Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar Financial Times gazetesine verdiği söyleşide Türkiye’nin yıllık 2.5 milyon ton sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) için ExxonMobil ile görüşmeler yapıldığını ifade etti. Bayraktar’ın verdiği detaya göre anlaşmanın 10 yıllık olması ve bunun karşılığında Türkiye’nin Exxon’a yıllık 1,1 milyar dolar ödeme yapması planlanıyor. Türkiye’nin yaptığı bu görüşme ne anlama geliyor? ABD’nin Türkiye pazarında payı ne? Exxon’dan gelecek yıllık 3.2 milyar metreküp (bcm) Türkiye’nin tedarikçi çeşitlendirmesine yeter mi? Türkiye tedarikçi çeşitlendirmesinde neden ibreyi ABD’ye çevirdi? Bu hafta bu sorulara yanıt arayacağız.
ABD’NİN TÜRKİYE DOĞAL GAZ PİYASASINDAKİ PAYI DEĞİŞKEN
Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) verilerine göre, Türkiye 2023’te 50 bcm gaz ithal etti, bu gazın 14.270 bcm’i LNG olarak gelirken kala 36.213 bcm’i boru hatlarıyla taşındı. LNG’nin payı yüzde 28.37 boru hatlarının payı yüzde 71.73 oldu. Bir önceki yıl, 2022, Türkiye 54 bcm gaz ithal ederken bunu yüzde 27.75’i LNG olarak gelmişti. Dikkat çekici olan her iki yılda da aslan payının Rusya’ya gitmiş olması, 2022’de Rusya’dan tedarik edilen gazın oranı yüzde 39 iken bunun 2023’te bunun yüzde 43 civarına çıkması. LNG’nin gaz ithalat pastasında payı artarken Rusya’nın konumunu koruması dikkat çekici. Peki bu resimde ABD nerede duruyor?
ABD ile Türkiye arasındaki gaz alışverişi 2016’da başladı ki zaten ABD ihracat yasağını 2015’te kaldırıp küresel piyasaya aynı yıl gaz ihraç etmeye başladı. 2016’ya dönersek Türkiye bu yıl ABD’den 243 milyon metreküp gaz aldı, yani ABD Türkiye pazarına yüzde 0,53’lük payla girdi. 2022’de bu payın yüzde 10’a çıktığı görülüyor, yani 6 yıl gibi kısa sürede ABD payını gözle görülür şekilde arttırmış. 2023’teyse bu oranı yüzde 6 ile 7 arasında değiştiği söylenebilir. LNG spot piyasasında daha uygun fiyatla gaz sağlayan yeni aktörlerin baş göstermesi veya alınan LNG’nin yeniden satışı gibi nedenlerle oynamaların olağan olduğu dikkate alınmalı. Örneğin 2023’te Türkiye; Fransa, Norveç, Mozambik gibi aktörlerden de değişen oranlarda LNG almış. Peki böylesine bir çeşitlilik ve aktör değişikliği varsa Bayraktar’ın tedarikçi çeşitliliğinden kastı ne?
AMAÇ RUSYA VE İRAN’IN PAYINI AZALTMAKSA HUB NE OLACAK?
Enerji Bakanı Bayraktar, aslında yalnızca enerji alanında değil gündelik hayatta da sık sık karşımıza çıkan bir durumu özetlemiş: Bir ihtiyacı tek bir kaynaktan gidermeme. LNG ve boru hatlarının payı bu konuda yol gösterici. 2023’te ithal edilen 50 bcm gazın yüzde 70’ten fazlası boru hatlarıyla (Rusya, İran ve Azerbaycan) geldi. Nitekim Bayraktar’ın İran ve Rusya ile yapılan uzun dönemli kontratların yenilenme takvimlerinin önümüzdeki birkaç yılda geleceği vurgusu da bu oranlara işaret ediyor. Yani Türkiye buraya kadar aslında anlaşılır bir şey söylüyor: “Boru hatları beni tek bir tedarikçiye bağlıyor, bir kriz ya da savaş durumunda gazsız kalma riskini bertaraf etmeliyim, mümkün değilse alınacak miktarı düşürmeliyim”. Burada Rusya’yı odağa almak anlamlı, zira İran’ın payı değişken olmakla beraber yüzde 20’nin üzerine pek çıkmıyor.
Rusya’ysa Mavi Akım ve Türk Akım'la Türkiye piyasasında ortalama yüzde 40 gibi bir ağırlığa sahip. Rusya’ya alternatif yaratmak bu anlamda anlaşılır. Ancak burada üç soru beliriyor. İlk olarak, madem Rusya’ya bu derece bir bağımlılık vardı, neden harekete geçmek için bu kadar beklendi? Rusya 1987’den bu yana Türkiye’ye gaz tedarik eden ana aktörken buna iki hat daha eklenmişti.
İkincisi, bir kaynağa bağımlı olmama gayreti, anlaşılır. Rusya’nın hedef seçilmesi de geç olsun güç olmasın olarak yorumlanabilir. Peki Türkiye Rusya’ya sadece doğal gazda mı bağımlı? Akkuyu ne olacak? Yani petrolden doğal gaza Türkiye enerji piyasasının ana aktörü Rusya’yken elektrik üretimini 55 yıl süreyle hem de başka bir enerji kolunda Rusya’ya bağlamak bu güvenlik tanımının neresinde duruyor? Dahası buna bir de Sinop’un eklenmesi gündemdeyken ABD’den yıllık bazda gelecek 3 bcm’den biraz fazla gaz üç enerji kolundaki bağımlılığı hafifletmeye yetecek mi? Buna “pek olası değil” yanıtını vermek mümkün.
