Yerel seçim sonuçları üzerine tartışmalar, bayramda da pek mola vermedi. Bütün siyasi partiler, önemli siyasi aktörler, yeni pozisyonlar için -“ders çıkarma” adı altında- yoklamalara başladılar bile. Siyasi arenadaki herkes, kendisi ve birbirleri hakkında kamuoyu oluşturma, üstünlük veya dokunulmazlık yaratma, gecikmeden atak yapma ya da daha geç olmadan ayakta kalma çabasında. Çünkü kritik dönemeçlerin etiketlenmesi ve bu etiketlerin ezberler halinde bir süre daha kullanılabilmesinde, yaratılan ilk intiba çok önemli. Başarı madalyasının veya yenilgi faturasının kime verileceği kararı, “erken kalkanın yol aldığı” bir zeminde şekillenebilir.
Bozgunları ve galibiyetleri, karmaşık olmayan basit nedenlere bağlamak ve indirgemeci gerekçeler, çok kolay alıcı buluyor. Spekülasyona açık atmosferler, büyük hatalar için olduğu kadar, beklenmedik -ve hak edilmemiş- pozisyon edinmek için fırsatlar sunabiliyor. Müziğin durduğu anda sandalyeye daha yakın olan kazanıyor. 31 Mart, genel siyasi dengenin sarsılması, yapısal meselelerin görünür olması, siyasi trendlerdeki değişim işaretleri nedeniyle, yerleşik işleyişi epey salladı, artçı şoklar devam ediyor. Dolayısıyla, ister mevcut dengeyi tekrar tesis etme, ister tazeleme, isterse dengeyi (rekabeti) başka yere taşıma arayışı, yenilenen -en azından “mış gibi” görünen- pozisyonlar üretmek zorunda.
İlk önce İYİP hareketlendi. Akşener’in kongre kararı alıp aday olmayacağını açıklaması, elbette esas tetikleyici. Ancak etkisinin zaten sınırlı olacağı öngörülen ve beklenenin de altında, yüzde üç buçuk oy alan (bunu bile koruması tartışmalı) altıncı partinin, hâlâ böyle ilgi görmesinin bazı nedenleri olmalı. Malum, iktidar ortakları bile hadisenin doğrudan içinde. İlginin nedenleri, iki ana grupta toplanabilir: Birincisi, İYİP’in kendisinden ve kısa hikâyesinden kaynaklanan unsurlardan oluşuyor. İkinci grup ise yeniden şekillenmesi muhtemel siyasi dengenin operasyonel ihtiyaçlarından ve özellikle sağ geleneğin alışkanlıklarından besleniyor.
İYİP, ortaya çıktığı andan itibaren, edindiği pozisyonlar veya vadettiği imkanlarla kendini tarif ettiği için, sonuçlar karşında en kırılgan yapıydı. Muhalefet kamuoyuna, ittifak ortaklarına, kendi seçmenine, siyasete girme heveslilerine imkan önererek popülerlik sağladı. Geçici pozisyonlar ve -yine abartılı- pazarlık kartlarıyla, siyasi etkinlik yaratmaya çalıştı. Övgülere doyamayan, eleştirilere dayanamayan Akşener, siyaset yapmadan etkili siyasetçi olmaya çalışırken; İYİP, hiçbir kurumsal adım atmadan parti sayılmak istedi. En eski kurumsal adres CHP’yi dizayn etmeye soyunan Akşener, partisine şekil vermeye niyet bile etmedi. Şimdi yaşanan tartışmaların muhtevası da, bu yüzeyselliğin dışına pek çıkabilmiş değil.
Akşener ve İYİP irtibatı da bir imkan ilişkisiydi aslında. İYİP, -bugünlerde çok sık dile getirildiği gibi- bir “lider partisi”[*] olmak yerine, popüler bir aktöre kendisini taşıtan güdük bir yapı olmaya baştan razıydı. Akşener ise “partinin” kendine mecburiyetinden ve “imkan” paketini pazarlama serbestliğinden gayet memnundu. Ayrıca “çok seslilik” olarak sunulan ayarsızlıklar, Akşener tarafından çeşitli zeminlerde “benim tabanımın hassasiyetleri” diyerek kullandığı pazarlık kartlarına dönüşüyordu. Akşener’in, hem partisi ve hem siyaset için kendisini bir “imkan” olarak sunabilmesinde, medyadan akademiye, muhalefet partilerinden kamuoyuna kadar yayılan “dış ilgi”, esas taşıyıcıydı. Herkesin farklı beklentilerle beslediği bir saadet zinciri adeta.
