Bu hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın grup toplantısında Hamas için kullandığı Kuvâ-yi Milliye benzetmesi tartışma yarattı ama ben bugün Erdoğan’ın aynı konuşmadaki ‘Filistin davasının lideri misafirim olacak’ sözlerine dikkat çekmek istiyorum. Erdoğan, isim vermediği için İsrail-Filistin meselesinin geçmişini bilenlerin aklına ilk olarak Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas gelmiş olabilir ama aslında Erdoğan’ın kastı Mahmud Abbas değil Hamas lideri İsmail Haniye’ydi. Tabii bu çıkıştan sonra akıllara şu soru geldi: Türkiye Mahmud Abbas’ı artık Filistin davasının lideri olarak görmüyor mu?
Oslo süreci ve sonrası
Filistin davasının liderliği ve bu çerçevede ‘meşruiyet’ tartışmalarını anlayabilmek için biraz geriye gitmek gerekiyor. Norveç’te 1993’te yapılan görüşmeler sonrasında varılan ‘Oslo anlaşması’ İsrail-Filistin sorununda bir dönüm noktasıydı. Bu anlaşmanın en önemli boyutu da ‘karşılıklı mektuplarla’ Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) İsrail’i, İsrail’in de FKÖ’yü tanımasıydı. Bu anlaşma ile FKÖ ‘Filistin halkının temsilcisi ve müzakerelerin ortağı’ olarak tanımlandı. Daha sonra pek çok Filistinli grup FKÖ çatısı altına girerek sürece destek verdi. Elbette Oslo’ya karşı çıkan ve bu anlaşmanın ‘siyasal çizgi konusunda karmaşa yarattığını’ düşünen Filistinli siyasetçiler de vardı ama onlar da dahil Arap ve İslam dünyası uzun yıllar FKÖ’yü Filistin halkının temsilcisi olarak kabul etti. Bunda etkili faktör Yaser Arafat’ın liderliğiydi. Zira Arafat’ın karizması ve davaya adanmışlığı sorgulanmıyordu.
Wikileaks belgeleri
2000’li yıllara gelindiğinde, Filistin siyasetinde ‘ılımlı bir isim’ olarak FKÖ’nün de kurucularından olan Mahmud Abbas figürü öne çıkıyordu. Oslo sürecinde perde arkasında rol oynayan, bir dönem Arafat’ın en yakınındaki isimlerden olan ancak daha sonra Arafat’ın pozisyonunu eleştiren Abbas intifada süreçlerine de karşı çıkarak kendisine farklı bir yol çizdi. Abbas, 2004’te Arafat’ın ölümünden sonra FKÖ liderliğine getirildi ve El Fetih’in adayı olarak girdiği 2005 seçiminde Filistin Devlet Başkanı oldu. Abbas, İsrail’e karşı yumuşak tutumu sebebiyle pek çok Filistinli grup ama özellikle Hamas tarafından hep eleştirildi. 2006’daki seçimlerde Hamas’ın sandıktan zaferle çıktığını, ancak bu zafer uluslararası toplum tarafından tanınmadığı için Filistin’in fiiliyatta iki başlı hale geldiğini de (Gazze’de Hamas, Batı Şeria’da FKÖ) hatırlatalım. Bu tablo, Hamas’ın yerini sağlamlaştırırken, Filistin davasının liderliğini ve meşruiyet tartışmalarını alevlendirdi.
Abbas’ın siyasi kariyerine ve liderliğine en büyük darbeyi ise 2010 yılında sızdırılan Wikileaks belgeleri vurdu. O belgeler, Abbas yönetiminin ABD ile gizli görüşmeler yaptığını, Hamas’ı tasfiye etmeye çalıştığını, Kudüs’ün tamamını ve Batı Şeria’nın bir bölümünü İsrail’e bırakmak için müzakere ettiğini ortaya çıkardı. Abbas o dönem ‘korkum yok’ dese de o belgelerden sonra Filistin davasına adanmışlığı hep sorgulandı.
Liderlik ve seçim
Yukarıda sıraladığımız gerekçiler kâğıt üzerinde FKÖ olsa da fiiliyatta ‘liderliğin gerektiği gibi üstlenilememesi’ yeni arayışları elzem kıldı. ‘Alternatif ne?’ diye bakıldığında öne çıkan yapı 2006’dan sonra seçim meşruiyetiyle Hamas’tı. Bugün de Oslo’nun üzerinden 30 yıl geçmiş durumda. Dolayısıyla Türkiye’nin uzun süredir, uluslararası toplumun terör örgütü olarak kabul ettiği Hamas’ı sürece dahil etmeye çabalarının ardında da Erdoğan’ın ‘liderlikten’ kastını da bu çerçevede okumak gerekiyor. Tabi Filistin’de son seçimin 2006 yılında yapıldığını hatırlatmak gerekiyor. 19 Kasım 2023 tarihinde yine bu köşede Filistinlilerin hem Hamas hem El Fetih’ten artık yorulduğunu kamuoyu araştırmalarına dayanarak yazmıştım. 7 Ekim’den sonra imkansıza yakın olsa da Filistin’de yapılacak bir seçimin ‘liderliği’ belirleyeceği açık. Ankara’nın on yıldır Filistin’de seçimlerin yapılması için verdiği güçlü desteğin sebebi de buydu.