Dr. Şahan Savaş Karataşlı: Trump ABD’de otoriter bir model kurmanın işe yaracağını düşünüyor

Dr. Şahan Şaban Karataşlı ile söyleşimizin ikinci bölümünde ABD'nin iç siyasetini, Trump'ın seçmen tabanını ve ekonomik destekçilerini, tekno milyarderlerle ilişkilerinin geleceğini ve sağ politikalarla oluşturmaya çalıştığı siyasi modeli konuştuk. Karataşlı'ya göre ABD'de demokrasinin gerilemesi Trump ile başlamadı ama onunla hızlandı.

11 Şubat Salı 2025   Saat: 00:00

ABD Başkanı Donald Trump, dış politikada şaşırtıcı pratik ve söylemlere imza atıyor. ABD içerisindeki dönüşümde bundan geri kalmıyor. Trump’ın seçilmesi sonrası, 2025 planı adıyla bilinen bir metin dolaşıma girmiş ve bürokrasiden yargıya, yardımlardan vergilere uzanacak bazı düzenlemelere imza atacağı söylenmişti. Nitekim seçim kampanyası da yemin törenindeki görüntü de bu iddiaların gerçekliğine dönük kaygıyı besledi. Nihayetinde 6 Ocak Kongre Saldırısı sanıklarının affı, tekno milyarderlerin yakın çemberinde poz vermesi, Elon Musk’ın adeta bir eş başkan gibi davranarak İngiltere ve Almanya’nın iç işlerine karışması ‘ABD nasıl bir modele evriliyor?’ sorusunu akıllara getiriyor. Özellikle muhafazakar yargıçların atamalarda etkili konumda olacağına dönük beklenti, iktidar ile bazı yargıçlar arasında başlayan söz düellosu bürokrasiden yargıya ABD’de otoriterleşmenin hızlandığı yönünde bir izlenime kapı açıyor.

Trump’ın organik sınıfsal bloku kimlerden oluşuyor? Süper zenginler olarak bilinen teknoloji devlerinin sahipleri burada nasıl bir konuma sahip? Bürokrasideki atamalar ve istifalar sistemde nasıl bir sürüklenmeye yol açıyor? Trump, neden parti devlet kavramına sıcak bakıyor, ABD’de böyle bir sistem mi kuracak?

The University of North Carolina, Greensboro’da öğretim üyesi olan, tarihsel kapitalizm, eşitsizlik, toplumsal hareketler, emek ve milliyetçilik dinamiklerini küresel ve uzun tarihsel bir perspektiften inceleyen Dr. Şahan Savaş Karataşlı ile söyleşimizin ikinci bölümünde ABD’nin sınıfsal yapısını, Trump’ın kurduğu hegemonik bloku, devletin dönüşümünü ve gelecekte artması beklenen otoriter yapılara sempatinin ekonomi politik arka planını konuştuk.

Karataşlı’ya göre 21. yüzyılda ekonomik gücü merkezileştiren, kontrolü artıran bir parti devleti modeli yükselişte. Bu noktada Çin’in etkisi göz ardı edilemez. Şu anda dünyanın yükselen gücü Çin olduğu için, Batı sistemleri “Buna benzeyen bir sistem nasıl kurarız?” sorusunu soruyor. Trump da ABD’de benzer bir otoriter modelin işe yarayacağını düşünüyor.

Biraz da ABD içindeki duruma bakalım isterim. Trump’ın hem kampanyası hem de yemin töreninde alışık olmadık şekilde teknoloji şirketlerinin temsilcileri ön sırada yer aldı. Trump’ın çevresinde konumlanan isimleri de dikkate aldığımızda bu nasıl bir sınıfsal bloku temsil ediyor? Bir başka anlatımla Trump kimi temsil ediyor?

Trump’ın ikinci yemin töreninde gördüğümüz Elon Musk, Jeff Bezos ve Mark Zuckerberg gibi isimler yalnızca tekno elitler değil, bunlar aynı zamanda dünyada yeni bir kapitalist sınıfın liderleri. Bu süper-milyarderler sadece ABD’nin değil, dünyanın da en zenginleri. Bu isimlerin toplam serveti, ABD’nin toplam servetinin yüzde 0.67’sine denk düşüyor. Bu oran daha birkaç yıl önce yüzde 0.30’lardaydı. Bu hızda ilerlerlerse birkaç yıl içinde ABD’nin toplam servetinin yüzde 1’i birkaç kişinin elinde olacak. Bu dünyada eşi benzeri görülmemiş bir servet yoğunlaşması ve eşitsizlik göstergesi.

