31 Mart 2024 seçimleri, Türkiye siyasi tarihinin önümüzdeki yirmi yılına etki etmesi muhtemel siyasetçi kadroların sahneye çıkışı açısından ayrı bir anlam taşıyor. Bazılarının zaten çıkmış oldukları o sahnedeki iddiaları, seçim sonuçlarıyla birlikte kademe atlamış oldu. İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, 31 Mart gecesinden beri ileri düzeyde temkinli sözler sarf edip, 2028’de Tayyip Erdoğan karşısına cumhurbaşkanlığı için rakip olarak çıkma arzusundan hiç bahsetmese de ülkenin her köşesinde bir haftadır başka bir şey konuşulmuyor. Daha doğrusu, seçim sonuçları konuşulurken mevzu ister istemez oraya varıyor. Tam da bu yüzden eşi Dilek İmamoğlu, bugün artık ülkenin en çok merak edilen insanlarından biri.
Dilek İmamoğlu ile bu söyleşiyi aslında 8 Mart Kadınlar Günü’nden beri planlıyoruz. Takvimi uyduramadığımız için bugüne kaldı, iyi ki de kalmış. Zira kuvvetle muhtemel Dilek İmamoğlu’nun 31 Mart’tan önce burada okuyacaklarınızın çok büyük bölümünü bu kadar açıklıkla dile getirmesi mümkün olmayacaktı. Bu söyleşi sayesinde Türkiye, Ekrem İmamoğlu’nun geçen hafta kaybetmiş olsa bile ‘bu yoldan’ dönmeme kararlılığında olduğunun teyidini bizzat eşinden almış olacak.
İlk kez tanışıp konuştuğum Dilek İmamoğlu, ‘kimseye eyvallahı olmayan insan’ tabirinin canlı formu diyebiliriz. Hem de bu noktaya küçücük yaşından itibaren baba evinde çatışa çatışa geldiği için o mağrur hali çok da sahipleniyor.
Kendini, ailesini, Ekrem Bey ile ilişkisini, duygularını filtresiz bir yerden anlatmaktan imtina etmeyişi, siyaseti izleyen herkes için sürprizli bir durum olacaktır. Ülke uzun zamandır bizi yönetenlerin hayatlarının konuşulamadığı kripto bir anlayışa kilitlendiği için Dilek Hanım’ın İmamoğlu evinin içinde yaşananları şeffaf biçimde aktarabilmiş olmasını tahmin ediyorum, ki hayret ederek ama çokça da gülümseyerek okuyacaksınız. Bir de tabii, Dilek İmamoğlu’nun siyasetin ne kadar içinde olduğunu ilk kez bu kadar net anlayacaksınız belki de…
Fotoğraflar: Derya Aydoğan
Cansu Çamlıbel ve Dilek İmamoğlu, Sarıyer'deki Büyükdere Atatürk Fidanlığı'nda...
“Bu seçimi alacağımızı biliyordum ama pazar sabahı endişeliydim”
- Pazar akşamından başlayalım. 31 Mart nasıl duygularla başladığınız bir gündü ve nasıl tamamladınız?
Pazar günü sabah ben uyandım, bahçeye çıktım. Hava çok güzeldi sizin de bildiğiniz gibi. İki tane papağan kuşu gelmiş bizim bahçeye. Aslında bizim bahçeye de devamlı geliyorlarmış ama nedense o gün fark ettim. Bir paylaşım yaptım kendi özel sayfamdan, “Baharın müjdecileri geldi” diye. O gün gerçekten bir bahar geldi. Pazar günü elbette ki heyecanlıydım. Ama bu heyecan çok değişik bir şey, içinde bir endişeyi de barındırıyordu. Bu seçimi elbette alacağımızı biliyordum ama bir endişe de vardı o gün.
“Hedefi yüzde 60 koydum, dedim ki ‘buradan birazcık aşağı inmenize izin veriyorum’”
- Endişeliydiniz ama yine de emindiniz Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul seçimini kazanacağına. Nasıl bir farkla kazanmasını bekliyordunuz?
Ben kendime göre yüksek bir oran koydum ve bunu herkese söyledim; yüzde 60... Dedim ki; “Tabii birçok partiden adaylar olduğu için yüzde olarak onu tutturmak zor ama yine de ben hedefi oraya koyacağım. Şimdi siz buradan biraz aşağı inebilirsiniz. Birazcık aşağı inmenize izin veriyorum.”
- İddialı bir hedefmiş yüzde 60.
Biz bu dönem Ekrem ve ben ayrı ayrı çalıştık. Sahada gördüklerim sayesinde öyle bir hedef koydum. İnanılmaz kucaklandım. İnsanların gözlerindeki enerji oydu. Artık tamam, bu iş olmuş bitmiş, alabiliyorsunuz o enerjiyi onların gözlerinden. O sevgi alışverişini görünce orada artık şüpheye götürmeyen bir durum söz konusu olduğunu anladık. Ben ona dayanarak aslında o oranı koydum. Ben tabii anketçi değilim, yanılma payı olabilir. Ama kendi sezilerimle, kendi hissiyatımla koymuş olduğum bir yüzdeydi o. Seçimden önceki cumartesi günü sürekli kendime soruyorum; “Dilek, içindeki his ne diyor sana?” İçimde böyle garip bir his var huzursuz eden. Onun cevabını bulmaya çalıştım hep. Aslında bugüne kadar yaşadığımız o öğrenilmiş çaresizliğin içimizde bırakmış olduğu boşluğun kendisiydi belki o hissi yaratan. Akşama doğru, saat 17.00 olmadan, yani oy kullanma bitmeden ve sandıklar açılmadan o duygu tamamen içimden aktı gitti. İnsanlar oylarını kullandı. Sanki o bilgi geldi ve benim içimdeki o endişe, o boşluk duygusu tamamen aktı gitti. Ve tabii ki çok da güzel bir sonuçla karşılaştık pazar gecesi. İstanbul bazında çok fazla şaşırmadım, çünkü dediğim gibi zaten beklediğim bir şeydi. Ama bize sürpriz yapan bir iki tane çok güzel ilçemiz oldu. Onlar bizi çok sevindirdi. Havaya uçtuk hep beraber.
- Bir iki sürpriz ilçeyi de çok zorladı CHP. Fatih’te mesela, Ekrem Bey’in çok yakın çalışma arkadaşı Mahir Polat sadece 2,5 puan farkla kaybetti.
Kafa kafaya geldik ama bize geçemedi Fatih. Ama hiç önemli değil. Bence biz orada adayımızla birlikte bir mucizeyi başardık. Bu güven duygusu, bu inanmışlık duygusu, Fatih'i alamasak bile o kadar insanın güvenerek oy kullanması inanılmaz mutluluk verici.
“Arnavutköy’deki kadınlar tarafından daha çok kucaklandım”
- Biraz önce hatırlattınız, bu kampanya sırasında eşinizden ayrı saha çalışmaları yaptınız. Yirmi senedir Adalet Kalkınma Partisi’nin yönettiği ilçelerde, mahallelerde çok dolandınız. Bugün sonuçların detaylı analizi yapıldığında, aslında AKP’den CHP’ye oy geçişinin henüz minimal bir aşamada olduğunu söylemek mümkün. AKP’li seçmen daha ziyade sandığa gitmeyerek bu sonuçlara katkıda bulunmuş gibi gözüküyor. Ama sandığa giderek ya da gitmeyerek iktidar partisinin politikalarından duyulan hoşnutsuzluğu ortaya koymuş oldular. Bugüne kadar partinize karşı mesafeli duran seçmenlerdeki hareketi, siz ne şekilde fark ettiniz sahada? Size nasıl mesajlar verdiler?
Evet, gerçekten o kesimler bugüne kadar bizim partimize çok mesafeli duran kesimlerdi. Ama sahaya indiğinizde böyle olmuyor, insanlarla kucaklaştığınızda böyle olmuyor. Direkt olarak kabul ediyorlar. Ben mesela böyle hiçbir zaman, “Siz hangi partiye mensupsunuz, hangi partiden geliyorsunuz?” gibi bir soruyla karşılaşmadım.
Özellikle Arnavutköy ilçesine gittiğimde, ki oradaki sosyolojik yapıyı hepimiz biliyoruz, ben oradaki kadınlar tarafından daha çok kucaklandım. Bunun bence karşılıklı bir sevgi alışverişi ve insanların kendilerini birbirinde bulma hali. Bazen şöyle güzel bir bakış her şeyi anlatır ya, benim orada hissettiğim oydu. O kadınlarla, o çocuklarla birlikte hissettiğim, her şeyden, partilerden, ideolojilerden arınmış bir sevgi alışverişiydi. Güven duygusu çok önemli. Tabii, bu sanırım benden de kaynaklanan bir şey. Yani partinin dışında, ideolojinin dışında kabul gördüm ama o Arnavutköy’deki kabulün içinde elbette İBB’nin götürdüğü hizmetlerden duyulan memnuniyet de vardı. Şu sözleri çok duydum; “Çocuğum dağıttığınız sütle büyüyor. Sizin sayenizde dışarıya çıkabildik Dilek Hanım.” Bunun yanında “Hadi pilates de yapalım Dilek Hanım” diyenler de vardı mesela. Anne kart ve süt projesinin böylesi yoksulluğun yaşandığı bir dönemde halkı çok rahatlatan projeler olduğunu sevinerek gördük.
"Anne kart ve süt projesinin böylesi yoksulluğun yaşandığı bir dönemde halkı çok rahatlatan projeler olduğunu sevinerek gördük"
“İlk oy verdiğim günden beri bütün hücrelerinde CHP’yi hisseden bir insanım”
- Sizi dinlerken şunu fark ediyorum; siz elbette bir Cumhuriyet Halk Partilisiniz ama bir seçmenden ziyade bir parti yöneticisi gibi partiyi sahiplenerek konuşuyorsunuz. Tahminimden çok daha fazla işin içinde olduğunuzu anlıyorum. Yanlış mı anlıyorum?
Ben oy kullanmaya başladığım 18 yaşımdan beri Cumhuriyet Halk Partisi'ne oy verdim. Bütün hücrelerinde Cumhuriyet Halk Partisi'ni hisseden bir insan olduğumu size söyleyebilirim.
- Tabii çok inanarak oy vermişsinizdir ama o işin seçmenlik boyutu. Ama bugün Cumhuriyet Halk Partisi'nin İstanbul kampanyasında adeta kendi seçilmeye namzet bir siyasetçi gibi çalıştığınızı anlıyorum sözlerinizden.
Evet, evet. Kesinlikle bu kampanyanın içinde daha fazla rolüm vardı. Eskiden bir seçmendim, şimdi onlarla beraber çalışan bir insanım.
“2019’da kampanya yapmak için çok kısa süre olmasına isyan etmiştim”
- 2019'da böyle değildi sanıyorum, değil mi? Zaten 2019’da Türkiye Ekrem İmamoğlu ile yeni tanışıyordu. Tabii ki kendisi Beylikdüzü çok iyi tanınıyordu ama Türkiye sathında ne o ne de siz tanınan kişiler değildiniz.