İYİP’i ve Akşener’i ciddi imkan olarak kabul eden hatta köpürten kesimlerin, fazla yatırım yaptıkları bu fikirlerinden dönmeleri kolay olmuyor. Geçen yılın masa krizi ve hatta yerel seçim kampanyası performansı dolayısıyla Akşener’in yaptıklarına hayret edenlerin, kısa bir süre önce “İYİP’in otoriterlikle mücadelede zorunlu ve en sağlam müttefik olduğu” görüşlerindeki abartıyı kabul etmeleri zor. (Biraz 2010’larda AKP’den zorunlu demokrat “sosyoloji” süzmeye çalışanların yaşadığı travmaya benziyor) Daha bir-iki yıl önce İYİP ve Akşener’in eleştirilmesine, “cesaret verilirse” nasıl faydalı olabileceğini anlatarak şiddetle karşı çıkanlar, kendi cesaret verdikleri şeyle yüzleşmekte zorlanıyorlar.
“Muhalefet” aktörleri arasında İYİP ilgisinin, samimi hayal kırıklıkları dışında, geleceğe matuf hesaplarla ilişkisi de ortada. “Yeni dönemde” önü açılacağına inanılan ya da bu beklentiye yatırım kabul etmeye başlayanlar, tıpkı Akşener’in denediği gibi kurumsal yapıları güdük enstrümanlara dönüştürme hevesinde. Belki artık aritmetik olarak daha mütevazı ama zaten hiç edinmediği kurumsal kapasitesini kaybetmiş İYİP’in, tamamen erimesi yerine -sonraki kullanımlar için- yedeklenmesinin fonksiyonel olacağı fikri hâlâ cazip. Mesela başka partilerin iç işlerine karışma hevesinin tek taraflı olamayacağını gösteren ve çok önceden başlayarak devam eden ilişkilerin hayli canlı olduğu ve arttığı, Ankara’da herkesin konuştuğu sır.
İYİP’in varlığını devam ettirip ettirmeyeceği, -ne kadarı kalmışsa- seçmeninin hangi blokta yer alacağı hesapları, basit aritmetikten ibaret değil. Çünkü İYİP’in daha önce de, mevcut gücünden yüksek etki yaratması, çeşitli veçheleriyle farklı ihtiyaçlara cevap verebilmesiyle ilgiliydi. İYİP’in sorumluluk üstlenmeden taşımaya kalktığı milliyetçiliğin, muhalefet blokunda ne kadar “tamamlayıcı” ne kadar “bozucu” etkisi olduğu hâlâ tartışmalı. Talep ederken merkez sağcı, itiraz ederken milliyetçi gömleğini giyen; Bahçeli’nin Erdoğan savunmasındaki gayretin tam tersini yaparak “muhalefetin MHP’si” olmaya çalışan İYİP’in, bilançosu biraz karışık. Yerli-milli muhalefet ve periyodik davetlerin hikmeti de, sanılanın aksine verimsiz bir transferden ziyade, “yerinde ağırlık” ile ilgili olabilir.
İYİP, -bazı itirazlara rağmen- fazla hızlı bir olağanüstü kurultay sürecine girdi. Kuvvetli üç adaydan söz ediliyor. Koray Aydın, Müsavat Dervişoğlu ve Tolga Akalın. Belki önümüzdeki günlerde yenileri veya ara formül “abileri” ortaya çıkacak. Bütün isimlerin, siyasi kariyerlerinden ve “dava” hikayelerinden kaynaklı güçlü -ve zayıf- yönleri elbette var ama neredeyse hepsiyle ilgili tartışmalar, temasta oldukları, olabilecekleri isim ve kesimler işaret edilmeden yürütülemiyor. Çünkü İYİP kurultayı, iktidarı ve muhalefetiyle neredeyse bütün siyasi aktörlerin doğrudan ya da dolaylı olarak “vekâlet mücadelesi” yürüttükleri bir zemin olarak algılanıyor.