Bu süper-milyarderlerin genel özelliği, yakın bir zamanda ortaya çıkan internet, akıllı telefonlar, dijital platformlar, yapay zeka gibi teknolojileri sermaye birikimin ihtiyaçlarına yönlendirebilecek mecraları (Amazon, Facebook gibi) yaratmış veya ele geçirmiş olmaları, yeni enerji sistemlerini kullanmaları ve buna yönelmeleri (Tesla gibi), ve yeni finansal araçlarla, kripto paralar, risk sermayeleriyle büyümüş olmaları.

‘ROCKEFELLER SERVETİNİ 40 YILDA BİRİKTİRİRKEN MUSK 3-4 YILDA BİRİKTİRDİ’

Bu aslında yeni bir olgu değil. Kapitalizm, tarih boyunca üretici güçleri teknolojik devrimsel sıçramalarla geliştirmeyi başarmış ve bunu yaparken üretim, ticaret, enerji ve finans ekseninde yeni bir zenginler sınıfı yaratmıştır. Örneğin, Sanayi Devrimi sırasında tekstil fabrikalarıyla kömür ticaretiyle zenginleşen bir sınıf oluşmuştu. Benzer biçimde, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında ivmelenen İkinci Sanayi Devrimi ile otomotiv, demir-çelik ve petrol sektörü gelişmiş; ve bu süreç Rockefeller ve Carnegie gibi büyük sermaye sahiplerini yaratmıştı. Geçen yüzyılın Rockefeller’i kimse, bugün de Elon Musk, Jeff Bezos gibi isimler ayni kapitalist sınıfın çağdaş temsilcileri olarak öne çıkıyor.

Ancak aralarında bir fark var: Rockefeller kendi servetini yaklaşık 40 yılda biriktirirken, bugün Musk, sadece nominal değil, reel anlamda da Rockefeller’dan daha zengin, bu serveti 30 milyardan 400 milyarın üstüne yaklaşık 3-4 yılda çıkardı. Yani burada önemli olan sermayenin sadece yoğunlaşması ve merkezileşmesi değil, aynı zamanda bu sürecin eşi görülmemiş bir hızda gerçekleşiyor olması.

‘TRUMP SÜPER MİLYARDELERE BENİ DESTEKLERSENİZ SİZİ BÜYÜTÜRÜM, ÖNÜNÜZDEKİ ENGELLERİ KALDIRIRIM DİYOR’

Peki Trump için bu grup neden önemli?

Trump da milyarder, ama bir süper-milyarder değil. Trump süper-milyarderlere şu mesajı veriyor: Beni desteklerseniz, yanımda durursanız sizi büyütürüm, önünüzdeki engelleri ortadan kaldırırım. Örneğin Facebook (META) gibi yapıların önündeki en büyük sorun olan tekel karşıtı yasaları etkisiz hale getirmeyi vadediyor. Yapay zeka, kripto alanındaki denetim mekanizmalarını esnetebileceğini, vergide indirime gideceğini bildiriyor. Özellikle Space X gibi firmalar için önemli olan kamu ihalelerini size yönlendirebilirim diyor. Benzer biçimde başta Amazon olmak üzere işçi çalıştıranlara, işçi ücretlerini düşürmeyi, şu anda ivme kazanan sendikalaşmayı geriletmeyi vadediyor. Bunların karşılığında da bu isimlerden finansal ve siyasi destek istiyor.

‘MUSK VE THIEL SAĞ HAREKETİ YÖNLENDİREBİLECEKLERİNİ DÜŞÜNÜYORLAR’

Elon Musk ve Peter Thiel (PayPal) gibi isimler zaten sağ partileri destekliyor ve ideolojik olarak da Trump’a yakınlar. Dahası bu isimler yeni sağ hareketi yönlendirebileceklerini de düşünüyorlar. Thiel, JD Vance’in destekçisi. Musk, defacto başkan gibi Cumhuriyetçilere müdahale ediyor ve dünyadaki sağ hareketlerle ilişki kuruyor. Bezos ve Zuckerberg gibi isimlerse Trump’ın uzattığı havucu, sopaya yeğliyorlar.