Öyle oldu evet. Ekrem Bey, Beylikdüzü'nden İstanbul Büyükşehir'e aday gösterildiğinde zaten yüzde 10’luk 15’lik bir tanınırlığı vardı. 31 Mart seçimlerine sadece 3 ayda hazırlandı. Hatta bu sürenin çok kısa olabileceğini ben özellikle dile getirmiştim, isyan etmiştim o zaman. Ama seçim iptal edilip de Haziran'da yeniden seçim yapılınca üç aylık bir zaman daha eklendi kampanyaya. Tam da benim istediğim gibi altı aylık bir kampanya yapılabildi ve o süreçte Ekrem İmamoğlu'nu bütün İstanbul tanıdı. Ve ben o süreçte mitinglerde ve sahada hep onunla birlikte olmaya çalıştım ama bu kadar değildi elbette.
“‘Coğrafya insanın kaderidir’ kabullenmediğim bir cümle; seçtiğim lider benim kaderimdir”
- Demin sokakta gördüğünüz ilgiyi sevgiyi anlatırken Arnavutköy'den örnek verdiniz.Oralardaki ağırlıklı seçmen profilini düşündüğümüzde, farklı bir kadın görüntüsündesiniz. Burada ifadelerimi doğru kullanmak istiyorum çünkü muhafazakârlığın sadece dış görünüşle tanımlanmasını reddeden birisiyim. Ama sonuçta şöyle bir realitemiz var; seküler hayat tarzını tercih eden sosyolojik gruplarla muhafazakâr hayat tarzını benimseyenlerin siyaseten karşı karşıya geldiği bir dönem yaşadı Türkiye. Hatta iktidar partisinin bile isteye bu iki kesim arasında kutuplaşmayı teşvik eden bir söyleme sıkı sıkıya tutunduğu bir dönem geçirdik. Sizin muhafazakâr diye bilinen semtlerde, mahallelerde gördüğünüz ilgi halkın bu çatışmanın bir tarafı olmaktan yorulduğunu işaret olabilir mi? Sahada bu tür emareler gördünüz mü?
Evet kesinlikle öyle. Hepimiz insanız. Benim duygularımla Arnavutköy'de ya da Maltepe'nin ya da Fatih’in herhangi bir mahallesinde yaşayan kadınların duygularının çok farklı olduğunu düşünmüyorum zaten. Çünkü çocuk büyüten anne, eş durumundaki kadın, evlat durumundaki kadın… Sosyolojik olarak hangi kümede görülürse görsün benzer duygular yaşar. Hepimiz aynı insanlık hamurundan yoğrulmuşuz. Onun Fatih'te yaşıyor belki biçimleri farklılaştırıyor ama duygularda aynıyız. Farklıyız ama aynıyız. Dertlerimiz de aynı. Dolayısıyla ben onların ihtiyaçlarını, dertlerini gözlerinden okuyorum. Görünüşe bakmadığınızda, bütün o dışarıdaki kıyafetleri, konumu üzerinizden çıkardığınızda, herkesi çıplak olarak, sadece insan olarak gördüğünüzde birbirimizden hiçbir farkımız yok.
İnsanın yaşadığı yer kaderi olmamalı, doğduğumuz yer bizim kaderimiz olmamalı. “Coğrafyası insanın kaderidir” hiç kabullenmediğim bir cümle. Benim doğduğum yer, coğrafyam kaderim değil, yönetim benim kaderim olur, seçtiğim lider benim kaderim olur.
Ben nasıl bir lideri seçiyorsam, onun bana sunmuş oldukları benim kaderim olur. Ama ben o kaderimi değiştirebilirim. Dolayısıyla Arnavutköy'deki, Fatih'teki kadınlar da kaderlerini değiştirebilirler ki değiştirmeye çalıştılar bence çok büyük oranda. Oturup sohbet ettiğimizde şunu söylediler; “Dilek Hanım, biz artık evlerimizden dışarıya çıkmak istiyoruz. Bizim de sosyalleşmeye ihtiyacımız var. Tamam biz buralarda yaşıyor olabiliriz ama biz ötekileştirilmekten usandık artık. Nerede oturduğumu sorup Arnavutköy yanıtını aldıklarında bana kimsenin yüzünü çevirmesini istemiyorum artık.” Düşünün Arnavutköy'deki kadın bana bunu söylüyor. Bütün bu kadınlar artık çok bilinçli.
“Artık herkes her şeyin farkında, yeni bir uyanış var”
- Arnavutköy ilçesi AKP hükümetinin bir kalkınma hamilesi olarak hayatımıza soktuğu üçüncü havalimanı ve üçüncü köprünün olduğu yer. Kanal İstanbul yapılabilseydi geçeceği yerlerden biri Arnavutköy olacaktı. Ama Arnavutköy’deki kadınların size, o kalkınma hamlesini yurtdışına pazarlayan iktidarın yerel siyasetçilerinin kendi yüzlerine bakmadığını anlattığını söylüyorsunuz. Bunu size söyleyebilmeleri hakikaten enteresan.
Öyle hissediyorlar çünkü uğradıkları haksızlıkların farkındalar artık. Herkes her şeyin farkında olmaya başladı. Bu yeni bir uyanış diyelim bence biz buna. Güzel bir uyanış. Bu beni inanılmaz umutlandırdı.
“İlkokul birinci sınıfta, Trabzon’da ağabeyimin dükkânında çalışarak hayata atıldım”
- Ekrem Bey’in seçimden önce “Dilek aslında benden daha iyi esnaftır” diye bir demeci oldu. Bu bildiğimiz bir yanınız değil. Doktoranız var ve ‘doktor’ sıfatını kullanıyorsunuz ama akademik bir göreviniz yok, öğretim üyesi değilsiniz. Aktif bir iş yaşamınız olmadığını da biliyoruz. Ama ne zaman ne iş yaptınız onu bilmiyoruz. Üniversite sonrası hayatınız nasıl geçti onu bir netleştirmenizi isterim.
Aslında o dönem çok uzun bir dönem ama kısaca anlatmaya çalışacağım. Ekrem’in “Dilek benden daha iyi esnaftır” sözünden başlayayım. Bilmiyorum tabii ne kadar iyiyim ya da iyiydim ama o yolculuk ben daha ilkokuldayken başladı. Ben Trabzon’da 10 çocuklu bir ailenin 10. çocuğu olarak dünyaya geldim. Belki size bu çok garip gelebilir ama ben ilkokulu okurken bile çalışıyordum.
- Hiç garip gelmez. Türkiye'de çok insan var böyle. Nerede çalışıyordunuz?
Benim ailemin benden böyle bir beklentisi yoktu, kendi kişiliğim nedeniyle çalışmak istedim ve çalıştım. Babam ve üç ağabeyim zaten çalışıyordu. Annem çalışmıyordu, ablalarım çalışmıyordu. Yani bizim ailedeki kadınların hiçbiri çalışmıyordu ama ben ilkokula giden bir kız çocuğu olarak çalışıyordum. Tabii ki yaz tatillerinden bahsediyorum. Trabzon'un çok ünlü bir caddesi vardır, orada ağabeyimin iki katlı bir tekstil mağazası vardı. Ben ilkokul birinci sınıftan itibaren her yaz üç ay orada çalıştım. Dördüncü sınıfta artık ağabeyim anahtarı bana verdi, sabahları saat 7’de gidip dükkânı ben açmaya başladım. Ben mağazayı hazırlıyorum, açılışı gelip ağabeyim yapıyor. Biz öyle satışa başlıyorduk. Bilirsiniz esnaf kültüründe dükkânını gelip erken toparlayan düzenleyenin en bereketli dükkâna sahip olduğu düşünülür. İşte ben iş hayatına aslında öyle başladım denebilir.
Dört ay önce faaliyete geçen Sarıyer’deki Büyükdere Atatürk Fidanlığı'nda, cumhuriyetin ilk yıllarında bir de traktör bakım istasyonu varmış. Dilek İmamoğlu’nun önünde poz verdiği traktör o dönemden kalma...
“Üniversiteyi kazandım, araya evlilik girdi, Selim doğduktan sonra eğitimime geri döndüm”
- Çekirdekten yetişmesiniz yani…
Evet, aynen öyle. Sonra babam işlerini İstanbul’a taşıdı ve ortaokulda buraya geldik. Burada da durum değişmedi. Yine yazları üç ay babamın Yeşildirek'te bir handaki yazıhanesi gitmeye başladım. Ona orada destek veriyordum. Bu böyle evlenene kadar böyle devam etti.
- Evlendikten sonra mı başlıyorsunuz İstanbul Teknik Üniversitesi’nde turizm okumaya?
Üniversite sınavını kazanıyorum. Bizim evliliğimiz araya sıkışıyor. Ekrem'le evleniyorum ve eğitimime ara vermek zorunda kalıyorum. Selim doğuyor. Selim'den üç sene sonra ben tekrar okuluma geri dönüyorum. Üniversiteyi bitiriyorum.
“Okul sürecinde hep aralarda hamile kaldım, değişik bir şey yapmışım hayatıma…”
- Hangi bölümü bitiriyorsunuz; turizm mi kamu yönetimi mi?
İstanbul Üniversitesi Turizm ve Otelcilik'te ben bir yıl okudum. Sonra geri dönüşüm oraya olmadı. Uzaktan eğitim ile Eskişehir Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünü bitirdim. Dört yıllık lisans eğitimimi orada aldım. Üniversiteyi bitirene kadar Selim de 8 yaşına geldi. Sonra Kadir Has Üniversitesi’nde yüksek lisansa başladım. Bütün derslerimi de verdim ama sene sonunda bu kez Semih’e hamile kaldım. Şimdi süreç hep böyle. Değişik bir şey yapmışım kendime, hayatıma. Böyle bir enteresanlık…Tezimi yazamadan bu sefer Semih’i büyütme telaşına girdim. Selim'in de o sene liseye hazırlık sınavlarına hazırlanma süreci başladı. Ona da ağırlık vermek zorunda kaldım. Tabii benim okul yine rölantiye girdi. Semih büyüdü. Bu arada Kadir Has’ta ara verdiğim dönemden sonra daha önce aldığım derslerin sayılmasıyla ilgili birtakım problemler yaşadım. Bu nedenle ve evime de yakın olduğu için Arel Üniversitesi’ne geçiş yaparak tezimi orada yazdım, sonra da doktoraya başvurdum. O arada Beren doğdu.
- Ekrem Bey de çok yardımcı oluyor akademik kariyerinize.
(Gülüyor) Beren’i büyütürken doktoramı yazdım. Yaklaşık 6 sene sürdü.
“Ekrem’le köfteci açtık, bir buçuk sene ben işlettim orayı”
- Kamu Yönetimi’nin hangi alanıyla ilgili teziniz?
Doktora tezim liderlik üzerine. 22 Temmuz 2022'de doktora tezimin savunmasını verdim. Kabulünü aldım. Bu süreç 2022'ye kadar böyle devam etti. Aslında evlendikten sonra bir iki yıl yine abimle beraber çalışmaya başladım. Orası kısa bir dönem oldu, atlamayayım orayı da. Abimin şirketinin personel departmanında finansmanla ilgilendim. Sonra Semih sürekli hastalanınca ve kreşe uyumu söz konusu olunca yine işimi bırakmak zorunda kaldım. Sonra okula odaklandım. Bütün bunların arasında bir ara da Ekrem'in şirketinde muhasebede ona destek vermeye başladım. Sanırım bir iki yıl da onunla beraber çalıştım muhasebede. Arada bir de şöyle bir şey oldu; Beylikdüzü'nde bir köfte salonu açtık.
“Annelik, öğrencilik, iş kadınlığı… Aslında hepsinden biraz aldık”
- Seçim öncesinde Murat Kurum ile Ekrem İmamoğlu arasında polemiğe neden olan köfteci o değil ama sanırım.
