teknolojili ve yüksek kâr marjlı ürün zaten üretemiyoruz.
Bu işin içinden bu kafa ile çıkmak çok zor.
Zaten giderek vatandaş da bunun farkına vardı.
Demirel bir kez daha haklı çıktı.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Taksim Meydanı’nı kendi vatandaşımızdan değil, ülke sınırlarını yabancılardan koruğumuz zaman.