Ne yalan söyleyeyim, eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun zeki, akıllı biri olduğunu düşünmüştüm hep.
Neredeyse yok hükmünde bir partide sivrilip, oradan AKP’ye zıplamak ve sonradan geldiği AKP’de güçlü ve önemli bir adam olmak ve aynı anda hem AKP’nin hem MHP’nin gelecekteki lideri olarak görülüp algılanmak, vekili olduğu partideki gücünü, koalisyonun diğer ortağının liderini kullanarak korumak bende bu izlenimi uyandırmıştı.
Ancak yanıldığımı anladım.
Çünkü bana göre zekanın en önemli belirtisi dinlediğini ve okuduğunu anlamak, doğru çıkarımlar yapmaktı.
Ve benim zeki zannettiğim Süleyman Soylu’da bu özellikler yoktu.
Bunu anlamamı sağlayan ise Timur Soykan ve Murat Ağırel’le kitapları üzerine yaptığımız programa, Soylu’nun gösterdiği tepki oldu.
Programda Timur ve Murat uyuşturucu kaçakçılarına ve kara para aklayıcılarına yönelik operasyonları anlatırlarken bir şey dikkatimi çekti.
Bu operasyonların başlangıcı eskiye, Süleyman Soylu’nun Bakan olduğu döneme dayanıyordu.
Oysa biz hep Süleyman Soylu döneminde pek bir şey yapılmadığı, operasyonların Ali Yerlikaya ile başladığı yönünde bir algıya sahiptik.
Durum dikkatimi çekince program içinde birkaç kez konuklarıma “Bu operasyonlar sırasında Bakan Süleyman Soylu’ydu değil mi?” diye sordum.
Çünkü ezberin dışında bir şeydi söyledikleri.
Onlar da bunu doğruladılar ve Türk narkotik polisinin benzerleri arasında en iyisi olduğunu, yıllardır çok başarılı işler yaptığını söylediler.
Program bir anda Soylu hakkındaki önyargılarımızı değiştiren bir mahiyete büründü.
Soylu’nun çektirdiği fotoğraflar nedeniyle oluşan algıya rağmen, aslında onun döneminde de ciddi operasyonlar yapılmış olduğunu anlattı Timur ve Murat.
Hatta program bittiğinde kendi kendime “Acaba Soylu’yu hak etmediği kadar temize mi çıkardık” diye de düşünmedim değil ama sonuçta iki gazeteci de somut olaylar üzerinden konuşmuşlardı.
Ve açıkça Türkiye’nin bu duruma gelmesinde Soylu’nun değil, AKP’nin kurduğu sistemin kusurlu olduğunu anlatmışlardı.
Programın yayınından sonra Murat Ağırel aradı.
Soylu kendisini aramış ve “Hakkımda yanlış şeyler söylediniz. Yanıt hakkım doğdu” demişti.
Murat da kendisine “Gelin Fatih Bey’in programına her şeyi konuşalım” diye yanıtlamıştı ve “Abi senin adına davet ettim.” dedi.
Ben de “Tabii ki, iyi yapmışsın” dedim.
Ancak Süleyman Soylu gelip bizimle konuşmaktansa, tek başına bir başka programa gitmiş.
Ve sunucunun Murat Ağırel ile Timur Soykan’ın iddiaları şeklindeki sorusuna yanıt verirken benim de adımı zikretmiş.
Aslında sunucu izlediğini anlamış ve benim bir ithamım olmadığını hatta neredeyse onun döneminde yapılan operasyonlardan ötürü hakkını teslim ettiğimi fark etmiş ama Süleyman Soylu izlediğini anlamaktan aciz olduğu için lehine gelişen bir programı sadece programdakilerin isimlerinden yola çıkarak aleyhine bir şey zannetmiş.
Ve gelip bu konuda uzman iki gazeteci ile konuşmaktansa boş kaleye gol atmak istemiş ve ama orada bile golü kendi kalesine atmış.
Ayağına gelen kendimi temizleme fırsatını da böylelikle tepmiş.
Ben dün itibarı ile şunu anladım.
Siyasette bir yerlere gelmek için çok da büyük bir zeka gerekmiyormuş.
Ama orada kalmak için gerekiyor olmalı ki, bazıları kalamıyor!
Paper Moon’a mı gitsem, çöpte sebze mi arasam!