Hayır, o Ekrem'in 20’li yaşlarda Güngörendeki açtığı ilk köfte salonu. Benim bu bahsettiğim Beylikdüzü'nde hemen Migros'un arka tarafında ‘İmamoğlu Köfte Salonu’ adıyla açtığımız restoran. Bir buçuk sene ben işlettim orayı. İşte böyle annelik, öğrencilik, iş kadınlığı derken bu süreçler böyle geçti. Aslında biraz biraz hepsinden aldık.
“Biz erkekler gibi bir hedefe odaklanıp sadece o hedefe doğru yürüyemiyoruz, toplumsal kültürün bize yansıttığı bir şey bu”
- Türkiye'de ve dünyada pek çok kadının yaşadığı ikilemlerin bir özeti aslında hayatınız. Kendi ideallerini gerçekleştirmekle bir adama eş olmak ve çocuk bakmak arasında sıkışan milyarlarca kadından birisiniz. Türkiye gibi ülkelerde evliliğin içinde ağırlık o kadar çok annenin üzerine biniyor ki kadınların pek çoğu kariyerin ucunu bırakmak durumunda kalıyor.
Dediğiniz gibi aslında bu, toplumsal kültürün bize birebir yansıttığı bir şey de olabilir. Çünkü kadın olarak hayatta çok fazla destekçiniz olmuyor. Özellikle bizim toplumumuzun gerçeği bu. Kadın çocuğunu doğurduğunda tek başına büyütüyor. Ona göre kariyerini ayarlamak zorunda, iş hayatını ona göre ayarlamak zorunda. Hatta biliyorsunuz kadınlar bilinçli olarak bazı mesleklere yönlendirilir ki eve çocuğa çok vakit ayırabilsin. Biz erkekler gibi sadece bir hedefe odaklanıp o hedefe uğrunda yürüyemiyoruz. Biz hedefimizi koyuyoruz ama eteğimize bir sürü şey alarak o hedefe yürümeye çalışıyoruz. Dolayısıyla bizim yürüyüşümüz erkeğe göre daha yavaş oluyor. Çünkü bizim ağırlığımız çok fazla. Çocuk ağırlığımız var, ev ağırlığımız var, aile ağırlığımız var, eşinizin ailesinin ağırlığı var. Açıkçası toplumun kadına vermiş olduğu sorumlulukların neticesi bu yavaş yürüme hali.
"Bizim yürüyüşümüz erkeğe göre daha yavaş oluyor. Çünkü bizim ağırlığımız çok fazla"
“Babam gerçekten muhafazakâr, ben ailenin ayrık otu oldum; Trabzon’daki kadına bakışı sorgulayarak büyüdüm
- Katıldığınız YouTube yayınından aldığım bir not da şu; “Kızımın babasıyla ilişkisinin benim babamla ilişkim gibi olmasını istemiyorum.” O konuşmada bir anahtar bırakmışsınız. O anahtar bana diyor ki; siz Dilek olarak Trabzon’da babanızın sizin için öngörülen yaşam tarzını benimsemeyerek kafanızın dikine gitmişsiniz. Muhafazakâr ailenin muhafazakâr olmayan kızısınız. O muhafazakâr yapının içinden seküler bir kadın çıkmış. Doğru mu okuyorum?
Babam gerçekten muhafazakâr. Kendi büyüdüğü ortama ve Trabzon'daki o kültüre inanılmaz değer veren birisi. Annem de öyle. Bu ortama doğan 10 çocuk var; 3’ü erkek 7’si kız. Ben sonuncu çocuğum. Benden önceki bütün abla ve ağabeylerim babamın kontrolüne çok güzel uyum sağlamış ve bunu hiç sorgulamadan yapmışlar. Kötü bir şey mi? Değil. Ama ben orada bir ayrık otu gibi çıkmışım işte. En küçük çocuk, en ayrık otu olmuş orada. Ben çok çok sorguladım Trabzon’un o muhafazakâr yapısı içerisindeki kadına bakış açısını. Bunu inkâr edemem. Belki tamam Türkiye'nin birçok yerinde vardır bu bakış açısı ama ben orada büyüdüğüm için orayı daha iyi anlatabilirim. Kadına yönelik o bakış açısı tamamıyla reddederek büyüdüğüm bir bakış açısı. Bana belki kendi ailem içinde çok fazla haksızlık yapılmadı. Çünkü zaten küçüğüm, zaten çok seviliyorum. Ama etrafımda başka kadınlara yapılan haksızlıkları gördükçe bunu sanki kendime yapılmış gibi hissettim her defasında.
“Ergenlikte babamla aramdaki uçurum arttı, hep sorguladım; neden babam bize birazcık yaklaşmıyor?”
- Siz bu sorgulamayı yaparken annenizin tavrı neydi?
Evde sözü geçen, ağırlığı olan bir adam babam. Bu bile bana doğru gelmezdi. “Anne burada sen de varsın, sen de emek veriyorsun, senin de sözün geçmeli” derdim. İçten içe annemi işlemişimdir hep, “Bak öyle yapma böyle ol” falan diye. Keza ablalarıma da hep aynı şeyi derdim. Tabii ben büyümeye başlıyorum, ergenlik dönemine geliyorum, babamla benim aramdaki uçurum gittikçe artıyor. Bir kız evlat olarak babamla aramda böyle bir mesafe olsun elbette istemem. Ama benim o asi ruhum geri adım atmama da engel oluyor. Çünkü gördüğüm bir yanlış var. Babam birazcık bize yaklaşsın diyorum. Hep kendi içimde bunu muhakemesini yapıyorum. Neden babam bize birazcık yaklaşmıyor?
Ablalarımı da şöyle suçladım; “Siz babamın her dediğine evet demeseydiniz, biraz sorgulasaydınız bana da alan açmış olurdunuz. Onlar da bana; “Sen niye böyle yapıyorsun? Senin yüzünden hep bu evde kavga çıkıyor” diyorlar. Yani ergenlik dönemini babamla köşe kapmaca oynayarak geçirdik. Tabii o da benle çok fazla yüz göz olmak istemiyor, tartışmak istemiyor. Böyle çekişmeli bir baba- kız ilişkisi yaşadık. Bunları yaşarken babamla uzaklaştık tabii ki, mesafemiz açıldı. İşte budur benim Beren’in babasıyla yaşamasın istemediğim şey.
“Beren benim yaşadıklarımı yaşamasın diye Ekrem’le hep konuşuyorum: Sen kendi içinde kıskan ama her şeyini sana anlatabilsin”
- Babanızı küçük yaştan itibaren bir yere getirmeye çalışmışsınız ki sanırım bir yere gelmiştir ilişki artık ama çok uzun sürmüş o çatışma hali. Bugün nasıl kendisiyle ilişkiniz?
Çok uzun sürdü. Benden sonrakilere inanılmaz büyük rahatlık oldu. Torunlarının çocuklarını bile gördü babam. Benim yeğenlerim mesela onlar inanılmaz rahatlar bugün. Biz de babamla şimdi çok görüşüyoruz. Özellikle annemi kaybettikten sonra daha da bir düşkün oldu. Şimdi çok öpüşüyoruz, koklaşıyoruz. Beren büyürken benim çocukken yaşadıklarımı yaşamasın diye ben bunları Ekrem'le de konuşuyorum. Tabii baba birazcık kızını kıskanır. Ben de Ekrem’e diyorum ki; “Tamam sen kendi içinde kıskan tabii ana sana anlattığı her şeyi dinle. Beren gelip her şeyini sana anlatabilsin. O rahatlığı sende yaşayabilirsin.” Hatta ben bir tık daha yukarıya çıkıyorum ve diyorum ki; “Diyelim ki ben yarın öbür gün hayatta değilim. Kızımın derdini anlatabileceği, paylaşabileceği bir babası olarak sen varsın. Ondan her şeyi duymaya hazırlıklı ol.”
- Hazır mı Ekrem Bey, Beren’in anlatma ihtimali olan her şeyi dinlemeye?
Birazcık böyle “hık mık” ediyor tabii. Malum ergenlik dönemlerinde flörtler oluyor, hoşlanmalar oluyor. Beren de onları anlatmak istiyor, hatta istiyor ki “Anlatayım da babam da biraz kıskansın.” Bazen Beren bazı şeyleri bana anlatırken yüksek sesle anlatıyor ki babası da duysun. İstiyor ki babası kıskansın “Aaaa Beren” falan yapsın. Tabii ki Ekrem uzaktan dinliyor, e dinleyecek zaten. Ama çok fazla yorum yapmıyor.
“Çok özür diliyorum ama ‘Baba şunu yapmaz’ deme olayı bitmeli”
- Duymazlığa mı geliyor?
Evet, evet. “Beren’ciğim hadi sen derslerinle ilgilen, onlara kafa yor. Haydi kızım” gibi şeyler söylüyor. Ama hayatın içerisinde her şey var. O yüzden her şeye hazırlıklı olmak gerekiyor. Erkek kadın fark etmiyor. Baba anne fark etmiyor. Çok özür diliyorum ama artık keskin hatlarla “Şu annenin görevi, bu babanın görevi” ya da “Baba şunu yapmaz” deme olayı bitmeli. Çünkü erkek kadın hepimiz hayatın içindeyiz. Birlikte yoğuruluyoruz. Dolayısıyla herkes her şeye hazırlıklı olmalı.
İmamoğlu çifti, Sultanahmet Meydanı'ndaki Cumhuriyet Bayramı etkinliğinde, 2019
“‘Büyüt Hayallerini’ projemi Türkiye geneline, yurtdışına taşımak istiyorum”
- Gelelim ‘cam tavanları kırma’ mevzusuna. CHP Genel Başkanı Özgür Özel bu kavramı seçim gecesi başka bir konjonktürde, CHP’nin yüzde 25 eşiğini aşmasına gönderme yaparak kullandı. Ama bu kavram ağırlıklı olarak feminist terminolojide “kadınların hak ettikleri üst düzey pozisyonlara atanmasını engelleyen görünmez bariyer” anlamında kullanılır. Siz bu kavramdan yola çıkarak ‘Cam Işığı Kesemez’ isimli bir kitap yazdınız. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın eşi olarak bu meseleyi gündeme almanız ve aldırtmanızın sebebi neydi?
Cam tavan, sizin de belirttiğiniz gibi daha çok cinsiyet eşitsizliği ifade etmek için kullanılan bir terim. Kadınlar olarak üç aşağı beş yukarı hepimiz cam tavanı hayatlarımızda yaşıyoruz. Belki birçoğumuz bunun terim olarak farkında değiliz ama bütün kadınlara hayat hikayesini sorduğunuzda hepsinin hayatlarının belirli bir dönemlerinde muhakkak karşılaştıkları cam tavanlar var. Biz kadınların hem iş hayatında hem de toplumsal hayatta bunları kırarak yola devam etmelerini istiyoruz. Evet kadınlar belki siyasetin içinde fiziksel olarak var ama beyin olarak birçok alanda yoklar. Karar alma mekanizmalarında yoklar. Kendi yönettiğimiz kurumda bunu kırmaya başlamamız gerekiyor diye düşündüm. Ve Ekrem'in de bu konuda benden çok farklı düşünmediğini bildiğim için bunu gündeme aldım. Biz bu projeyi hazırladık, o da bunu uygulamaya koydu. Raylı sistemlerin başında profesör bir kadın yöneticimiz var. İBB'de ilk defa bir kadın genel sekreter yardımcısı oldu Ekrem’in döneminde. İlk kadın itfaiye erimiz var, kadın metro sürücümüz var.
