Seçimin üzerinden üç hafta geçti. Olup bitenin -en azından- genel çerçevesini anlamak isteyenler için gayet yeterli bir süre. Çıkarılan derslere göre yeni rota belirlemek ve bu adımları görmek için ise fazla kısa. Ancak yorumcuların kalabalık bir bölümü, bu zaman parametresinin ortaya koyduğu basit hakikatin hilafına bir tutum içinde. Olan biteni anlamak ve anlamlandırmakta kafası karışık olanlarla, sistemli biçimde kafaları karıştırmak isteyenlerin yarışı bütün hızıyla devam ediyor. “Ders çıkarma” konusunda gönlü geniş görünenler, ya aldıkları mesajları idrakte zorlanıyor ya da mesajı fena saklıyorlar. Yani yaşananın adını koyma sıkıntısı halen devam ediyor, en azından sübjektif yaklaşım galebe çalıyor. Bunlara karşılık -özellikle iktidar açısından- seçim sonuçlarının yol açacakları konusundaki spekülasyonlar ise giderek ağırlık kazanıyor. Yoğun kulisler, haberler, yorumlar hiç durmadan akıyor. Ortalık, yerli ya da yersiz, safça veya hince, hüsnü kuruntu ifrazından geçilmiyor. Ne olduğu konusunda bir türlü oluşmayan ortak gündem, bundan sonra yapılacaklar hakkında sınır tanımaz bir hareketlilik gösteriyor ve ortak bir yatağa doğru akıyor. En büyük siyasi merak: “Erdoğan ne yapacak?”
Erdoğan’ın son grup toplantısında çok acayip işaretler vereceği “müjdelenmişti”. Bazı davaların seyrini bile değiştirecek gelişmeler yaşanacağı iddia edilmişti. Neredeyse on senedir her seçimden önce ve sonra gündeme gelen “iyimser” beklentilere ve zorunlu olduğuna inanılan gelişmelere ilişkin haberler gündemi doldurdu. İktidar medyasında çıkan her yorumdan bir keramet, her sosyal medya atışmasından -dengeleri değiştirecek- çatışma (çatlak) keşfetme alışkanlığı geri geldi. Ancak defalarca olduğu gibi, Erdoğan son konuşmasında yine şaşırtmadı, “yumuşamış Erdoğan” yolu gözleyenlerin elleri yine böğürlerinde kaldı. “Büyük dersler” çıkarmış Erdoğan, seçimi kaybetmediklerini, ittifak olarak birinci çıktıklarını söyledi, muhalefeti yine küçümsedi ve erken havaya girmemeleri konusunda uyardı. Eleştiri, özeleştiri atakları konusunda da herkesin sınırlarını bilmesi gerektiğini hatırlattı. En önemlisi de, “koptu kopacak” ve “gitti gidecek” denilen ortağı Bahçeliyle paralelliğini bir kez daha ilan etti. İktidar ortaklığını, kaynaşmış bir “bütün” saydığını, dosta düşmana anlattı.
Gerçekten öyle düşünüp düşünmediğinden -ki bence düşünüyor- bağımsız olarak Erdoğan, yaşanan yenilginin “yapısal” bir mesele olarak görülmesine izin vermeyecek ve kendi dışında bir liyakat hadisesine çevirerek zamana yayacak gibi duruyor. Çünkü yapısal kriz tespiti ve kabulü, doğrudan kişiselleştirilmiş iktidar formunun sorgulanma kapısını açmak demek. Bunu, fıtratı ve misyonu gereği, ne Erdoğan ister ne de onun etrafında oluşturulan koalisyon buna razı olur. Bahçeli, Uçum, Bulut gibi aktörler çok erken bir aşamada bu işaretleri gayet net biçimde verdiler. Biraz gecikmeli olarak Erdoğan da, yoğun tezviratın aksine pozisyonunu aynı yönde ortaya koydu. Zaten “yenilgi sonrası iktidar cephesi kaynıyor” spotlu herhangi bir tartışmada, kulis, haber veya paylaşımda da, iktidarın krizinde Erdoğan rolü üzerine bir şey söylenmiyor hatta silik imalara bile pek rastlanmıyor. “Artık hiçbir şeyin aynı olmayacağını” söyleyen muhalifler bile, bu yenilgi sonrasında Erdoğan’a ne olacağından ziyade, sadece Erdoğan’ın ne yapacağını konuşmak istiyor. Rota değişikliğinin iktidarın hangi krizini nasıl çözeceği sorusuna ikna edici cevaplar bulamamış olmak ne gam.