Nasuhi Güngör, iktidar yanlısı yazar, yorumcular arasında görülse de, nezaketi, üslubu, kişiliği ile benim için pek çoğundan farklıdır.
Trolleşen iktidar medyasında, trolleşmeye direnen isimlerden biridir. Güngör geçen gün ekonomik krizle baş etme yollarından biri olarak dışarda yemek yememeyi ve evde yapmaya geri dönmeyi önerdi.
Evde yemek yapmanın çok daha ucuz olduğunu söyledi.
Doğru mu!
Evet doğru evde yemek pişirmek elbette daha ucuz ama bunu bir çözüm olarak önermek doğru değil.
Öncelikle Nasuhi Güngör belki bilmiyordur ama Türkiye’de dışarda yemek yeme oranı onun zannettiği kadar yüksek değil.
Çalışanların daha çok öğlen yemeklerinde rağbet ettiği esnaf lokantalarını denklemin dışına çıkarırsanız, Güngör’ün pahalı ve lüks diye düşündüğü lokantalara gidenlerin oranı toplam lokanta müşterisinin yüzde 5’i bile değil.
Evet, Türkiye’de dışarda yemek yeme oranı özellikle AKP döneminde çok arttı ama hâlâ bir Fransa değiliz.
Hele hele pahalı restoranlara gidenler çok düşük sayılarda.
Ve Nasuhi Bey’in haberi olsun, artık o lüks restoranların müşterilerinin büyük bölümü AKP dönemi zenginleri ve eşleri.
Lüks restoranların sembolü Paper Moon’un değişen müşteri profilinde iktidar seçmenlerinin sayısı giderek arttı, öğlen yemeklerinde masaya krokodil Hermes’leri dizenlerin büyük bölümü artık türbanlı hanımefendiler.
Ulus, Bebek arasındaki pahalı gece hayatının müşterileri ise genelde Hermes’li AKP seçmeni hanımların çocukları.
İstanbul’un en sevdiğim esnaf lokantasında 2 sene önce 80 TL’ye yiyip 20 TL de bahşiş bıraktığım menüye şimdi 450 TL verip, 100 TL bahşiş veriyorsam ortadaki sorun evde yemekle, dışarda yemek arasındaki seçim değildir.
Evde yemek yapmaya gelince.
Ben genelde evde yemek yemeyi seviyorum. En lezzetli yemeğin evimde pişen olduğunu düşünürüm.
Nasuhi Güngör bilsin ki o da öyle çok ucuz değil.
Söylemesi ayıptır dün evde patlıcan musakka yaptım.
1 kilo kadar patlıcana 50 TL verdim.
300 gram kadar kıymayı 200 TL’ye aldım.
Bir demet maydanoza 15 TL ödedim.
Kullandığım iki adet domatesin ederi yaklaşık 20 TL.
Soğan da 10 TL olsun.
Sarımsağın kilosu 200 TL ama dört diş için 5 TL diyelim.
Zeytinyağı da 50 CC desek 30 TL de o tutar.
Baharatı falan katmayayım benden olsun.
Keza ocağın elektriği de.
En az 350 TL.
Yanına pilav. Tereyağı, pirinci yuvarlak 60 TL diyelim.
Cacık 2 hıyar 10 TL. Yoğurt yarım kilo kullansan 30 TL.
Osu, busu 500 TL bir öğünlük yemek.
Ayda eder 15 bin TL sadece bir öğün.
İki öğün 30 bin.
Kahvaltı da etmeden.
Kira, giyim, elektrik, su, ulaşım, okul parası, sağlık harcaması falan yok.
Emekli maaşı 10 bin, asgari ücret 17 bin.
Yani anlayacağın Nasuhiciğim, mesele evde veya dışarda yemek değil.
Doğru seçenek ev mi lokanta mı hiç değil!
Çöpten sebze toplayan teyze “Çöpten mi toplasam, Paper Moon’a mı gitsem” sorusuna yanıt aramıyor çöpte.
Sizinkilerin pek sevdiği Hermes çanta ya da Louis Vuitton mücevher bulmak umuduyla karıştırmıyor o çöpü!
22 yıllık iktidarın sonunda halka yemeyin, içmeyin, giymeyin demeye başladıysanız zaten bize laf düşmez.
Bunun sonucunu rahmetli Demirel çoktan söyledi.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Eleştirdiğimize benzemeye başladığımızda gitme vakti geldiğini anladığımız zaman.