Bu arada çokça kreş açtık, yakında sayı 150’yi bulacak. Kreş sayısını arttırmaya da devam edeceğiz. Kadınları daha çok iş hayatında görebilmemiz için, daha çok sosyal hayatta görebilmemiz için, dışarda aktif olabilmeleri için kreşler şart. Dolayısıyla bunların sayısı gittikçe artırılıyor.
Benim bir de kız öğrencilerin eğitimine destek için İstanbul Vakfı çatısı altında 2021 yılında başlayan ‘Büyüt Hayallerini’ projem var biliyorsunuz. ‘İlham Veren Adımlar’ kitabının satışından elde edilen gelirle 2023- 2024 öğretim yılında 3000 üniversiteli kız öğrenciye eğitim bursu verdik. Çok mutluluk verici bir rakam bu. Biz kızlara sadece burs vermiyoruz, onların kişisel gelişimlerine katkı sağlıyoruz. Kendi alanlarına yönelik alanlarda staj yapmalarını sağlayarak onları iş hayatına hazırlamaya çalışıyoruz ki cam tavanlarını çok önceden farketsinler ve kırmaya başlasınlar. ‘Büyük Hayallerini’ projemin bir parçası olarak inşallah önümüzdeki dönemde bir kız yurdu açmayı düşünüyorum. Hem burs veren hem de kız çocuklara yurt sağlayan bir proje olarak ‘Büyüt Hayallerini’ tüm Türkiye geneline, hatta yurt dışına taşınsın istiyorum. Biz yerel yönetimlerde kadınların cam tavanlarını kırmalarına yönelik ne kadar çok çalışma yaparsak, yönetimlerimiz daha etkin ve üretici olacak diye düşünüyorum. Halihazırda kadınların katılımıyla yapılan çalışmaların sonuçları da zaten bu düşüncemi destekliyor.
“Geçen sene hepimiz çok büyük hayal kırıklığına uğradık ama dönemin şartları gereği öyle olması gerekiyordu”
- Geçen sene cumhurbaşkanlığı seçimlerine giderken CHP’nin kurduğu Millet İttifakı’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu olmuştu. Altılı Masa’da İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in başlattığı tartışmanın ardından eşiniz de ‘cumhurbaşkanı yardımcısı’ olarak sisteme eklenmişti. Bu sene 31 Mart’ta ortaya çıkan tablonun ardından toplumun kulak verdiği pek çok kanaat önderi açık açık “Geçen sene Kemal Kılıçdaroğlu yerine Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş aday gösterilseydi, Tayyip Erdoğan dönemi biterdi” yorumunu yapıyor. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz bugün? “2023’te aday Ekrem olsa sonuç başka olurdu” diyor musunuz?
Şimdi tabii ki geçen sene bir kaybediş oldu. Hepimiz çok büyük hayal kırıklığına uğradık. Bugün başarıdan sonra evet herkeste böyle bir genel kanaat var ama o dönemin ruhu, şartları, konjonktürü gereği öyle olması gerekiyordu.
“Bu dönemin ruhu böyle bir başarıyı kabul ediyor artık”
- Konjonktür belki başkaydı ama üzerinde tartışma yaşanan isimler yine aynıydı. O günden bugüne farklı siyasi aktörler girmedi denkleme. Ekrem İmamoğlu rakibine 11 puan, Mansur Yavaş ise rakibine neredeyse 30 puan fark atarak kazandı. O nedenle sorumu yeniden soruyorum; Millet İttifakı’nın adayı Kemal Bey olmasaydı, Tayyip Erdoğan’a karşı Ekrem Bey ya da Masum Bey yarışsaydı sonuç değişir miydi sizce?
Onu bilemiyorum. Çok net cevaplanabilecek bir şey değil. O dönem gerçekten öyle olması gerekiyordu ve öyle oldu. Belki bu dönemin ruhu böyle bir başarıyı kabul ediyor artık. Ya da böyle bir başarının artık bugün dışarıya vurması gerekiyordu. Bence çok da fazla artık o geçmişe takılmamak gerekiyor. Biz bu başarıyı elde ettik hem Ankara, hem İstanbul, hem Türkiye genelinde. Muhteşem bir başarı.
“O gecenin sabahı uyumadan önce Ekrem’e dedim ki; ‘Kaybedilen belediyelere ağırlık vermemiz gerek artık’”
- Ama sonuçta Türkiye'yi dört sene daha başka bir parti ve onun lideri yönetmeye devam edecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendi partisinin yönetmediği belediyelere engel çıkartmaya devam edebileceklerini bu seçimden önceki kampanya sürecinde alenen söyledi.
Biz ona takılmıyoruz ama. CHP bu seçimde, bütün Türkiye'de birinci parti olarak çıktı ve bu inanılmaz gurur verici. Belki bir sene önce olacaktı ama şimdi oldu. Bugün olması gerekiyormuş. Bence bugünü milat kabul edip, bugünden sonraya bakmak gerekiyor. CHP'ye çok fazla iş düşüyor. Bütün yerel yönetimlere çok fazla iş düşüyor.
O pazarı pazartesiye bağlayan gece biz sabah 5’e doğru uyuduk. Uyumadan önce Ekrem’e kurduğum ilk cümle şudur; “Bu kesinlikle çok güzel bir başarı. Bunu hakkıyla, layıkıyla yerine getirmek gerekiyor. Gerçekten çok çalışmak gerekiyor. Kaybedilen belediyelere de ağırlık vermemiz gerekiyor artık.” Ama sonuçta bugün biz kazandık, çok güzel bir zafer elde ettik. Bundan sonrasına bakmamız lazım. Eminim ki Türkiye genelinde Genel Başkanımız da böyle bakıyor. Bir Cumhuriyet Halk Partili olarak bu partimi ülkede birinci partiyi gördüm ya benim mutluluğum tarif edilemez.
Dilek İmamoğlu-Ekrem İmamoğlu
“Ekrem’de eleştirdiğim şey sağlığını ihmal etmesi, benim eleştirim bitmez”
- Daha seçim zaferinin yaşandığı gece Ekrem Bey’e söyledikleriniz beni yine o YouTube’daki programda Ekrem Bey’in söylediklerine götürdü. Sokaktaki seçmenden ya da parti içindeki tartışmalarda muhataplarından aldığı eleştirden daha fazlasını sizin kendisine yönelttiğini söylemişti. Zaferin ardından söylediklerinize de bakınca Ekrem Bey’in evde hep böyle bir hizaya çekilir durumu var sanki...Siyasetçi Ekrem İmamoğlu’nun en çok eleştirdiğiniz yanı nedir? Ya da mesela bu son kampanya sırasında eleştirdiğiniz bir şey oldu mu?
Bu son süreçte çok güzel bir kampanya yönetti. Tabii ki bunun belki eksikleri vardır, konuşabiliriz ama ben çok güzel bir kampanya yönetildiğini düşünüyorum. Benim onda tek eleştirdiğim şey biraz sağlığını ihmal ediyor olması. Biraz ihmal etti sağlığını. Zaten bu tempoda spor ve yemek konularında hiç düzeni kalmadı da uyku da çok az uyudu. Dört beş saatlik uykularla götürdü bütün süreci. Ama tabii öyle de olması gerekiyordu, öyle olmasaydı biz bugün bu başarıyı elde edemezdik. Artık sağlığına biraz dikkat etmesini isterim. Ama benim eleştirim bitmez. Ben her daim eleştiri yaparım. Bizim toplumumuz eleştiri sanki hep negatif bir şeymiş gibi anlar. Ama aslında eleştiri birini bitirmek ya da aşağı çekmek için değil aksine güç vermek için yapılan bir şeydir. Yani ben Ekrem’e ne yapmaması gerektiğini söylediğimde mutlaka yapması gerekeni de söylüyorum. “Tamam, bunu eleştiriyorsun peki yerine ne koyalım?” diye sorar o da her zaman. Ben de o zaman diyorum ki “Böyle yapsan daha iyi olur, şöyle yapsan daha iyi olur.”
- Dinler mi sizi?
Bence dinliyor. (Gülüyor)
“‘Tamam hayatım öyle yapalım’ demiyor ama sonra görüyorum ki benim söylediğim kulağında küpe olarak kalıyor”
- Ama siz bir şey söylediğinizde çok da reaksiyon vermiyor, doğru mu anlıyorum?
Tabii çok net bir şekilde “Tamam hayatım öyle dediğin gibi yapalım elbette” gibi bir cevap almıyorum. Ama arkadan işin işleyişini takip ettiğimde görüyorum ki benim söylediğim kulağında küpe olarak kalıyor. Böyle de olmalı, ben böyle olması gerektiğini düşünüyorum. Buradaki bizim çıkış amacımız belli; bu ülkeyi refaha ulaştırmak, bu ülkeyi Atatürk'ün önümüze çizdiği gibi çağdaş ve medeni seviyeye ulaştırmak. Ben Ekrem siyasete girdiğinde de...
“Beylikdüzü’nden ilk aday olurken ‘Fark yaratamayacaksan bizi hiç siyasete bulaştırma’ demiştim”
- Siz de Ekrem Bey'le beraber siyasete girmişsiniz bence…
O siyasete girdiğinde ben ona şunu söyledim; “Eğer Beylikdüzü’nde gerçekten fark yaratacaksan, gerçekten Beylikdüzü’nün çehresini değiştireceksen gir bu işe. Ama yapmayacaksan hiç bizi siyasete bulaştırma.” Ben bunu yine bir mentor edasıyla söyledim diye düşünüyorum, Ekrem'i biliyorum çünkü. Bir işe başladığında kendini o işe nasıl adayacağını, nasıl hakkını vermeye çalışacağını ve nasıl gecesini gündüzüne katacağını çok iyi biliyorum. Tanıyorum çünkü kendilerini. Kendileri tanıdığım olur. (Gülüyor)
Sonuçta gerçekten de Beylikdüzü'nü inanılmaz değiştirdi, çok güzel hizmetler verdi. Zaten o başarısı onu İstanbul'a taşıdı. İstanbul'da da çok güzel hizmetler yaptı ve yapmaya da devam edecek, etmeli. Ben var olduğum sürece bu böyle olacak.
Çocuklarım özgür bir ülkede yaşamak istiyorlar. Benim büyük oğlum 26- 27 yaşında, diğeri 18 yaşında bu sene üniversite sınavına gelecek. “Nasıl bir ülkede yaşamasını istiyorsun?” diye bana sorarsanız, özgür, çağdaş, hür, istediği eğitimi alabileceği, özgür olabileceği bir ülkede yaşamasını isterim. Niye gitsinler yabancı ülkede yaşasınlar? Bizim o imrendiğimiz ülkelerden neyimiz eksik? Bizim onlardan fazlamız var. Sadece yönetimsel olarak 30 yıldır bir kapanmışlığımız var. Ama biz bunu kırabiliriz ki kırdık. Kırdık biz bu cam tavanları.
“Kaybetmeyi hiç düşünmedik, öyle olsa da bir şekilde yolumuza devam edecektik; artık siyasetten dönüş olmazdı”
- Ekrem Bey Beylikdüzü'nde ilk aday olduğunda öyle demiş olmanızdan yola çıkarak şunu sormak istiyorum; 31 Mart seçiminde İstanbul’u kaybedeceğini hiç düşünmemişsiniz ama diyelim ki Ekrem Bey geçen hafta seçimi kaybetmişti, “Çok yorulduk, yıprandık, bırak bu siyaseti de evimize dönelim” der miydiniz?
