Türkiye, anayasasında, ‘demokratik hukuk devleti’ olarak tanımlanıyor. Elhak, bu tanıma uyan uygulamalar da var ülkemizde; ancak dışarıdan bakanlar, ülkeleri değerlendirirken, sıra Türkiye’ye geldiğinde, onu yeni bir sıfatla tanımlamayı tercih ediyorlar.
Yeni tanımlama ‘ılımlı otokrasi’…
Daha önce AK Parti kurucu kadrosuna bakıp, ileri gelenlerinin söylemlerini değerlendirip, ülkemiz yönetimine ‘ılımlı İslam’ sıfatını yapıştıranlar bunlardı; şimdi aynı kurumlar bu yeni tanımlamayı benimsemiş görünüyor.
Çok sayıda ülkenin -sayıları 83- yönetim tarzı ‘demokrasi‘ olarak belirlenirken, 55 ülkeye ‘otokrasi’, 21 ülkeye de ’sert otokrasi’ (21) sıfatı uygun bulunuyor. Türkiye’nin layık görüldüğü ‘ılımlı otokrasi’ grubunda, bizden başka Rusya, Sırbistan, Macaristan, Brezilya, Hindistan, İran, Mısır, Afganistan ve Cezayir yer alıyor…
Bu, Alman Würzburg Üniversitesi’nin bir araştırmasının sonucu. Daha önce de Alman Bertelsman Vakfı, değerlendirmesinde, Türkiye’yi yine ‘ılımlı otokrat ülkeler’ grubuna yerleştirmişti.
Sıfat üzerimize yapışacak gibi görünüyor.
Araştırma kurumları değerlendirmelerinde ‘ılımlı otokrat’ grubuna yeni yer vermeye başladılar, Türkiye bu alanın ilklerinden olarak o listeye alındı. Yukarıda isimlerini saydığım pek çok ülke ise şu yakınlarda aynı gruba kaydedilmiş oldu.
Henüz bu grupta sayılmayan, ancak çok geçmeden aynı muameleyi görmesi beklenebilecek Avrupa ülkeleri de var. Donald Trump başkanlık seçimini kazanırsa, derhal uygulamaya konulması beklenen politikaları sonrasında ABD bile, bizimle aynı gruba düşebilir.
Hollanda’da ırkçı parti –Party for Freedom (PVV)- sandıktan birinci çıktı; Almanya’daki benzer parti –AfD– her seçimde oyunu artırarak merkez oylara yaklaştı; Fransa’da National Rally’nin lideri Marine Le Pen bir sonraki seçimde cumhurbaşkanı seçilmeyi başarabilir.
Ne oluyor?
Böyle bir dalga dünyanın dört bir tarafında varlığını hissettiriyor. 2010 yılı sonrasında önce Türkiye’nin etkisi altına girdiği dalga, bizden sonra başka ülkelere de yayılmış bulunuyor.
Daha az demokrasi ve yetkilerin tek elde toplandığı bir liderlik anlayışı ile yetinmekten gocunmaz görünüyor kitleler…
Olayın küreselci anlayışa tepkisel bir yönü mutlaka var. Ülkelerinin kapısına göçlerle yabancıların dayanması da ekmeklerini paylaşmak zorunda kalacakları tehdit algısına sürükledi insanları.
Göçmen karşıtlığı her ülkede siyasilere prim sağlıyor.
Şimdikine benzer bir ortam dünyanın başına iki dünya savaşı arasında da dert olmuştu. Avrupa’daki bazı ülkeler otokrat liderlerin yönetimine geçti, o liderler de başka ülkeleri kendi yönetimleri altına almak amacıyla savaşlara başvurdular.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan ‘yeni dünya düzeni’ buna tepkinin eseridir.
Dünyamız o dertli dönemi günümüzde bir kez daha denemeye başlamış sayılabilir.
Peki de, Türkiye’nin de -hatta öncü olarak- içerisinde yer aldığı ‘ılımlı otokrat ülkeler’halklarına, ne bekliyorlarsa onları sağlayabilir mi? Daha büyük refah ve zenginlik getirebilecek mi insanlara ‘ılımlı otoriterlik’?
Öncü ülke olarak halimiz diğer ülkeleri de düşündürmeli.
Türkiye, 2000’li yılların başlarından ‘ılımlı otokrasi’ sıfatıyla anılmayı hak ettiği 2015’e kadar, hemen her alanda eskisiyle mukayese edilmeyecek başarılara sahip hale gelmişti.
Ekonomisi birkaç kez büyümüş, Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakeresi yürütebilir olmuş, o amaçla birliğin müktesebatını anayasası ve yasalarına yansıtabilmişti.
Şimdilerde ‘ılımlı otokrasi’ olduk ve o durumumuzdan çok uzağız.
Yolumuzu izleyen ve izleyebilecek ülkeler de, ‘ılımlı otokrat’ halleriyle, bir süre sonra, Türkiye’nin son on yılda düştüğü duruma benzer hale gelebilirler.
Konu dost meclislerinde ne zaman gündeme gelse, bu tür bir benzetmeye itirazlar hemen yükseliyor.
Almanya mı?
Hollanda mı?
Fransa mı?
Yok canım, Trump gelirse, ABD de mi?
İtiraz edenler haklı olabilirler; adını andığım ülkeler ‘ılımlı otokrat’ oldular ve ‘tek adam’tarzı yönetimi benimsediler diye güçlerini kaybetmez gibi görünüyor. Bir süre öncesine kadar biz de öyle görünüyorduk.
Zaten iyiden kötüye dönüşüm çok kısa sürede olmuyor. İtirazlarının haklı olup olmadığını anlamamız için, bu deneyimin, en azından bir nesil sürmesi gerekecek.
Ne malum, bir de bakmışsınız, Türkiye bu kadar deneyimle yetinivermiş ve yeniden ‘işleyen demokrasi’ ülkeleri grubuna girmeye hak kazanmış olur…