Türkiye'de muhalefetin dış politikaya ilgisi genellikle oldukça sınırlı.
Ciddi gelişmeler ve hatta uluslararası krizler de olsa, ülkemizin bölgesel denklemlerdeki rolüyle ilgili önemli olaylar da yaşansa, çoğu kez bu konularda sesini duyduğumuz tek aktör iktidar.
Dış politika alanında muhaliflerde sanki "canım iktidara gelince bir çaresine bakarız" yaklaşımı hissediliyor.
Bu cümleyi yazdıktan sonra acaba haksızlık mı ediyorum, en azından –di'li geçmiş zaman kullansam, yeni muhalif liderlerin farklı tutumunu görmezden gelmesem mi diye düşündüm.
Ama yine de yukarıda yazdıklarıma uzak geçmiş gözüyle bakmak için galiba henüz erken.
Dış politikaya, bizim dışımızdaki dünyaya ilgi gösteren bazı açıklamalar ve adımlar var. Özgür Özel, parti liderliğine seçilmesinden itibaren bu tür demeçler veriyor. Kıbrıs'a, Almanya'ya ve Balkanlar'a gitti, Filistin'e gitmeye hazırlanıyor, Azerbaycan'ı ziyaret etmek istediğini biliyoruz.
Önceki gün Sözcü'de yayımlanan İsmail Saymaz'a mülakatında, her ne kadar bambaşka bir konudan bahsederken de olsa, CHP'nin mevcut dış temsilciliklerinin (Kıbrıs, ABD, Brüksel'den bahsediyor) yanı sıra Pekin ve Moskova'da da ofis açma isteğini belirtiyordu.
İBB'nin dış ilişkileri ve çeşitli uluslararası inisiyatifleri de İstanbul'u dünyaya açmakta önemli rol oynuyor. Geçen hafta Ekrem İmamoğlu 2027 Avrupa Oyunları'nın İstanbul'da yapılacağı açıkladı.
CHP'de dış ilişkiler cephesinde bir hareketlenme var. Bu sadece parti açısından değil Türkiye'nin siyasi dinamikleri açısından da sevindirici bir gelişme.
Acaba bu gelişmeler dış politikada hazırlanacak sağlam bir strateji üzerine bina edilecek ve sürekli olacak mı?
Dışa kapalı siyaset açmazı
CHP, eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu zamanında dış politika alanında aktif değildi.
Mayıs seçimleri öncesinde düzenlenen dış geziler sadece hissedilir bir yarar getirmeyi başaramamasıyla değil, organizasyon ve zamanlama problemleriyle de gündeme gelmişti.
Kendi uzmanlık alanıma dönerek devam edeyim.
Genellikle "yumurtaları tek sepete koyarak" sadece Erdoğan yönetimi ile iş birliği içinde ilerleyen ve muhalefete mesafeli duran Moskova'dan, etkili danışman çevrelerinden birinden, Kılıçdaroğlu'na 2022 sonlarında bir Moskova daveti gelmişti.
Bu, özellikle ekonomide kaybedilen puanların bir kısmını dış politikadan devşiren ve en çok da Putin'le ilişkisinden yararlanan Erdoğan'ın elindeki avantajı hiç olmazsa kısmen de olsa alabilmek için bir fırsattı.
Maalesef birkaç hafta sonra Kemal Bey'den Moskova'ya olumsuz cevap gitti.
Seçimler arifesinde muhalefetin cumhurbaşkanı adayının Rusya'ya yapıcı bir mesaj göndermesi yolunda mütevazı de olsa bir gelişme yaşandı (ben de kendimce çaba harcayarak bu mesaj konusunda katkıda bulunmaya, onu Rus gazeteci, akademisyen ve Türkologlara ulaştırmaya çalışmıştım).
Kemal Bey'in mesajı Moskova'da birçok medya kurumunda olumlu yankı buldu.
Ancak oylamaya üç gün kala Kılıçdaroğlu, Rusya'nın seçimlere müdahale edeceği tahmini üzerinden garip bir dili ve üslubu olan sert bir Twitter paylaşımıyla Moskova'yı suçladı.
Bu adımın neden atıldığı ve hangi kanıtlara dayanıldığı sorusu ortada kaldı (hâlâ da ortada).
Bütün bunlara Kremlin'in "Erdoğan zor bir partner de olsa onu artık iyi tanıyoruz, zaman zaman Batı'ya karşı kullanabiliyoruz, ama CHP NATO yanlısı ve başa gelirse Türkiye bize sırtını döner" anlayışını ekleyeyim (bu arada birçok konu, örneğin, CHP'nin Suriye yönetimiyle ilişki kurulmasını savunduğu bile Rusya'da anlaşılmadı ya da anlatılamadı diyelim).
Rusya CHP yönetimine hazır mı?
Bu soru ilk bakışta fazla iddialı gelebilir.
CHP önemli bir seçim başarısı kazandı. Belki en az onun kadar önemlisi, 22 yıldır hep başarılı olan ya da o izlenimi veren AKP, büyük bir gerilemeyle ilk kez CHP'nin gerisinde ikinci parti durumuna düştü.
31 Mart öncesinde bizdeki yerel seçimlere pek önem vermeyen Rusya birdenbire irkildi. Rus medyasında seçim sonuçları üzerine çok şey söylendi ve yazıldı. Ben Rus tanıdıklarımdan birçok mesaj ve telefon aldım. "Ne oluyor? Erdoğan döneminin sonuna mı geliyoruz? Onun yerine kim iktidara geçebilir?" türü sorular sıkça dile getiriliyordu.
Üstelik Moskova'daki birçok etkili çevrede, Türkiye'nin Rusya'ya karşı tavrında Mayıs'tan bu yana değişim gözleniyordu ve aynı anda iki karpuzu bir koltuğa sığdırmaya çalışan Erdoğan'ın, daha çok Batı'ya, özellikle de ABD'ye meylettiği konuşuluyordu. Zelenski ile görüşmeler, Ukrayna'nın NATO üyeliğine verilen destek, İsveç'in pakta katılmasına yakılan yeşil ışık ve daha pek çok konuda…
Türkiye'ye geleceğini açıklayan ancak sonradan bu ziyareti belirsiz bir tarihe erteleyen Putin, şimdi gergin bir şekilde 9 Mayıs'taki Biden-Erdoğan zirvesinin sonuçlarını öngörmeye çalışıyor.
Moskova, Türkiye'deki seçimlerin Rusya'dakinden daha demokratik bir ortamda yapıldığını ve iktidarı değiştirme yeteneği olduğunu biliyor. Erdoğan iktidarının sonsuz olmadığını da hissediyor. Bugün için CHP'nin yıldızının yükseldiğini de görüyor.
Bütün bunlar Kremlin'in doğrudan değilse de dolaylı olarak muhalefetle ilişki kurmasının yolunu açabilir mi, göreceğiz.
Peki, dış politikada daha iddialı ve aktif bir duruma gelmeyi hedefleyen CHP, Rusya ile şimdiden temaslar kurmaya başlar mı? Kendini ve politikalarını anlatmak için girişimlerde bulunur mu?
Bu arada "bu benim boyumu aşar, başkaları ilgilensin" demeden, söz gelimi, bütün etkili ülkelerin ve çevrelerin çözüm aradığı Rusya-Ukrayna Savaşı ile ilgili bir öneri paketi hazırlayıp uluslararası bir aktör konumuna gelerek iktidara meydan okuyabilir mi?
Bunu da göreceğiz.