Yaşı müsait olan meslektaşlar hatırlar. Turgut Özal’ın, gündem kontrolü ve hamle kronolojisinde sık başvurduğu bir yöntem vardı: (Aslında bütün dünyadaki siyasetçilerin sevdiği yaygın bir metot) Hazırlandığı hamleyi, bizzat kendisi veya yakın çevresi, kulis bilgisi olarak dolaşıma sokar, kamuoyu reaksiyonuna ve hazırlığına göre adımının zamanlamasına karar verirdi. Erdoğan’ın da bazı meselelerin tartışma gündemindeki seyrini sondaj verisi olarak değerlendirdiği veya nabız ölçmek için kullandığı söylenebilir elbette. Ancak Erdoğan, kurduğu siyasi persona nedeniyle, atacağı muhtemel adımların veya yapacağı manevraların, bizzat kendisinden ve mümkünse yapıldığında öğrenilmesini tercih ediyor. Çünkü “şahsım iktidarı” için, tensip ve tasarruf yetkisinde tekel olmak ve bunu korumak çok önemli. Erdoğan, ne yapmaya hazırlandığını, neden öyle yapacağını başkalarından dinlemek istemediği gibi, bunların başkalarından öğrenilmesini de asla istemiyor. Sık sık tekrarladığı ve farklı çevrelere yönelebilen, “Yapacağımızı onlardan öğrenecek değiliz” çıkışlarını, bilgi iktidarını da içerecek bir bağlamda kullanıyor.
Dar bir çevrede, fazla kişiselleşmiş karar süreçlerinin işlediği ya da siyasetin tamamen devreden çıktığı zamanlarda, hem bilgi fakirliği ortaya çıkıyor hem de spekülatif “bilginin” hatta doğrudan yalanın hakimiyet sahası genişliyor. “Kanıtlanamayan ama emin olunan” spekülasyonlar, komplo teorileri, kaynağı hep gizli olan duyumlar gündemi işgal ediyor. Ne olduğu ve ne olabileceği konusunda başvurulan kaynaklar güvenilir, açık veya denetlenebilir olmadığı için, karineler, vehimler ve varsayımlar anormal değişim değerleri kazanıyor. Küçüklü büyüklü çeşitli kişi ve ekiplerin manipülasyonları için de bereketli bir tarla oluşuyor. Olgulara ve bilgiye yaslanacak klasik gazetecilik faaliyetlerindeki güdüklük, iktidarın mücavir alanındaki her değerlendirmenin, her sosyal medya paylaşımının kıymetli bir bilgi muamelesi görmesine, taşınıp yaygınlaştırılmasına neden oluyor. “İktidara yakın” sıfatı yapıştırılabilecek her ismin yorum, değerlendirme veya temennileri, muhtemel gelişmeler için güçlü kanıt muamelesi görüyor. Bu paylaşımlara verilen reaksiyonlar üzerinden tuhaf çıkarımlar yapılıyor. “Boş laf” eleğinde kalan kırıntılardan siyasi analiz süzülüyor.
