Dün İstanbul ve Ankara’da belediye meclisleri toplandı. Seçimden sonraki ilk toplantılardı bunlar. Mekanlar aynı mekanlardı, toplananlar da yeni dönemin seçilmiş belediye meclisi üyeleriydi.
Sanki hiçbir şey değişmemiş gibiydi.
Oysa her iki mecliste değişen bir şey vardı: Partilerin oturma sıraları değişmişti… Bir önceki mecliste iktidar sıralarında oturan AK Partili ve MHPliler, yeni mecliste muhalefet sıralarını işgal ediyorlardı; iktidar sıraları ise CHPli üyelere ayrılmıştı.
İstanbul büyükşehir meclisinde ilk oylama AK Partililerin verdiği bir teklif için yapıldı ve teklif meclis çoğunluğunca reddedildi.
Ankara’da ise, AK Partili ve MHPli üyelerin geçen dönem sürekli ertelettiği bir teklif, üye çoğunluğu tarafından ilk icraat olarak kabul edildi.
Teklif CHP’li üyelere aitti.
Canlı yayınlanan İstanbul belediye meclisi toplantısını izlerken, bir sonraki seçimin ardından TBMM’nin muhtemel görüntüsünün ne olabileceğini düşünmeden edemedim.
Demokrasi, en samimi taraftarlarının da bildiği gibi, ‘en mükemmel’ yönetim tarzı değil belki, ancak yine de mevcutlar içerisinde en iyisi olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
İyiliği dünkü tablodan da anlaşılıyor.
Halk bazen bir veya birden fazla partiye iktidarı veriyor ve yönetim o partide veya partiler koalisyonunda oluyor; aynı halk görüş değiştirebiliyor sonradan ve bir bakıyorsunuz, yönetimdeki partiler değişivermiş…
Zaten, iktidarlar, mümkün oldukça aşırılıktan ve yanlışlardan, demokrasinin bu özelliği sebebiyle, kaçınıyorlar.
İktidardayken yapılan aşırılıklar ve yanlışlıkların, iktidardan düşülünce başlarına dert açabileceği endişesiyle…
Akşam her zamanki kısa süre kanallar arasında dolaşma rutinimde, tartışmalardan birinde, yorumcunun birinin, “CHP devr-i sabık peşinde” dediğini işitince durakladım.
‘Devr-i sabık’, tek partili sistemden çok partiliye geçileceği sırada gündeme gelmiş bir deyimdir. İktidara gelme mücadelesi veren Demokrat Parti (DP) kadrosu, seçimi kazanmaları halinde, muhalefete düşecek olan CHP kadrosunun, iktidarı kendilerine teslim etmemek için farklı yollara sapabilecekleri düşüncesiyle, “Devr-i sabık yaratmayacağız”şeklinde kullanmışlardı o deyimi…
Bununla iktidara gelince eski dönemin sorumlularından hesap sormayacakları taahhüdünde bulunmuş oluyorlardı.
Seçimi DP kazandı, CHP lideri İsmet İnönü, dönemin bazı askerlerinin yanlış telkinlerine kulak asmayarak, sorunsuz geçişi sağladı. Demokratlar da sözlerini yerine getirdiler; içlerinden bazılarının karşı çıkmasına rağmen, geçmişle ilgili hesap sormadılar…
Askeri darbeleri saymazsak, demokratik sistem içerisinde iktidarlar herhangi bir sorun yaşanmadan seçimle değişti ülkemizde. Muhalefetken iktidar olanlar enkaz edebiyatı yaptılar, ancak eski iktidar sahiplerine fazla sorun çıkartmadılar.
Her dönemde yolsuzluk iddiaları ortaya atıldı, bazen konu yargıya havale edildi, bir-iki kez sorumlu görülenler Yüce Divan’da yargılandı da; ancak sivil dönemde geçmişin bütün siyasi kadrolarına dönük hesaplaşmaya gerek duyulmadı.
Hesap sorulabilirlik yine de söz konusuydu demokrasinin doğası gereği, siyasiler iktidardayken aşırılıktan ve yanlışlardan genellikle uzak durmaya gayret ettiler.
Ülkemizde, 75. yılına girmekte olduğumuz çok partili dönemde, AK Parti’nin 22 yılına benzer uzun sürmüş iktidar pek olmadı. İktidarlar gelip geçtiler ve kendi dönemlerinin geride kalacağını, bir gün yerlerini muhaliflerinin alacağını hep bildi partiler…
AK Parti kadrolarının sürekli iktidarda kalacakları fikrine fazla saplanmış oldukları anlaşılıyor. 31 Mart seçimi destekçi kadrolarında büyük sarsıntıya yol açmış bulunuyor. Özellikle de, seçimin üzerinden iki hafta geçmiş olduğu halde, kalemleri ile ağızlarını bu yeni duruma uyum sağlamaya bir türlü alıştıramayan medyadaki destekçi kadrolarda…
Bu da, seçime kadar geçecek önümüzdeki süreyi, izlenmesi çok daha ilginç hale getiriyor.
Yeni dönemde, AK Parti ile küçük ortağı MHP’nin, tavır değişikliğine gitmeleri beklenebilir.
Uyum sağlayabilirler mi?
Pek çok muhalif yorumcu köklü bir değişikliğin önümüzdeki dönemde AK Parti’de yaşanabileceğine pek ihtimal vermiyor, bunun farkındayım. Ancak ben, seçimin sebep olduğu sarsıntıya bağlı travma geçtikten sonra, ayakların suya ereceği kanaatindeyim.
Aksi halde?
Gözüm, aksi halde ne olabileceğini kestiremiyor.