Ya çok samimi söyleyeceğim size, hiç kaybetmeyi düşünmedik. Bende de Ekrem’de de hiç öyle bir düşünce hiç olmadı. Olmazdı da hadi oldu ve biz bu seçimi kaybettik…Öyle olsa da biz bir şekilde yolumuza devam edecektik.
- “Kaybetsek bile artık siyasetten dönüş olmazdı” diyorsunuz.
Olmazdı.
- Ekrem İmamoğlu’nun artık belediye başkanlığından öte bir yola girdiğini düşündüğünüz için mi söylüyorsunuz bunu? Artık hedef ülkeyi yönetmek mi?
Ekrem olduğu için söyleniyorum, inanın. Bunca sohbetten sonra benim samimiyetime inandığınızı düşünüyorum. Ekrem olduğu için değil, dışarıdan bir göz olarak bakarak söylüyorum, kuruyorum bu cümleyi; Ekrem ve Ekrem gibi siyasetçilere bu ülkenin çok ihtiyacı var. Başka türlü olmayacak çünkü.
“Dilek olarak asla özgürlüğümden vazgeçmem, yapmak istediklerimden asla vazgeçmem.”
“Lisede siyaset konuşan Dilek neyse, bugün siyaset konuşan Dilek o”
- 2019'da bir moda dergisi “İstanbul'un First Lady”si başlığıyla sizi kapak yapmıştı. Lider eşleri daima merak edilir, fotoğraflanır, gazeteciler söyleşi yapmak ister. Ama o kapakta yer aldığınızda sadece bir belediye başkanı eşiydiniz. Bugün artık “Türkiye’nin Ekrem’e çok ihtiyacı var” diyorsunuz. Yani iddianın büyüklüğü sizin sözlerinizde de gizli. Siyasetin bizzat için değilsiniz ama çok ilgilisiniz ve anlıyorum ki geçen beş sene içerisinde her şeyin içinde olmuşsunuz. Lider eşleri sosyal sorumluluk projeleri yürütür, onlarla ilgili konuşur ama genelde siyaset konuşmaz. Oysa gördüğüm kadarıyla siz çok doğal bir biçimde siyaset konuşuyorsunuz. Tabiri caiz ise siyaset derinizin altına işlemiş. İmamoğlu’nun seçim kampanyası sırasında sizin sahada eşinizden ayrı da çalışmanızı bir kampanya stratejisi olarak düşünmüştüm. Ancak şimdi daha iyi anlıyorum ki bu sizin de tercihiniz, siz siyasetin içinde olmayı seviyorsunuz.
Evet, öyle. Siz cümlelerinizi kurarken ben lise dönemime gittim. Üsküdar'da Halide Edip Adıvar Lisesi'nde okuyan Dilek’e döndüm. Lise son ve üniversite hazırlık döneminde benim hayatım Kuzguncuk, Üsküdar, Beylerbeyi, Kadıköy, Moda, Bağdat Caddesi’nde geçti. Bizim arkadaş grubuyla Kadıköy'de gittiğimiz birkaç mekanımız vardı. Her hafta toplanırdık ve sürekli siyaset konuşurduk. O zamanki siyaset konuşan Dilek neyse, aslında bugün siyaset konuşan Dilek o. Ben bugün konuşurken oradaki Dilek sürekli gözümün önünde. Aslında sürekli oradaki Dilek konuşuyor.
Evet, aktif olarak siyasetin içinde değilim, bir siyasetçi değilim ama her zaman siyasetin içindeyim. Çünkü yaşadığım yere, yaşadığım şehre, ülkeye çok fazla sorumluluk duygusu hisseden bir kadınım. Çünkü yaşadığımız ülke bizim geleceğimiz. Dolayısıyla geleceğimizi ne kadar iyi inşa etmeye çalışırsak, yanlışlarımızı ne kadar çok düzeltmeye çalışırsak o kadar daha güzel ve ferah içinde yaşarız. Ben böyle bir ülkede yaşamak istiyorum. O zaman da öyleydi, o zamanki Dilek de öyleydi, bugünkü Dilek de böyle. Sanırım bu mücadele hep böyle devam edecek. Kendimi siyaset konuşurken çok da yabancı hissetmiyorum. Bu ülkeye karşı sorumluluk duygusu hisseden herkes aslında siyaset konuşuyor ama aktif siyaset yapmıyorlar. Konuşalım da zaten. Konuşmaya ne kadar çok devam edersek ve ne kadar çok konuşursak, bizi yönetecek olan insanları o kadar iyi analiz edip, doğru kararlar veririz.
“İçimdeki potansiyel kendiliğinden ortaya çıkıyor ama asla eşimin alanına girmem”
- Aslında lider eşleri konusunda sadece Türkiye’de değil dünyada da benzer bir algı var. Kimse çok alışık değil lider eşlerinin bu kadar rahat siyaset konuşmasına. Onlara hep başka alanlar ve sınırlar çizilir. Hatta Michele Obama farklı bir tarzı var diye çok yadırgandı, eleştirildi. Eşinden bir adım önde olmaya cüret etti - ki burada ‘cüret’ kelimesini aynı sizin ‘eleştiri’ kelimesini kullandığınız gibi olumsuz değil olumlu anlamda kullanıyorum. Siz de siyaset konuşmaya cüret ediyorsunuz, “Bütün bunları konuşabilirimve bu benim hakkım, zaten de böyle olmalı” diyerek. Söylediklerinizi ben böyle okudum, yanlışsa düzeltin lütfen.
Yok, çok doğru okudunuz. Biraz önce hatırlattığınız o dergiye verdiğim röportajda şöyle bir cümle kullanmıştım; “Dilek olarak asla özgürlüğümden vazgeçmem, yapmak istediklerimden asla vazgeçmem.” Asıl mesele bu. Ben bir kariyer çizmedim kendime ama hiçbir şey yapmadan evde oturan bir Dilek de olamam. Bu potansiyel kendiliğinden ortaya çıkıyor, çünkü içerde o var zaten. Bu konuda benim her zaman çok titizlendiğim, çok dikkat ettiğim nokta ise başkasının alanına girmeme. O çizgiyi korumaya çalışıyorum.
- Ekrem İmamoğlu’nun alanına girmemeyi kastediyorsunuz.
Evet, bu eşimin alanı olabilir. Ben aslında ne yapıyorsam o yaptığım şeyle kendimi gerçekleştirmiş olayım, mutlu olayım. Ekrem siyaset yapan bir insan. Asla onun alanına girip, onun alanına müdahale etmek istemem. Ama kendi yapmak istediklerimi de elbette hiç kimseye zarar vermeden yapmak isterim. Potansiyelim varsa açığa çıkarmak isterim tabii ki.
“Beş senedir Emine Hanım’ı pek çok şeye davet ettik, sadece bir kez teşekkür mektubu geldi kendisinden”
- 2019’da sizi hiç tanımıyorduk. Daha o günden birileri eşinizin o seçimdeki rakibi Binali Yıldırım'ın eşi Semiha Yıldırım ile fotoğraflarınızı yan yana koyup ikinizi dış görünüş üzerinden kıyaslayan çirkin sosyal medya paylaşımları yapmıştı. Bunun üzerine siz de çıkıp demiştiniz ki; “Eğer bir aşağılama ya da güzelleme yaptıklarını sanıyorlarsa bilmeliler ki beni de aşağılıyorlar. Çünkü ben Sayın Semiha Yıldırım’ın fotoğrafına bakınca kendi annemi, kendi ablamı görüyorum. Onların tercihi de böyle. O yüzden bu paylaşımı hiç iyi niyetli bulmuyorum.” Geçen beş sene içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, siyaseten eşinize çok yüklendi. Hatta Ekrem Bey Erdoğan’ın kendi ismini anmaması karşısında çeşitli espriler yaptı. İki adam arasında bir gerilim hattı var sanki. Ama sonuçta Ekrem İmamoğlu beş sene boyunca İstanbul’u, Erdoğan da dört sene daha Türkiye’yi yönetecek. Siz Ekrem İmamoğlu’nun eşi olarak orada bir hat, bir kanal açmayönünde adım atar mısınız mesela Emine Hanım nezdinde? Yoksa “Ben o topa girmem” mi dersiniz?
Aslında biz 2019'da seçildikten sonra birçok davetimize Emine Hanım'ı davet ettik. Sizin şu anda sorduğunuzu biz o zamandan beri yapmaya başlamıştık zaten. Kadınlar Günü etkinliklerimize davet ettik kendisini. Beş senedir özel günlerde kendisine mesaj iletiyorum. Yani benim böyle bir iletişim kurma çabam var. Ama bugüne kadar olmadı, gerçekleşmedi.
“Emine Hanım ile birlikte projeler yapalım isterim, biz yine teklifimizi götürürüz”
- Emine Erdoğan hiçbir davetinize geri dönmedi mi?
İlk Kadınlar Günü etkinliğimizde mektup geldi. Çok da güzel bir ‘teşekkür’ mektubu aldım Emine Hanım'dan. Onun dışında herhangi bir iletişimimiz olmadı. Ama bundan sonra tabii ki olur. Neden olmasın? Yine biz teklifimizi götürürüz. Birlikte olmak isterim. Emine Hanım’la birlikte projeler yapalım isterim. Çünkü kendisi de sonuçta ülkenin tanıdığı, çok değerli bir insan. Ve çok da güzel projeler de yapıyor. Kız çocukları için, kadınlar için projeler yapmak isterim kendisiyle.
“Ülkedeki barışın, sükunetin yolu kadınlardan geçiyor, biz bunu Emine Hanım’la birlikte başarabiliriz
- Tabii siz proje bazında birlikte olmaktan bahsediyorsunuz… Olur da bir gün ortak proje geliştirme yönündeki olumlu yanıt alırsanız Emine Erdoğan’dan, siyasetteki gerilimli ortamın yumuşamasına katkısı olur mu bunun sizce?
Kesinlikle katkısı olur. Sadece bir proje bile gerçekleştirsek beraber, onun bile Türkiye'deki bu gerilimli ortamı yumuşatacağını düşünüyorum. Bizim birlikteliğimiz, iletişimimiz tabii ki inanılmaz derecede iyi gelir Türkiye'ye. Zaten bu ülkedeki barışın, sükûnetin, sevgi dilinin ve birbirimizden farklı olmadığımız mesajının 86 milyonda karşılık bulması için ilk önce kadınların bunu başarması gerekiyor. Bunun yolu kadınlardan geçiyor. O yüzden kadınların daha çok ön planda olmasını istiyorum ben. Biz bunu Emine Hanım'la başarabiliriz. Noktayı koyuyorum burada.
- Manşeti de verdiniz zaten.
The elections of March 31, 2024 have a special meaning in terms of the emergence of political cadres who are likely to influence the next twenty years of Turkey's political history. The claims of some of them on that stage, which they had already made, were stepped up with the election results. Although Istanbul Mayor Ekrem İmamoğlu has been making extremely cautious remarks since the night of March 31 and has never mentioned his desire to appear as a rival to Tayyip Erdoğan for the presidency in 2028, nothing else has been talked about in every corner of the country for a week. More precisely, when the election results are discussed, the subject inevitably comes to that point. This is exactly why his wife, Dilek İmamoğlu , is now one of the most curious people in the country.