Ancak burada dikkat edilmesi gereken başka bir durum var. Trump’ın temsil ettiği sınıfı bunlarla sınırlandırırsak bu bizi yanıltır, dahası büyük çelişkiyi görmemiş oluruz.

‘TRUMP’IN ASLINDA ŞEHİRLERDEN KIRSALA UZANAN ORGANİK BİR SINIFSAL BLOKU VAR’

Haklısınız, bildiğim kadarıyla Trump, Mavi Duvar olarak da anılan, Demokratların oy deposu denilen, işçi sınıfının ağırlıkta olduğu şehirlerden de oy almıştı.

Evet, doğru. Trump bu şehirlerde kent ve kırsaldaki insanlara da seslendi ve onları kendisini seçmeye ikna etti. Yani Trump’ın aslında organik bir sınıfsal bloku var. Bu desteği nasıl aldığını tarihe bakarak anlayabiliriz.

Amerikan tarihini 1945’lerden 1970’lerin sonuna kadar yönlendiren üç toplumsal hareket var. İlki 1870’lerde ivme kazanan ve 1945’lerde zirveye çıkan güçlü bir işçi hareketi. Bu süre zarfında çalışma süreleri, ücretler, koşullar konusunda ciddi haklar elde edildi ki 1945-1973 arasında ABD’de gelir adaletsizliği de azaldı. 1980’de Reagan döneminde ise neoliberalizm ile beraber sendikal hareketlerin önü kesildi. Güvencesizlik arttı, ücretler düştü ve 1980 sonrası küreselleşme süreciyle beraber de üretim Asya’ya kaymaya başladı. 1980 sonrasında ABD’de işçi hareketi gerilerken, 1955-68 sonrasında giderek hız kazanan diğer iki toplumsal hareket, yani Siyah Hakları Hareketi ve Feminist hareket, güçlenmeye devam etti. Reagan’ın reformları bu iki toplumsal gücü geriletemedi. 1990’larda Clinton döneminde, Demokrat Parti bu iki hareketi neoliberalizmle sentezledi ve kimlik siyasetleriyle bir ittifak oluşturuldu. Bu ittifak Obama ve Biden döneminde de sürdü. Siyahların, kadınların ve LGBTİQ+ bireylerin özellikle şehirlerde, ofislerde çalışan eğitimli orta sınıfları, bu ittifakın temsilcisi oldular. 

‘TRUMP’IN ORGANİK BLOĞUNUN ASIL BİLEŞENLERİ, ESKİ DÖNEMİN ZAYIFLAYAN DEMİR-ÇELİK, OTOMOTİV, AĞIR SANAYİ VE PETROL ÜRETİCİLERİ’

Trump’ın organik sınıfsal bloğuysa bunun tam zıttı. Kentlilerden çok kırsalı, eğitimli sınıfın hassasiyetleri yerine eğitimsiz grupların kaygılarını, ofis çalışanları yerine fabrikaların kapanmasıyla işsiz kalan işçileri, küreselleşme ile kültürel çeşitliliği öne çıkaranlar yerine, daha çok Protestan kökenli beyaz bir Amerikan milliyetçiliğini temsil ediyor. Kapitalistler arasında da Trump’ın organik bloğunun asıl bileşenleri, bahsettiğimiz yeni çağın yükselen tekno milyarderleri değil, eski dönemin zayıflayan demir-çelik, otomotiv, ağır sanayi ve petrol üreticileri. Yani maddi üretimden gelen ve küreselleşmenin yarattığı uluslararası rekabet nedeniyle zayıflayan kesimler. Aslında, tekno milyarderler Trump’ın organik sınıfsal bloğunun doğal uzantıları değil; aksine, onun temsil ettiği ekonomik yapının dışında, hatta zıttı bir konumdalar.

‘TRUMP’IN ETRAFINDA OLDUKÇA KIRILGAN BİR KOALİSYON ŞEKİLLENDİ’

Bu çizdiğimiz resimde temsil grupları arasında bir çelişki yok mu?

Evet var ki bu çelişkinin gözden kaçmaması gereken üç önemli boyutu var.

Birincisi, Trump etrafında şekillenen koalisyon oldukça kırılgan. Bu kırılganlık, Musk ile Trump arasındaki çelişkilerde belirginleşmeye başladı. Örneğin, Trump Çin’e yönelik gümrük vergilerini artırmak ve Çin’de üretim yapanları yakından denetlemek istiyor, ancak Musk’ın Tesla’sı Şangay’da üretim yapıyor ve kritik malzemeleri Çin’den tedarik ediyor.

