Irak’la yeni bir işbirliği ve dostluk süreci arayışı

Irak bağımsızlığına kavuştuğu günden beri, Güney Doğu’muzdaki bu sınır komşumuzla başta insani bağlarımız olmak üzere, iç içe geçmiş olan ilişkilere sahibiz. Amerika’nın işgaline uğrayan bu talihsiz ülke halkının neredeyse 30 yıldan beri maruz kaldığı insanlık dramının ve çektiği ıstıraplarının son bulması, yeniden inşası, ekonomisinin canlanması ve toprak bütünlüğü içinde egemen bir devlet olarak dünyadaki onurlu yerini alması Türkiye’nin halisane arzusu. Aynı zamanda tüm bölgenin çıkarına.

Bugün için boş hayal gibi görünse de uluslararası ilişkilerde gelişmeler bazen, şartlar ne kadar olumsuz görünürse görünsün beklenmeyen olumlu sonuçlara erişebiliyor. Ancak bunun için, az da olsa, çıkabilecek fırsatları değerlendirmek gerekiyor. Eğer ortada hiç fırsat görünmüyorsa bunları yaratmak için adım atılması tamamen faydasız olmayabiliyor. Tarihte belirsizlik ve umutsuzluklar içinde kararlı adımlar atan bilgi ve tecrübesine güvenen iyimser ve cesur liderler oldu. Hiçbir adım atmamanın alternatifi hareketsizlik. Daha kötüsü ise kararsızlık.

Irak’ın durumu

Saddam liderliğindeki Irak’ın, birinci ve ikinci körfez savaşlarından sonra uğradığı yıkım, halkının başına gelenler ve Orta Doğu’nun yaşamakta bulunduğu karmaşa XX. yüzyıl tarihinin sayfalarına kara lekeler olarak geçti. Bugün bölgede, İran ve Körfez Monarşileri hariç hemen hiçbir devletin gerçek anlamda kendi mukadderatına, güvenlik, bağımsızlık ve egemenlik anlamında hükmedebilen bir devlet bulunmuyor. Irak da bu kategoriye dahil ülkelerin başında yer alıyor. (1) Irak’la sınır koşusu olmamız bu ülkenin ve halkının, başta güvenlik ve ekonomik olmak üzere sorunlarının hemen tümünü, bir yerde, bizim de yaşamamız sonucunu doğuruyor.

Komşumuzun çözümsüz görünen bu sorunları güvenlik ve istikrarımızı doğrudan etkiliyor. Türk hükümetleri bu sorunların üstesinden gelmek için bu yakın komşumuzla beraber çalışmak amacıyla son 30 yıldan beri Irak’ın ülkesinin tamamında yetkisini kullanabileceği bir yönetime kavuşmasını yürekten dilemekte.

İç gelişmeler ve Irak’la ilişkilerde hareketlilik

Bağdat’ta Hükümetin Kuzey’deki Kürt gruplarıyla öteden beri var olan temasları devam ediyor. Bu arada son aylarda, Irak’la Türkiye arasındaki ilişkilerin yüksek düzeyde karşılıklı ziyaretleri içeren dikkat çeken bir hareketlilik içine girdiğini gözlemliyoruz. Bu gelişmelerde özellikle Irak Merkezi Hükümetinin kısmen güçlenmesi ve ABD’in yeniden çekilme hazırlıkları gibi işaretler öne çıkıyor. (2)

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’dan oluşan üst düzey bir güvenlik heyetimizin 14 Mart’ta Bağdat’a yaptıkları ziyaret de bu çerçevede değerlendirilebilir. Dışişleri Bakanı Fidan ve MİT Başkanı Kalın’ın Vaşington dönüşü Bağdat’a gerçekleştirdikleri son ziyareti, aslında bir süre önce Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin, Savunma Bakanı Sabit Abbasi ve El Muhaberat yetkililerinin Ankara’da yaptıkları temas ve görüşmelerin bir nevi devamını oluşturuyor. Oldukça kısa bir süre içinde Ankara, Vaşington ve Bağdat’ta sürdürülen bu yoğun temaslar serisi, sırf gerçekleştirildikleri başkentlerin önemi itibarıyla değil, aynı zamanda gündemleri ve bu gündemle ilgilenen ülkelerin önemi dolayısıyla stratejik anlam taşıyor.