We have actually been planning this interview with Dilek İmamoğlu since March 8, Women's Day. Since we couldn't keep up with the schedule, it was postponed until today, and I'm glad it was. Because it would most likely not have been possible for Dilek İmamoğlu to express so clearly most of what you will read here before March 31. Thanks to this interview, Turkey will have received confirmation from Ekrem İmamoğlu's wife that he is determined not to return from 'this path' even if he lost last week.
We can say that Dilek İmamoğlu, whom I met and talked to for the first time, is the living form of the expression 'a person who has no mercy on anyone'. Moreover, since he came to this point in conflict in his father's house since he was a little boy, he embraces that proud attitude very much.
The fact that he does not refrain from telling about himself, his family, his relationship with Ekrem Bey, and his feelings without any filter will be a surprising situation for everyone who follows politics. Since the country has long been locked in a crypto mentality where the lives of those who govern us cannot be talked about, I guess that Ms. Dilek was able to transparently convey what happened inside the İmamoğlu house, which you will read with amazement but also with a lot of smiles. And of course, perhaps for the first time you will understand clearly how involved in politics Dilek İmamoğlu is...
Photos: Derya Aydogan
Cansu Çamlıbel and Dilek İmamoğlu at Büyükdere Atatürk Nursery in Sarıyer...
“I knew we would win this election, but I was worried on Sunday morning.”
- Let's start from Sunday evening. What kind of feelings did you start with on March 31 and how did you finish it?
On Sunday morning, I woke up and went out to the garden. The weather was very nice, as you know. Two parrot birds came to our garden. Actually, they were coming to our garden all the time, but for some reason I noticed it that day. I shared a post on my private page, saying, "The heralds of spring have arrived." Spring truly came that day. Of course I was excited on Sunday. But this excitement was something very different; it also contained anxiety. Of course I knew we would win this election, but there was also a concern that day.
“I set the goal at 60 percent, I said, 'I'll let you go down a little bit from here.'”
- You were worried, but you were still sure that Ekrem İmamoğlu would win the Istanbul election. By what margin did you expect him to win?
I set a high rate for myself and told everyone this; 60 percent... I said; “Of course, it is difficult to reach that percentage as there are candidates from many parties, but I will still set the target there. Now you can go down a little from here. "I'll let you come down a little bit."
- 60 percent is an ambitious target.
During this period, Ekrem and I worked separately. Thanks to what I saw on the field, I set such a goal. I was incredibly embraced. It was the energy in people's eyes. Now it's okay, this is done, you can get that energy from their eyes. When we saw that exchange of love, we realized that there was a situation there that could no longer be doubted. I actually set that rate based on that. Of course, I am not a pollster, there may be a margin of error. But it was a percentage that I had determined based on my own intuition and my own feelings. On the Saturday before the election, I constantly ask myself; “Dilek, what does the feeling inside tell you?” I have this strange, unsettling feeling inside me. I always tried to find his answer. In fact, perhaps it was the emptiness left within us by the learned helplessness we have experienced so far that created that feeling. Towards the evening, before 17:00, that is, before the voting ended and the ballot boxes opened, that feeling completely disappeared from me. People cast their votes. It was as if that information came and that anxiety and that feeling of emptiness inside me completely disappeared. And of course, we had a very good result on Sunday night. Based on Istanbul, I wasn't too surprised because, as I said, it was something I expected anyway. But we had one or two very beautiful districts that surprised us. They made us very happy. We all flew into the air together.
- CHP put a lot of pressure on a couple of surprising districts. In Fatih, for example, Ekrem Bey's close colleague Mahir Polat lost by only 2.5 points.
We came head to head, but Fatih couldn't pass us. But it doesn't matter at all. I think we achieved a miracle there with our candidate. This feeling of trust, this feeling of belief, the fact that so many people vote with confidence even if we cannot win Fatih is incredibly happy.
“I was embraced more by the women in Arnavutköy”
- You just reminded me, you did field work separately from your wife during this campaign. You have traveled a lot in the districts and neighborhoods governed by the Justice Development Party for twenty years. When detailed analysis of the results is made today, it is possible to say that the vote transition from AKP to CHP is still at a minimal stage. AKP voters seem to have contributed to these results by not going to the polls. But by going to the polls or not, they showed their dissatisfaction with the policies of the ruling party. How did you notice the movement among voters who had kept their distance from your party until now? What messages did they give you?
Yes, indeed, those groups were the ones that had remained very distant from our party until now. But it doesn't happen like that when you get on the field, it doesn't happen like that when you embrace people. They accept it directly. For example, I never asked, "Which party do you belong to, which party do you come from?" I did not encounter such a question.
Especially when I went to Arnavutköy district, we all know the sociological structure there, I was embraced more by the women there. I think this is a mutual exchange of love and a state of people finding themselves in each other. Sometimes a beautiful look says it all, that's what I felt there. What I felt with those women and those children was an exchange of love, free from everything, parties and ideologies. Feeling of trust is very important. Of course, I think this is something that comes from me as well. In other words, I was accepted outside the party, outside the ideology, but of course, that acceptance in Arnavutköy also included satisfaction with the services provided by IMM. I have heard these words many times; “My child grows up with the milk you distribute. "We were able to go out thanks to you, Ms. Dilek." For example, there were also people who said, "Let's do pilates, Ms. Dilek." We were happy to see that the mother card and milk project were projects that brought great relief to the people in a time when such poverty was experienced.
"We were pleased to see that the mother card and milk project were projects that brought great relief to the people in a time of such poverty."
“I am a person who has felt CHP in every fiber of my body since the day I first voted.”
- While listening to you, I realize this; Of course, you are a member of the Republican People's Party, but you speak with ownership of the party as a party manager rather than a voter. I understand that you are much more involved than I thought. Am I misunderstanding?
I have voted for the Republican People's Party since I started voting when I was 18. I can tell you that I am a person who feels the Republican People's Party in all my cells.
- Of course, you voted with great faith, but that is the electoral aspect of the matter. But today, I understand from your words that you are working in the Istanbul campaign of the Republican People's Party , almost like a politician who is a candidate for election.
Yeah yeah. I definitely had more of a role in this campaign. I used to be a voter, now I'm a person working with them.
“I was outraged that there was such a short time to campaign in 2019.”
- I guess it wasn't like this in 2019 , right? In fact, in 2019, Turkey was just getting to know Ekrem İmamoğlu. Of course, he was very well known in Beylikdüzü, but neither he nor you were well-known people in Turkey .
That's what happened, yes. When Ekrem Bey was nominated for Istanbul Metropolitan Municipality from Beylikdüzü, he already had a 10 to 15 percent recognition. It took only 3 months to prepare for the March 31 elections. In fact, I specifically stated that this period could be very short, and I rebelled at that time. But when the election was canceled and a new election was held in June, another three months were added to the campaign. A six-month campaign was possible, just as I wanted, and during that period, the whole of Istanbul got to know Ekrem İmamoğlu. And during that period, I always tried to be with him at the rallies and on the field, but of course it wasn't that much.
“'Geography is the destiny of man' is a sentence I do not accept; “The leader I choose is my destiny.”
- You just gave an example from Arnavutköy while explaining the attention and love you received on the street. Considering the dominant voter profile there, you look like a different woman. I want to use my expressions correctly here because I am someone who refuses to define conservatism only by appearance. But after all, we have this reality; Turkey experienced a period when sociological groups that preferred a secular lifestyle and those who adopted a conservative lifestyle were politically confronted. In fact, we went through a period when even the ruling party deliberately clung to a discourse that encouraged polarization between these two segments. Could the attention you see in the districts and neighborhoods known as conservative indicate that the public is tired of being a side of this conflict? Have you seen such signs in the field?
Yes absulately right. We are all human. I don't think that my feelings are very different from the feelings of women living in Arnavutköy or any neighborhood of Maltepe or Fatih. Because a mother raising a child, a woman as a wife, a woman as a child... No matter which group they are seen in sociologically, they experience similar feelings. We are all kneaded from the same dough of humanity. He lives in Fatih, maybe the forms are different, but we are the same in feelings. We are different but we are the same. Our troubles are the same. Therefore, I read their needs and troubles in their eyes. When you don't look at appearances, when you take off all those outside clothes and positions, when you see everyone naked, just as people, we are no different from each other.
Where a person lives should not be his destiny, where we are born should not be our destiny. “Geography is the destiny of man” is a sentence I have never accepted. My place of birth, my geography is not my destiny, the management is my destiny, the leader I choose is my destiny.
Whatever leader I choose, what he offers me becomes my destiny. But I can change that destiny. Therefore, women in Arnavutköy and Fatih can also change their fate, and I think they tried to do so to a great extent. When we sat down and chatted, they said this; “Ms. Dilek, we want to go out of our homes now. We also need to socialize. Okay, we may live around here, but we are tired of being marginalized. "I don't want anyone to turn their face to me anymore when they ask where I live and get the answer Arnavutköy." Imagine, the woman in Arnavutköy tells me this. All these women are very conscious now.
“Everyone is aware of everything now, there is a new awakening”
- Arnavutköy district is where the third airport and third bridge that the AKP government brought into our lives as a development supporter are located. If Canal Istanbul were built, one of the places it would pass through would be Arnavutköy. But you say that the women in Arnavutköy told you that the local politicians of the government, who marketed that development move abroad, did not look at them. It's really interesting that they can tell you this.
They feel this way because they are now aware of the injustices they have suffered. Everyone started to be aware of everything. I think we should call this a new awakening. A beautiful awakening. This made me incredibly hopeful.
“I started my life by working in my brother's shop in Trabzon in the first grade of primary school.”
- Ekrem Bey made a statement before the election: "Dilek is actually a better tradesman than me." This is not a side of you that we know about. You have a doctorate and use the title 'doctor', but you do not have an academic position and you are not a faculty member. We also know that you do not have an active business life. But we don't know what job you did and when. I would like you to clarify how your life was after university.
Actually, that period is a very long period, but I will try to explain it briefly. Let me start with Ekrem's quote, "Dilek is a better tradesman than me." Of course, I don't know how good I am or if I was good, but that journey started when I was still in primary school. I was born in Trabzon as the 10th child of a family with 10 children. This may seem strange to you, but I was working even while I was in primary school.
- It doesn't seem strange at all. There are many people like this in Turkey. Where were you working?
My family did not have such an expectation from me, I wanted to work because of my own personality and I did. My father and three older brothers were already working. My mother was not working, my sisters were not working. So, none of the women in our family were working, but as a girl going to primary school, I was working. Of course, I'm talking about summer holidays. Trabzon has a very famous street, where my brother had a two-storey textile store. I worked there for three months every summer, starting from the first grade of primary school. In the fourth grade, my older brother gave me the key, and I went to the store at 7 in the morning and started opening it. I prepare the store, my brother comes and opens it. That's how we started selling. As you know, in the tradesman culture, it is thought that the person who comes and tidies up his shop early has the most productive shop. You can say that this is actually how I started my business life.
Büyükdere Atatürk Nursery in Sarıyer, which started operating four months ago, also had a tractor maintenance station in the first years of the republic. The tractor that Dilek İmamoğlu is posing in front of is from that period...
“I got into university, marriage intervened, and after Selim was born, I returned to my education.”
- So you don't grow from seed...
Yes that's right. Then my father moved his business to Istanbul and we came here in secondary school. The situation has not changed here either. Again, I started going to my father's office in an inn in Yeşildirek for three months in the summer. I was supporting him there. This continued until they got married.