İkincisi, Trump son derece pragmatist bir siyasetçi; çıkar sağladığını düşündüğü unsurları, eski veya yeni olmalarına bakmaksızın, kendi politikalarıyla çelişse bile hızla gündemine entegre edebiliyor. Başlangıçta elektrikli araçlara ve kripto paralara mesafeli olsa da, Elon Musk ve kripto yatırımcılarıyla ittifak kurmaktan çekinmiyor. Bu esneklik, onun popülist sağ politikalarında inanılmaz bir manevra kabiliyeti ve direnç kazanmasını sağlıyor ve böylece koalisyon içindeki çelişkileri bir süre yönetilebilir kılıyor.

‘MUSK SAĞ HAREKETLERİ KENDİ ÇIKARLARI DOĞRULTUSUNDA YÖNLENDİRMEYE ÇALIŞIYOR’

Üçüncüsü, Musk’ın Trump’a verdiği destek yalnızca ideolojik ve finansal değil, aynı zamanda stratejik bir müdahale içeriyor. Musk, Trump’ın yörüngesinde pasif bir şekilde hareket etmek yerine, sağ hareketleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışıyor ve zaman zaman Trump’a rağmen etki alanını genişletmeye çalışıyor.

Trump iktidarıyla beraber dikkat çeken, kadınların, LBGTİQ+ bireylerin dışlandığı, muhafazakar bir hat. Bunun ötesinde sisteme küçük de olsa muhalif olan üniversitelere, kurumlara, medyaya bir baskı dalgası da bekleniyor. Dünyanın otoriter eğilimleri tartıştığı bir dönemde, özellikle yargıda Trump’a yakın isimlerin yer etmesini de dikkate alırsak, ABD’de otoriter bir dönemin ayak sesleri mi hissediliyor?

Evet, bence kesinlikle öyle. Ancak bence içinde olduğumuz durum ayak seslerini aştı, çünkü bunu artık açık seçik görebiliyoruz. Ama şunu ifade etmek gerekir. Otoriterleşme eğiliminin Trump döneminde arttığı bir gerçek, ama bu eğilimi yalnızca Trump’a bağlamak doğru değil.

Bugün, hem günlük yaşamda hem de siyaset bilimi ve sosyoloji alanında farklı metodolojilerle yapılan demokrasi endekslerinde ABD’deki demokratik gerileme açıkça görülüyor.

‘TRUMP ABD’DE PARTİZAN BİR BÜROKRASİ VE SİYASAL BİR YARGIYLA PARTİ DEVLETİ İNŞA ETME STRATEJİSİ UYGULUYOR’

Anladım, ancak bu sürecin Trump döneminde hızlanmasının nedenleri nelerdir?

Bunun pek çok sebebi var. Bunlardan biri yargının siyasallaşması: Trump, muhafazakâr yargıçları atayarak ABD’de yargı bağımsızlığını zayıflatıyor ve yargıyı yürütmenin çıkarlarına uygun şekilde şekillendiriyor. Bir diğer neden ise federal bürokrasinin partizanlaşması. Bu durum, aynı zamanda bir parti devleti inşa etme stratejisinin parçası olarak işliyor. Tarafsız bir federal bürokrasi yerine, doğrudan parti ajandasına hizmet eden bir yapı oluşturuluyor ve kariyer memurlarının yerine partiye sadık isimler atanıyor.

Seçim sürecine müdahaleler, seçmen haklarının kısıtlanması ve seçim denetim mekanizmalarının siyasallaştırılması da bu sürecin önemli unsurları arasında. Örneğin, 2020 seçimlerine müdahale eden isimlerin kritik görevlere atanması, medya ve muhalefet üzerindeki baskının artması ve sosyal medya platformlarının daha fazla kontrol altına alınmaya çalışılması bu eğilimin parçaları.

‘ABD’DE DEMOKRATİK GERİLEME, TRUMP DÖNEMİNDE HIZLANSA DA DAHA ÖNCEYE UZANIYOR’

Ayrıca, siyasi şiddetin meşrulaştırılması da bu sürecin bir diğer boyutunu oluşturuyor. Bir yandan 6 Ocak Kongre baskınına katılanlar siyasi kahraman gibi gösterilirken, diğer yandan sol toplumsal hareketlerin silah zoruyla bastırılması tartışılıyor. İfade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin artması ve bunun akademiye yansıması da demokratik gerilemenin bir başka boyutu.