Söz konusu gündemi esas itibarıyla üç, belki dört başlıkta özetleyebiliriz: Güvenlik, Petrol ve Doğal Gaz, Ulaştırma ve Su.(3) Bu başlıkların her biri kuvveden fiiliyata dönüşebilirse, her iki devleti ve halklarını birbirine daha çok yaklaştıracak olan büyük alt yapı projeleri, iş gücü harcamaları gerektirecek yeni yatırım fırsatları ve güvenlik işbirliği ilişkileri doğuracak. Aynı zamanda belirsizlik içindeki bölgenin acil ihtiyaç duyduğu barış huzur ve istikrar istikametine değerli katkılar sağlayacak.

Kalkınma Yolu Projesi

Gündemdeki başlıklardan ulaştırmaya dair “Kalkınma Yolu” adı verilen proje, Basra’dan başlayarak, Türkiye üzerinden dünyaya açılan bir ticaret, nakliyat, enerji ve iletişim kanalıyla Irak’ı Batı dünyasına bağlayan dev bir koridor.  Bu koridor oldukça büyük önem taşıyor.

“Kalkınma Yolu” ilk planlandığı haliyle, (4) Irak petrol ve gazını, üretim bölgelerinden Ceyhan’a uzanan boru hatlarıyla, doğrudan ve güvenli şekilde Avrupa ülkelerine ulaştırması öngörülüyor. Devamında Irak’ı ve tüm Körfez bölgesini ve burada üretilen enerjiyi, karayolu, demiryolu ve iletişim ağlarıyla muhtemelen Çanakkale ve İstanbul boğazlarından tüp geçitlerle geçirilmesi suretiyle Avrupa’ya ve daha öte bölgelere, güvenli, ekonomik  ve istikrarlı bir şekilde bağlaması söz konusu. Kalkınma Yolu, bu perspektifte Irak’lı, Türk, Avrupa’lı ve Amerikan yatırımcılarına, sanayicilerine, mühendislerine, iş insanlarına ve işgücüne inanılmaz boyutlarda yeni altyapı yatırım fırsatları yaratacak nitelikler taşımakta. Irak petrol ve gazının dünya pazarlarına düşük maliyetlerle taşınmasına imkan vereceği için, Irak’ın sırf yaşayabilirliğini değil, aynı zamanda ekonomik gelişmesini de garanti altına alacağından, bu projenin finansman bulmasının büyük zorluklarla karşılaşmayacağı düşünülebilir.

Stratejik önem ve tarihi fırsat

Oysa bugün Irak’ta ve bölgedeki ki koşullar, her ne kadar gül bahçesi kıvamında olmasa da, Bağdat’ın şu sırada bu alanda işbirliğine kapalı bulunmadığı belli. Türk diplomasisinin de bu konjonktürü değerlendirme iradesini göstermesi, gerçekçi olup olmamasından mustakillen, tek kelimeyle isabetli. Barışı ararken atılacak her adım başka barış fırsatlarına da yol açabilir.

Aslında  bu projenin stratejik önemi ve yaratacağı tarihi fırsatlar tüm taraflar  için teşvik edici.

Bir için fikir vermek için Turgut Özal’ın SSCB’nin dağılması sırasında benimsediği vizyonu anımsamak yeterli olur. (5) Özal,1990’lı yıllarda ülkemizin, nasıl Hazar Havzası Petrollerinin dünya pazarlarına sevki için en güvenli ve en ekonomik yolu oluşturduğunu görüp, o zaman Baku -Tiflis Ceyhan (BTC) ile Doğu-Batı enerji koridorunun temellerini attıysa, bugün de Irak petrol ve gaz üretiminin küresel ekonomiye ulaşmasında en güvenli ve en ekonomik güzergahı Türkiye’nin oluşturduğunun bilinci içinde, Türk diplomasisi şimdi, Ankara, Bağdat, Vaşinton’daki girişimleriyle, Irak’tan Türkiye’ye, Güney-Kuzey enerji koridorunun inşasının tohumlarını atmakta. Bu tohumlar kök salar mı? Nasılsa salmaz diye bu kapsamda bir girişime hiç teşebbüs etmemek tabi ki mümkün!