- Are you starting to study tourism at Istanbul Technical University after you get married?
I pass the university exam. Our marriage is getting stuck in the middle. I'm marrying Ekrem and I have to take a break from my education. Selim is born. Three years after Selim, I am going back to school. I'm graduating from university.
“I always got pregnant during school years, so I did something different with my life…”
- Which department are you graduating from? tourism or public administration?
I studied at Istanbul University Tourism and Hotel Management for one year. Then the recycling didn't happen there. I graduated from Eskişehir University, Department of Public Administration via distance education. I received my four-year undergraduate education there. Selim was 8 years old before he graduated from university . Then I started my master's degree at Kadir Has University. I gave all my lessons, but at the end of the year, I got pregnant with Semih . Now the process is always like this. I did something different for myself, my life. Such an interesting thing... This time, before I could write my thesis, I was in a rush to raise Semih. That year, Selim's preparation for high school preparatory exams began. I had to focus on that too. Of course, my school is idle again. Semih grew up. By the way, after my break at Kadir Has, I had some problems with counting the courses I had previously taken. For this reason, and because it was close to my home, I transferred to Arel University, wrote my thesis there, and then applied for a doctorate. Meanwhile, Beren was born.
- Mr. Ekrem also helps you a lot in your academic career.
(Laughs) I wrote my doctorate while raising Beren. It took about 6 years.
“We opened a meatball restaurant with Ekrem, and I ran it for a year and a half.”
- Which field of Public Administration is your thesis about?
My doctoral thesis is on leadership. I defended my doctoral thesis on July 22, 2022. I got your acceptance. This process continued like this until 2022. In fact, after we got married, I started working with my brother again for a year or two. That was a short period, I won't skip it. I dealt with finance in the personnel department of my brother's company. Then, when Semih got sick all the time and his adaptation to the nursery was in question, I had to quit my job again. Then I focused on school. In between all this, I started to support Ekrem in accounting at his company. I think I worked with him in accounting for a year or two. Once in a while something like this happened: We opened a meatball restaurant in Beylikdüzü.
“Motherhood, studenthood, business womanhood… Actually, we took a little bit of them all.”
- I think he is not the meatball maker who caused controversy between Murat Kurum and Ekrem İmamoğlu before the election.
No, it's the first meatball restaurant Ekrem opened in Güngören in his 20s. What I'm talking about is the restaurant we opened under the name 'İmamoğlu Köfte Salonu', right behind Migros in Beylikdüzü. I ran it for a year and a half. This is how motherhood, studenthood and business womanhood went through these processes. Actually, we took a little bit of all of them.
“We cannot focus on a goal and just walk towards that goal like men, this is something that the social culture reflects on us.”
- Your life is actually a summary of the dilemmas experienced by many women in Turkey and around the world . You are one of billions of women stuck between realizing their own ideals and being a wife and taking care of children. In countries like Turkey, the burden of marriage falls on the mother so much that many women have to give up their careers.
As you said, this may actually be something that social culture reflects on us. Because as a woman, you don't have many supporters in life. This is especially the reality of our society. When a woman gives birth to her child, she raises it alone. He has to adjust his career and business life accordingly. In fact, as you know, women are consciously directed to certain professions so that they can spend more time at home and with their children. We cannot just focus on a goal and walk towards that goal like men. We set our goal, but we try to walk towards that goal by taking on a lot of things. Therefore, our walk is slower than men. Because we weigh too much. We have the weight of children, we have the weight of the house, we have the weight of the family, there is the weight of your spouse's family. Frankly, this slow pace is the result of the responsibilities that society has given to women.
"Our walk is slower than men. Because we weigh so much."
“My father is really conservative, I became the weed of the family; I grew up questioning the view of women in Trabzon
- Here's a note I took from the YouTube broadcast you attended: “I don't want my daughter's relationship with her father to be like my relationship with my father.” You left a key in that conversation. That key tells me; You, Dilek, have gone headlong by not adopting the lifestyle your father predicted for you in Trabzon. You are the non-conservative daughter of a conservative family. A secular woman emerged from that conservative structure . Am I reading this correctly?
My dad is really conservative. He is someone who incredibly values the environment in which he grew up and the culture in Trabzon. So is my mother. There are 10 children born into this environment; 3 of them are boys and 7 of them are girls. I am the last child. All my older sisters and brothers before me adapted very well to my father's control and did so without questioning. Is it bad? Not. But I was there like a couch grass. The youngest child was the most isolated child there. I questioned a lot about Trabzon's perspective on women within its conservative structure. I can't deny this. Maybe this perspective exists in many parts of Turkey, but since I grew up there, I can explain it better. That perspective towards women is one that I grew up completely rejecting. Maybe I wasn't treated very unfairly within my own family. Because I am already little, I am already loved very much. But when I saw the injustice done to other women around me, I always felt as if it was done to me.
“In adolescence, the gap between me and my father increased, I always questioned; Why doesn't my father come a little closer to us?"
- What was your mother's attitude when you were making this questioning?
My father is a man who has influence and influence at home. Even that wouldn't seem right to me. I would say, “Mom, you are here too, you are working hard, you should also have a say.” I always felt sorry for my mother, saying, "Look, don't be like that, be like that." Likewise, I would always say the same thing to my sisters. Of course, I am starting to grow up, I am reaching adolescence, and the gap between my father and me is increasing. As a daughter, of course I would not want such a distance between me and my father. But my rebellious spirit prevents me from taking a step back. Because I see something wrong. I want my father to come closer to us. I always reason about this within myself. Why doesn't Dad come a little closer to us?
I also blamed my sisters like this; “If you had not said yes to everything my father said, if you had questioned him a little, you would have made room for me too. And they told me; “Why are you doing this? "There are always fights in this house because of you," they say. So, we spent our adolescence playing corner games with my father. Of course, he doesn't want to be face to face with me too much, he doesn't want to argue. We had such a contentious father-daughter relationship. While we were going through this, of course, my father and I became distant, and our distance became greater. This is what I don't want Beren to live with his father.
“I always talk to Ekrem so that Beren does not experience what I went through: You are jealous within yourself, but he can tell you everything.”
- You tried to bring your father to something from a young age, and I think the relationship has come to a certain point now, but that state of conflict lasted for a very long time. How is your relationship with him today?
It took too long. It was an incredible relief to those after me. My father even saw his grandchildren's children. My nephews, for example, are incredibly comfortable today. We also see my father a lot now. He became even more fond of me, especially after losing my mother. Now we kiss and snuggle a lot. While Beren is growing up, I also talk about these things with Ekrem so that he does not experience what I experienced as a child. Of course, the father is a little jealous of his daughter. And I say to Ekrem; “Okay, you are jealous inside, of course, mother, listen to everything she tells you. Let Beren come and tell you everything. “You too can experience that comfort.” In fact, I go one step higher and say; “Let's say I'm not alive tomorrow or the day after tomorrow. You are there as a father to whom my daughter can tell and share her problems. Be prepared to hear everything from him.”
- Is Mr. Ekrem ready to listen to everything Beren might have to tell?
Of course, he's a little "hiccup" like that. As you know, there are flirtations and crushes during adolescence. Beren also wants to tell them about them, he even wants to say, "Let me tell you so that my father will be a little jealous." Sometimes, when Beren tells me some things, he says it out loud so that his father can hear it too. He wants his father to be jealous and say "Oh, Beren" or something like that. Of course, Ekrem is listening from afar, and he will listen anyway. But he doesn't comment much.
“I'm very sorry, but the saying 'Dad won't do this' has to stop.”
- Is he turning a deaf ear?
Yeah yeah. “Dear Beren, pay attention to your lessons and focus on them. He says things like, "Come on, girl." But there is everything in life. That's why you need to be prepared for anything. Male or female, it doesn't matter. Father and mother, it doesn't matter. I'm very sorry, but the harsh words of saying "This is the mother's duty, this is the father's duty" or "Father won't do this" must end. Because we are all in life, men and women. We knead together. Therefore, everyone should be prepared for anything.
İmamoğlu couple at the Republic Day event in Sultanahmet Square, 2019
“I want to carry my 'Grow Your Dreams' project throughout Türkiye and abroad.”
- Let's talk about 'breaking glass ceilings'. CHP Chairman Özgür Özel used this concept in another conjuncture on the election night, referring to CHP exceeding the 25 percent threshold. But this concept is mainly used in feminist terminology to mean "the invisible barrier that prevents women from being appointed to the senior positions they deserve." Based on this concept, you wrote a book called 'Glass Cannot Cut Light'. As the wife of the Mayor of Istanbul Metropolitan Municipality, what was the reason why you brought this issue to the agenda and had it taken up?
Glass ceiling, as you mentioned, is a term mostly used to express gender inequality. As women, more or less we all experience the glass ceiling in our lives. Maybe many of us are not aware of this as a term, but when you ask all women about their life stories, they all have glass ceilings that they have encountered at certain periods of their lives. We want women to break these barriers and move on both in business and social life. Yes, women may be physically present in politics, but they are absent mentally in many areas. They are not in the decision-making mechanisms. I thought we needed to start breaking this in the institution we run. And since I knew that Ekrem did not think very differently from me on this issue, I brought this to the agenda. We prepared this project, and he put it into practice. We have a female professor manager at the head of the rail systems. During Ekrem's term, a woman became the deputy general secretary at Istanbul Metropolitan Municipality for the first time. We have our first female firefighter and female subway driver.
By the way, we have opened many nurseries, the number will soon reach 150. We will continue to increase the number of nurseries. Nurseries are essential so that we can see more women in business life, more in social life, and so that they can be active outside. Therefore, their number is increasing.
As you know, I also have a 'Grow Your Dreams' project, which started in 2021 under the umbrella of the Istanbul Foundation to support the education of female students. With the proceeds from the sales of the book 'Inspiring Steps', we gave educational scholarships to 3000 female university students in the 2023-2024 academic year. This is a very happy number. We don't just give scholarships to girls, we contribute to their personal development. We try to prepare them for business life by providing them with internships in areas relevant to their field, so that they can realize their glass ceilings early on and start breaking them. As part of my 'Big Dreams' project, I hope to open a girls' dormitory in the coming period. As a project that provides scholarships and a dormitory for girls, I want 'Grow Your Dreams' to be carried throughout Turkey and even abroad. I believe that the more we work to break the glass ceiling of women in local governments, the more effective and productive our governments will be. The results of studies currently conducted with the participation of women already support this idea.
“We were all very disappointed last year, but it had to be that way due to the conditions of the period.”
- Last year, during the presidential elections, Kemal Kılıçdaroğlu was the candidate of the Nation Alliance established by CHP. Following the discussion initiated by İyi Party Chairman Meral Akşener at the Six Party Table, your wife was added to the system as 'vice president'. Following the situation that emerged on March 31 this year, many opinion leaders who listened to the society openly commented, "If Ekrem İmamoğlu or Mansur Yavaş had been nominated instead of Kemal Kılıçdaroğlu last year, the Tayyip Erdoğan era would have ended." Do you think so today? Do you say, "If Ekrem had been the candidate in 2023, the result would have been different"?
Now of course there was a loss last year. We are all very disappointed. Today, after success, yes, everyone has such a general opinion, but it had to be that way due to the spirit, conditions and conjuncture of that period.