Son olarak Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bir ayağında ekonomi/enerji varsa bir ayağında siyasi ve jeopolitik gerilim olduğu sır değil. Taraflar genellikle konjonktürel biçimde bu süreci yönetiyor. Nitekim geçtiğimiz yıl seçim öncesinde ortaya atılan hub da bunlardan biriydi. Türkiye’nin Rusya’dan gaz alımını bir nevi azaltacağını ifade etmesi, Rusya’nın Türkiye’de kurduğu huba etki etmeyecek mi? Zira bu durumda Rusya Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan oluyor. Dahası bu gazın Mısır, Cezayir, Nijerya, Norveç, Katar gibi tedarikçiler yerine ABD’den alınması Rusya tarafından bir mesaj olarak algılanmaz mı? İşte bu noktada Rusya’yı da kucaklayacak şekilde “neden ABD seçildi?” sorusuna yanıt aramak gerekiyor.
ABD’YLE ANLAŞMANIN GÜVENLİK VE İTTİFAK TEMELİ
ABD’nin LNG pazarına girdiği 2015’ten bu yana ana iki uğrak noktası olması bekleniyordu; Asya Pasifik ve Avrupa. ABD açısından Avrupa’da hakimiyetin kurulması zordu zira tüketim oranları ortadayken piyasanın baskın aktörleri Rusya, Norveç ve Katar’dı. Öte yandan ABD, piyasa dinamiklerinden bağımsız, Soğuk Savaş’ın yumuşama döneminde dahi SSCB ile Avrupa arasındaki doğal gaz görüşmelerine karşı çıkmış, ancak bir noktada buna müsaade etmek zorunda kalmıştı. Soğuk Savaş sonrasında Rusya, Avrupa pazarında elini güçlendirdi. Washington, neredeyse her G8/7 ve NATO zirvesinde bipartizan biçimde Avrupa’ya bu bağımlılıktan kurtulun mesajı verdi. “Kurtulalım tabii, güzel söylüyorsunuz da kimden gaz alacağız?” sorusu 2015’e kadar yanıtsız kaldığı için uyarılar genelde "salonda kafa sallama dışarda bildiğini okumakla" geçiştirildi.
2015’ten sonraysa ABD, Avrupa pazarında yavaş yavaş görünür oldu. Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaşta, ilk dillendirilen de “Rusya’yı Avrupa pazarından süpüreceğiz" oldu. Nitekim veriler de bunu destekliyor. AB’nin 2021’de toplam gaz ithalatının yüzde 26’sı LNG iken bu oran 2023’te yüzde 42’ye çıktı, 2024’te bunun yüzde 50’yi görmesi sürpriz olmayacak. Aynı yıl LNG ithalatında aslan payı da ABD’ye gitti. AB’nin geçtiğimiz yıl aldığı LNG’nin neredeyse yarısı (yüzde 48.7) ABD’den geldi. Rusya’nınsa yüzde 40’larda olan payı yüzde 10’lara geriledi. Yani ABD bir yandan Rusya’yı jeopolitik alanda geriletirken, Amerikan enerji şirketleri bu sarsıntıdan kazançlı çıkmayı başardı/başarıyor.
Bu zaman zarfında Türkiye’nin mütevazı bir katkıyla ABD’yi dışlamayacak bir şekilde LNG alımını çeşitlendirdiği görülüyor. 2016’dan bu yana miktarlarında değişiklik olmakla beraber Türkiye, ABD’den gaz almayı sürdürdü. Spot piyasasının fiyat cazibesi, bu bağlamda resmi açıklamaya yeterli olmayacak gibi. Dikkat edilirse değinilen pazarlar hem AB hem Türkiye NATO şemsiyesinin altında. Bu şemsiyenin varlık sebebi olan SSCB tehdidi bugün ortadan kalksa da Rusya hep olağan şüpheliler listesinde ilk sırada yer aldı. Soğuk Savaş koşullarında dahi SSCB’nin AB ve Türkiye pazarına sızması ABD için hep gündemde ancak önceliği değişen bir tehdit olarak görüldü. İşte bu noktada kaya gazının ABD’den fışkırması, Rusya’nın gücünü geriletmede yeni bir araca dönüştü. ABD yüksek perdeden müttefiklerine “Rusya’dan gaz almayın” derken fısıltıyla “Benden alabilirsiniz” demiş olabilir ki bu ABD’nin ekonomi ve jeopolitiği iç içe geçiren yöntemleriyle uyumlu.
Dolayısıyla Türkiye'nin ABD’den gaz alımını sabit bir anlaşmayla hem de dövize ihtiyaç duyulan bir dönemde (Gazprom ödemelerinin yüzde 20’sinin yerel paralarla yapıldığını akılda tutarak) masaya sürmesi, 10 yıl gibi bir sürenin dillendirilmesi bu müttefiklik/ittifak ilişkisinin bir yansıması olabilir. Yani enerji güvenliğiyle NATO’nun güvenlik perspektifi ABD’den gaz almaya eşitlenmiş olabilir. Eğer bu akıl yürütme doğru değilse Ankara’nın, 10 yıllık bir anlaşma için ABD dışında kimlerle görüştüğünü (Katar olabilir, Mısır olabilir), onlardan nasıl bir fiyat aldığını, burada nasıl bir sorunla karşılaştığını, ABD’nin hangi kriterlere göre cazip bulunduğunu açıklaması gerekir. Türkiye’nin tedarikçi çeşitliliğine gitmesi anlaşılır ve doğru bir adım, ancak yukarıdaki sorular yanıtlandığında zihinlerin daha netleşeceği de kesin.