Rakip devletlerin tutumu

Kalkınma Yolu Projesinin gerçekleşmesine, bölgede ve ötesinde muhakkak ki, başta İran olmak üzere, bir kısım başka devletlerin kararlılıkla karşı çıkacakları açık. Terör örgütü PKK’nın ise Kalkınma Yolunu engellemeye çalışacağına şüphe yok. KDP ve KYB’inin de, projenin başarısının Bağdat’ın yetkilerini kendileri aleyhlerine arttıracak gelişmeleri olumlu görmeyeceklerine muhakkak nazarıyla bakılabilir. Suudi Arabistan, Kuveyt ve BAE gibi öteki körfez ülkelerinin veya bölge ötesinde Rusya, Çin ve Hindistan gibi devletlerin muhtemel davranışları hakkında tahminde bulunmak için zaman henüz erken. Ama muhakkak olan bir şey varsa, Kalkınma Yolu Projesinin yaşama geçirilmesi ve sürdürülmesi konusunda her şeyden önce güvenlik sorunu üzerinde durulması, olmazsa olmaz bir koşul. Bu koşul Irak’ın kendi ülkesinin tamamın kontrol edebilecek seviyeye gelip gelemeyeceği ile ilgili. Sonuçta projenin, başta güvenlik olmak üzere, devasa siyasi, diplomatik, ekonomik ve teknik güçlükleri aşması gerekecek. Bu nedenlerle tamamlanıp tamamlanamayacağı belli olmadığı gibi, tamamlanabilirse bunun bugünden yarına beklenemeyeceği belli.

Uzun yol

Dolayısıyla önümüzde uzun ve tuzaklarla dolu bir yol var. İki ülke arasında halen siyasi ve teknik düzeylerde temas ve görüşmelerin sürmekte olduğu muhakkak. Askerlerini Irak’tan daha tamamen çekmemiş olan Amerika’nın da, muhakkak ki aktif ilgi duyduğu bu görüşmeler sona erdikten sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, önümüzdeki Nisan ayında Bağdat’ı ziyareti ve bu ziyaret sırasında bir mutabakat zaptı imzalanması öngörülüyor. Bu belgenin imzalanabilip imzalanamayacağını da şimdiden söylemek mümkün değil. Ama umut edildiği gibi imzalanabildiği taktirde, projenin kuvveden fiile çıkması yolunda dev bir adım atılmış olacak.

Ancak unutulmamalı ki, bu önemli adım aynı zamanda iki tarafın üzerinde mutabık kaldıkları uzun vadeli ortak bir işbirliği vizyonu oluşturacak. Bu vizyon, iki ülke arasında, barış ve dostluk hedefini ima edecek. Bu hedef ise Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefinin temelinde yatıyor. Dolayısıyla mutabakat zaptının, yani, eğer erişilirse, ortak vizyonun başarıya ulaşması, bu zaptın hazırlanması ve uygulanması sürecinde, her iki tarafça sabır, basiret ve feraset gösterilmesine ve Irak’la ve ayrıca Projeyi destekleyen üçüncü devletlerce ilişkilerde ani tutum değişikliklerinden mümkün mertebe tevakki edilmesine bağlı olacak.

Notlar:

(1) “Hangi Irak’la Neyin Anlaşması?” Aydın Selcen, Medyascope

(2) “Irak Türkiye’nin Gündemine neden Girdi?” Serhat Erkmen, Jeo Politika, Fikir Turu

(3) “Türkiye – Irak Anlaşması Orta Doğu Denklemini Değiştirir” MuratYetkin, YetkinReport

(4) Kalkınma Yolu Projesi aslında yeni değil. 2004 yılından beri konuşuluyor.

(5) “Değerler, Çıkarlar ve Dönüşüm” Özdem Sanberk, Sönmez Köksal, Memduh Karakullukçu

.