İktidar, Akşener’e “yerinde kal” telkini yapıyor ama Bahçeli’nin Koray Aydın’ı “içlerindeki tek ülkücü” diye tarif ettiği de henüz hafızalarda. Koray Aydın ise, Akşener’e yapılan çağrıları kongre sürecini sulandırma girişimi olarak yorumladı. Aday olmayacağını açıklamış ve iktidarın bu salvolarını da “algı operasyonu” olarak yorumlamış Akşener’in, elini partiden çekmeyeceği anlaşılıyor. Müsavat Dervişoğlu, adaylık açıklamasının zamanlaması, temas trafiği ve sözleriyle bu bağlantıyı pek saklamıyor. Ancak Dervişoğlu, Akşener döneminde İYİP’e mesafeli durmuş bazı eski ocak başkanının da desteğine sahip. Tolga Akalın ise genç kuşak milliyetçiler ve seküler milliyetçilerin muhalefet ittifakındaki rolüne inanan “dış” çevrelerin ilgisini çekiyor. Özellikle İYİP’le -karşılıklı- ilgisi bilinen Mansur Yavaş’ın yakınındaki isimlerle, Akalın’a destek verenler arasında, rastlantı sayılamayacak paralellikler kuranlar var.
Geçen yılın milliyetçi patlama iddiası, 2024’te hiçbir sayısal veriyle doğrulanmadı ama milliyetçi temsil iddiasındaki partilerde enflasyon devam ediyor. Mevcut 5-6 partinin yanında hazırlık aşamasında birkaç partiden daha söz ediliyor. Peki milliyetçilik, bu kadar çok partiyi gerekli kılan sert ayrılıklar ve canlı bir fikri tartışma sürecinde mi? Bunu işaret eden herhangi bir veri olmadığı gibi iddia eden biri de yok. Ne partilerin ne de adayların, hangi ideolojik, siyasal farkları temsil ettiklerini anlamak mümkün. Zaten milliyetçi siyasi kimlik etiketiyle yetinen seçmen için, bunun bir önemi de yok galiba. Popüler temsil, gürültülü/gösterişli tepki taşıma kabiliyeti ve bulunduğu yerde (iktidar veya muhalefet) belirleyici etkinlik yeterli.
Söylediği sözden çok aldığı -çoğu zaman- geçici pozisyonla, katkı verdiği şeyden çok gösterdiği tepkiyle tarif edilmeye razı milliyetçilik, yapısal krizini kolay aşamayacak. Milliyetçiliğin, ya popüler aktör ya eklemleneceği misyon ya da edineceği anahtar pozisyon şeklinde hep bir “taşıyıcıya” ihtiyacı var. İYİP’in yedi yıllık hikâyesinin, (Akşener dahil) mevcut adaylar penceresinden tekrar liderin taşıyıcı olacağı bir formülle devam etmesi pek mümkün görünmüyor. Bu yüzden, kurultay ve aday tartışmaları, alınacak yeni pozisyonlar, kurulacak ilişkiler ve bunlara ilişkin imalarla şekilleniyor. Bunun bir kısmı İYİP hikayesinden kaynaklanıyor ama bir kısmı da yapısal bir siyaset zaafının tezahürlerinden. Kurultay gününe kadar hatta sürerken bile şaşırtıcı pozisyon değişiklikleri bekleme gereği ise geleneğin sicilinden.
[*] Bir yapının “lider partisi” olarak tanımlanması için, liderin ideolojik, siyasi hatta pragmatik bir rota tayin etmesi ve partiyi, kadroları, teşkilatları ve tabanıyla bu rotada tutmasından bahsetmemiz gerekir herhalde. Oysa Akşener, teşkilat ve söylem kontrolünü neredeyse hiç üstlenmeyen, partinin halkla ilişkiler ve “dış ilişkiler” faaliyetleriyle yetinen bir tutum aldı. Yani her iki tarafın birbirini özgür bıraktığı ve kullandığı bir durum geçerliydi. Bu, parti içindeki ideolojik ekipler, farklı hassasiyetlere konuşarak siyasi kariyer kurmaya çalışanlar, yeni ikbal kapıları ve siyasete giriş bileti arayanlar için de gayet kullanışlı bir serbestiyetti.