Bu süreç, temelde yürütme gücünü artırarak, denetleyici ulusal ve uluslararası kurumları zayıflatmayı amaçlayan bir dönüşüm. Eğer önceki sistemi demokrasi olarak tanımlıyorsak, bu yapı hızla kan kaybediyor. Trump döneminde bu eğilim ivme kazanmış olsa da, demokratik gerilemenin kökenleri Trump öncesine dayanıyor.

‘KAPİTALİZMDEKİ MERKEZİLEŞME VE HIZLANMAYLA BERABER BÜROKRASİ, DEMOKRASİ, TOPLUMSAL MÜZAKERE AYAK BAĞI OLARAK GÖRÜLMEYE BAŞLANDI’

Peki bunun nedeni ne? Yani neden bu eğilim güçleniyor?

Bu eğilimin güçlenmesinin birkaç temel nedeni var.

İlki, kapitalizmin seyriyle ilgili. ABD gibi gelişmiş kapitalist devletlerde burjuva demokrasisini ayakta tutan iki temel faktör vardır: Farklı kapitalist gruplar arasındaki güç dengesi ve tabandan yükselen toplumsal hareketler. Normalde kapitalistler arasındaki güç dengesi, siyasi alanda kurumsal denetim ve güçler ayrılığı olarak kendini gösterir. Ancak günümüzde servetin olağanüstü bir hızla birikmesi, sermayenin birkaç kişinin elinde merkezileşmesi, ABD’yi giderek oligarşik bir yapıya dönüştürüyor. Demokrasi, giderek en güçlü sermaye kesimlerinin çıkarlarına tabi hale geliyor ve aşınıyor. Üstelik bu merkezileşmenin olağanüstü bir hızla gerçekleşmesi, paranın çok hızlı kazanılması, spekülatif piyasaların anlık kararlarla yön değiştirebilmesi, kapitalistlerin bürokrasiyi, demokrasiyi ve geniş toplumsal müzakereleri bir ayak bağı olarak görmesine neden oluyor. Örneğin, bugün yapay zekânın ve büyük verinin etik, toplumsal, ekolojik ve hukuksal sonuçlarını tartışmak, bu alanlardan hızla zenginleşen kesimler için büyük bir ayak bağı. Trump, bu sermaye grubuna hitap ederek, denetimleri kaldırma ve hızlı karar alma sözü veriyor.

‘SİVİL VE TOPLUMSAL HAKLARA DÖNÜK ARTAN BASKI DEMOKRASİYİ GERİLETİYOR’

İkincisi, toplumsal hareketlerin evrimiyle ilgili. Demokrasinin gelişmesini sağlayan temel unsur, tabandan yükselen toplumsal hareketlerdir. İnsanların hak ve özgürlüklerini kazanmasını sağlayan bu hareketler, tarih boyunca demokratik ilerlemeye öncülük etti. Ancak 1980’den beri işçi hareketine yönelik baskılar ve günümüzde giderek yükselen sivil haklar ile LGBTİQ+ hareketine yönelik tepkiler, tarih boyunca kazanılmış hakları ve özgürlükleri halkın elinden alıyor. 1980 sonrası sendikalaşma hakkının zayıflatılması gibi, bugün siyahların, göçmenlerin, kadınların ve LGBTİQ+ bireylerin kazandıkları haklar sistematik olarak kısıtlanıyor. Bu da demokrasinin gerilemesine yol açıyor.

‘DÜNYADA EKONOMİK GÜÇ MERKEZİLEŞİRKEN KONTROLÜ ARTAN BİR PARTİ DEVLETİ MODELİ YÜKSELİŞTE’

Üçüncüsü, dünyada küresel ölçekte yaşanan bir dönüşüm var. 21. yüzyılda ekonomik gücü merkezileştiren, kontrolü artıran bir parti devleti modeli yükselişte. Bu noktada Çin’in etkisi göz ardı edilemez. Şu anda dünyanın yükselen gücü Çin olduğu için, Batı sistemleri “Buna benzeyen bir sistem nasıl kurarız?” sorusunu soruyor. Ancak her ülke buna kendi özgün siyasi yapısına uygun bir şekilde yanıt veriyor. Rusya, bu modeli Putin ve oligarklar üzerinden yürütürken, Trump, ABD’de benzer bir otoriter modelin işe yarayacağını düşünüyor.