“The spirit of this period now accepts such success”
- Maybe the conjuncture was different, but the names that were discussed were still the same. Since then, different political actors have not entered the equation. Ekrem İmamoğlu won by 11 points, and Mansur Yavaş won by almost 30 points. That's why I'm asking my question again; Do you think the result would have changed if Kemal Bey was not the candidate of the Nation Alliance and if Ekrem Bey or Masum Bey had competed against Tayyip Erdoğan?
I don't know about that. It's not something that can be answered very clearly. It really had to be like that at that time and it was. Maybe the spirit of this period now accepts such success. Or such a success had to be revealed today. I think we shouldn't dwell on that past anymore. We achieved this success both in Ankara, Istanbul and throughout Türkiye. A magnificent achievement.
“Before I went to sleep that morning, I said to Ekrem; 'We need to focus on the lost municipalities now'
- But in the end, another party and its leader will continue to rule Turkey for another four years. President Erdoğan publicly said during the campaign before this election that they could continue to obstruct municipalities that are not governed by his own party.
We don't care about him though. In this election, CHP emerged as the first party in all of Turkey and this is incredibly proud. Maybe it would have happened a year ago, but it happened now. It was supposed to be today. I think we need to accept today as a milestone and look to the future. CHP has a lot of work to do. All local governments have a lot of work to do.
The night between Sunday and Monday, we slept until 5 in the morning. The first sentence I said to Ekrem before going to sleep is this; “This is definitely a great achievement. It is necessary to fulfill this properly and properly. It really takes a lot of work. "We now need to focus on the lost municipalities." But in the end, we won today, we achieved a very good victory. We need to look at what comes next. I am sure that our Chairman throughout Türkiye sees it this way. As a member of the Republican People's Party, my happiness is indescribable when I see this party being the first party in the country.
Dilek İmamoğlu-Ekrem İmamoğlu
“What I criticize about Ekrem is that he neglects his health, my criticism is endless.”
- What you said to Mr. Ekrem the night of the election victory took me back to what Mr. Ekrem said in that program on YouTube. He said that you directed more criticism towards him than he received from voters on the street or from his interlocutors in discussions within the party . Looking at what you said after the victory, it seems like Mr. Ekrem is always being pulled into line at home like this ... What is the thing you criticize the politician Ekrem İmamoğlu the most ? Or, for example, was there anything you criticized during this last campaign?
He managed a very good campaign in this last period. Of course, there may be shortcomings in this, we can talk about it, but I think it was a very good campaign. The only thing I criticize about him is that he neglects his health a little. He neglected his health a little. In this pace, he had no routine in sports and eating, and he slept very little. He went through the whole process with four or five hours of sleep. But of course it had to be like that, otherwise we would not have achieved this success today. I would like him to pay some attention to his health from now on. But my criticism never ends. I always criticize. Our society understands criticism as if it were always something negative. But in fact, criticism is not something done to destroy someone or bring them down, but rather to give them strength. So when I tell Ekrem what he shouldn't do, I also tell him what he must do. “Okay, you criticize this, so what should we replace it with?” he always asks. Then I say, "It would be better if you did it this way, it would be better if you did it that way."
-Do they listen to you?
I think he's listening. (Laughs)
“He doesn't say, 'Okay, darling, let's do it that way,' but then I see that what I say remains just a ringing in his ear.”
- But when you say something, he doesn't react much . Am I understanding correctly?
Of course, I don't get a clear answer like "Okay, darling, let's do it as you say, of course." But when I follow the process of the business from behind, I see that what I say remains a mere earring in his ear. It should be like this, I think it should be like this. Our purpose here is clear; To bring this country to prosperity, to bring this country to the modern and civilized level as Ataturk set before us. When Ben Ekrem entered politics...
“When I was the first candidate from Beylikdüzü, I said 'If you cannot make a difference, do not involve us in politics'”
- I think you also entered politics with Ekrem Bey ...
When he entered politics, I told him this; “If you are really going to make a difference in Beylikdüzü, if you are really going to change the face of Beylikdüzü, get into this job. But if you don't, don't involve us in politics." I think I said this in a mentor manner, because I know Ekrem. When you start a job, I know very well how to dedicate yourself to that job, how to try to do it justice, and how to work day and night. Because I know them. I may know them. (Laughs)
After all, he really changed Beylikdüzü incredibly and provided very good services. In fact, his success brought him to Istanbul. He has done very good services in Istanbul and will continue to do so, he should. It will be like this as long as I exist.
My children want to live in a free country. My oldest son is 26-27 years old, the other one is 18 years old and will take the university exam this year. “What kind of country do you want him to live in?” If you ask me, I would like him to live in a free, modern country where he can get the education he wants and be free. Why should they go and live in a foreign country? What do we lack from those countries we envy? We have more than them. We have only been administratively closed for 30 years. But we can break it, and we did. We broke these glass ceilings.
“We never thought about losing, even if we did, we would somehow continue on our way; "There would be no turning back from politics anymore."
- Based on the fact that you said so when Mr. Ekrem was first a candidate in Beylikdüzü, I would like to ask this; You never thought that he would lose Istanbul in the March 31 election, but let's say that Mr. Ekrem lost the election last week, would you say, "We are very tired and worn out, leave this politics and let's go home"?
I will tell you very sincerely that we never thought of losing. Neither I nor Ekrem ever had such a thought. It wouldn't have happened, but it happened and we lost this election... Even if that was the case, we would somehow continue on our way.
- You say, "Even if we lose, there would be no turning back from politics ."
It wouldn't happen.
- Are you saying this because you think that Ekrem İmamoğlu has now gone beyond being the mayor? Is the goal now to rule the country?
I'm saying this because he's Ekrem, believe me. After all this conversation, I think you believe in my sincerity. I say and make this sentence not because he is Ekrem, but from an outside perspective; This country needs politicians like Ekrem and Ekrem. Because it won't be any other way.
“I will never give up my freedom as a wish, I will never give up what I want to do.”
“What Dilek was who talked politics in high school, she is the Dilek who talks politics today.”
- In 2019, a fashion magazine featured you on the cover with the title " First Lady of Istanbul " . Wives of leaders are always wondered about, photographed, and journalists want to interview them. But when you appeared on that cover, you were just a mayor's wife. Today, you say, "Turkey needs Ekrem very much." So the magnitude of the claim is also hidden in your words. You are not involved in politics per se, but you are very interested and I understand that you have been involved in everything in the past five years. Leaders' wives carry out social responsibility projects and talk about them, but generally do not talk about politics. However, as far as I can see, you are talking about politics very naturally. Politics has gotten under your skin, so to speak. During İmamoğlu's election campaign, I thought it was a campaign strategy for you to work separately from your spouse in the field. But now I understand better that this is also your choice, you like to be in politics.
Yes like that. While you were making your sentences, I went back to my high school period. I returned to Dilek, who was studying at Halide Edip Adıvar High School in Üsküdar. During my final high school and university preparation years, I spent my life in Kuzguncuk, Üsküdar, Beylerbeyi, Kadıköy, Moda and Bağdat Street. We had a few places we went to in Kadıköy with our group of friends. We met every week and talked politics all the time. Whatever Dilek was who talked about politics back then, she is actually the Dilek who talks about politics today. As I speak today, Dilek there is always in front of my eyes. Actually, Dilek there is always talking.
Yes, I am not actively involved in politics, I am not a politician, but I have always been involved in politics. Because I am a woman who feels a great sense of responsibility for the place I live in, the city I live in, and the country I live in. Because the country we live in is our future. Therefore, the better we try to build our future and the more we try to correct our mistakes, the more beautiful and spacious we will live. I want to live in such a country. It was like that then, so was Dilek then, and so is Dilek today. I think this struggle will always continue like this. I don't feel like a stranger when talking about politics. Everyone who feels a sense of responsibility towards this country actually talks about politics, but they do not engage in active politics. Let's talk anyway. The more we keep talking and the more we talk, the better we analyze the people who will manage us and make the right decisions.
“The potential within me emerges spontaneously, but I never enter my partner's space.”
- In fact, there is a similar perception about leaders' wives not only in Turkey but also in the world. Nobody is very used to leaders' wives talking politics so freely. Other areas and boundaries are always drawn for them. In fact, Michele Obama was criticized because she had a different style. He dared to be one step ahead of his wife - and I use the word 'dare' here in a positive sense, not a negative one, just like you use the word 'criticism'. You also dare to talk about politics, saying, "I can talk about all this and it is my right , and it should be like that." This is how I read what you said, please correct me if I'm wrong.
No, you read it correctly. I used the following sentence in the interview I gave to that magazine that you just reminded me of; “I will never give up my freedom as a wish, I will never give up what I want to do.” That's the point. I haven't planned a career for myself, but I can't be Dilek sitting at home doing nothing. This potential arises spontaneously, because it already exists inside. The point that I have always been very meticulous and careful about in this regard is that I do not intrude into someone else's territory. I'm trying to maintain that line.
- You mean not to enter Ekrem İmamoğlu's domain.
Yes, this may be my wife's area. Actually, whatever I do, I want to realize myself and be happy with what I do. Ekrem is a person who engages in politics. I would never want to enter his space and interfere with his space. But of course, I want to do what I want to do without harming anyone. Of course, if I have potential, I want to reveal it.
“We have invited First Lady to many events for five years, but only once did we receive a thank you letter from her.”
- We didn't know you at all in 2019. Already from that day, someone had made ugly social media posts comparing you and your wife's rival in that election, Binali Yıldırım's wife, Semiha Yıldırım, side by side, and comparing the two of you based on appearance. Then you came out and said; “If they think they are insulting or belittling, they should know that they are insulting me too. Because when I look at Ms. Semiha Yıldırım's photo, I see my own mother and my own sister. That's their choice, too. That's why I don't find this post well-intentioned.” Over the past five years , President Erdoğan has been very politically critical of your wife. Ekrem Bey even made various jokes when Erdoğan did not mention his name. There seems to be a line of tension between the two men. But ultimately, Ekrem İmamoğlu will rule Istanbul for five years, and Erdoğan will rule Turkey for four more years. As Ekrem İmamoğlu's wife, would you take steps to open a line, a channel there , for example, with Emine Hanım? Or do you say, "I won't get into that ball"?
In fact, after we were elected in 2019, we invited First Lady to many of our invitations. We had already started to do what you are asking now since then. We invited her to our Women's Day events. I have been sending him messages on special occasions for five years. So, I am trying to establish such a communication. But it hasn't happened so far, it hasn't happened.
“I would like to do projects together with Emine Hanım, we will submit our offer again.”
- Did Emine Erdoğan not return any of your invitations?
The letter arrived at our first Women's Day event. I received a very nice 'thank you' letter from First Lady. Other than that, we didn't have any communication. But of course it will happen from now on. Why not? Again, we take our offer. I want to be together. I would like to do projects together with Emine Hanım. Because after all, he is a very valuable person whom the country knows. And she does some very nice projects, too. I would like to do projects for girls and women with him.
“The way to peace and tranquility in the country is through women, we can achieve this together with Emine Hanım.”
- Of course, you are talking about being together on a project basis... If one day you receive a positive response from First Lady Erdoğan about developing a joint project, do you think this will contribute to the easing of the tense atmosphere in politics?
It definitely helps. Even if we carry out just one project together, I think it will ease this tense atmosphere in Turkey. Of course, our unity and communication will be incredibly good for Turkey. In order for the peace, tranquility, language of love and the message that we are no different from each other to be reciprocated by 86 million people in this country, women must first achieve this. The way to do this is through women. That's why I want women to be more at the forefront. We can achieve this with Emine Hanım. I'm making the point here.
- You already gave the headline.