Bu iktidarın ve özellikle Erdoğan’ın, “gördüğü lüzum üzerine” çok önemli değişikler yapacağı, bambaşka bir rotaya gireceği hakkında -son on yılda- bir sürü haber ve yorum gördük. Ortaya konulan kanıtların güvenilirliği çok tartışmalı ve mevcut işaretlerin varabileceği yer konusundaki çıkarımlar ise fazla abartılı. Ayrıca şimdiye kadar bu beklentiler hemen hiç doğrulanmadığı gibi, koyulaşarak devam eden aksi yönde bir süreklilik mevcut. Ancak iktidarın değişeceği vehimlerini “kıymetli” yapan ön kabuller hala geçerli olduğu için, bu defolar kimseyi caydırmıyor. Öncelikle muhalefet cenahında alıcısı çok olan, “sürdürülemezlik” karinesi çok kuvvetli. Siyasetin krizi, toplumsal gerilim, devlet kapasitesi, dış politika meseleleri ve en önemlisi ekonomi gibi alanlarda iktidarın yaşadığı tıkanmanın, değişimi zorunlu hale getirdiği varsayımı çok makul bulunuyor. Neredeyse 7-8 yıldır, defalarca yanlışlanmış “sürdürülemezlik” iddiasına yaslanarak, Erdoğan’ın “başka” yola mecbur olduğu savunuluyor. 31 Mart sonuçları, bu ezbere yeniden popülerlik kazandırdı.
Diğer tarafta ise çoğunlukla iktidar çevrelerinin kullanımında olan ama “sonuç almacı” muhalefet odaklarının da pek sevdiği, “yaparsa yine o yapar” yaklaşımı var. Erdoğan’ın, gücünden veya becerisinden kaynaklanan özellikleri nedeniyle her sorunu gördüğü ve çözmek için adım atacağı iddiasının hazır alıcısı bulunuyor. Bazı çevrelerin, kendi alanlarında yürüttükleri ekip rekabetlerinde çok işlevsel olduğu için pek kullanışlı. AKP içinde ve Erdoğan çevresindeki iktidar çemberlerinin manipülasyonlarında da verimli. Erdoğan’ın da, neredeyse hiçbir şey yapmadan sağladığı “ne gerekiyorsa onu yapabilecek” kudret ve dokunulmazlık garantisinden memnun olması gayet anlaşılır. Oysa sanılanın aksine, Erdoğan’ın -uzun süredir- yaşamakta olduğu krizlere alternatif çıkış yolları bulmak için seçenekleri o kadar zengin sayılmaz. Bazı komplocuların iddia ettiği gibi “kuşatma altında” olduğu için değil, gücün kaynağı haline gelen seçeneksizlik paradoksu yüzünden. Bu arada, hem sürdürülemezlik hem de “yaparsa o yapar” yaklaşımının yurt dışı satış potansiyeli de çok yüksek. Çünkü bunlar, iki yüzlü politikalar için güçlü meşruiyet iksiri.
Yıllardır olgunlaşan ama iktidarın geciktirme ve yüzdürme stratejileri sayesinde hükmünü icra edemeyen yapısal siyasi kriz, 31 Mart’ta biraz daha görünür olmayı denedi. Ancak henüz tamamen serbest kalmış ve dönülmez bir yola girmiş olup olmadığını bilmiyoruz. Bu hakikat karşısında Erdoğan’ın ne yapacağı elbette merak konusu ama yine her şeyi “onun” yapacakları üzerine kurmak ne kadar isabetli? Daha önce pazarcılardan bölücü, marketlerden hain bularak sorumlu avına çıkanlar, şimdi lokanta boykotu gibi süper bir çareyi tedavüle sokuyor. Istakoz hazmedilemeden Rolex veya “özel geziye resmi uçak” paylaşımları geliyor. Ne paranın ne uluslararası sistemin demokrasi, özgürlük gibi bir önceliği ya da ihtiyacı var. Anayasa paketi, seçimden önce hazırlandığı gibi itirazları, beklentileri ve belki de muhalefeti yönetmek için hızla ısıtılıyor. (Özgür Özel’in kabul edilen görüşme talebi de bunun bir parçasına çevrilmek istenebilir) Diyarbakır ve Mardin belediyelerine ikinci hafta bitmeden müfettiş gönderiliyor, Afyon belediyesinden dinleme aparatları çıkıyor. Yukarıda değindiğim özeleştiri sınırları konusundaki uyarıları da siz ekleyin. Bütün bu işaretlere rağmen, yine de çok ciddi “değişiklikler” olacağını bekleyebiliriz ama onları da, olunca konuşsak olmaz mı?