Terör zamanımızın en önemli baş belalarından biri. Neredeyse bütün ülkeler için.
Ama en çok da askerî, siyasi, etnik, dinsel gerginlikler ve çatışmalar, hatta savaşlar içinde olanlar için.
Rusya bu açılardan hedefteki ülkelerden biri.
Son 30 yıl içinde iki Rus-Çeçen savaşı, Gürcistan’la savaş, 2015’ten bu yana Suriye’de savaş ve 2022’den bu yana Ukrayna’da savaş… Bu arada ülke içinde zaman zaman aktifleşen etnik sorunlar ve özellikle son dönemde Batı dünyasıyla yaşanan tehlikeli mücadeleden ortalığa yayılan kıvılcımlar (Kuzey Akım Hattı’na faili meçhul saldırıdan NATO ülkeleriyle olası savaş senaryolarına kadar)…
IŞİD Rusya’nın can düşmanı
IŞİD dünyanın pek çok yerinde kanlı eylemler gerçekleştiriyor. Bunlar arasında Rusya ve Türkiye de var. Suriye’de Esad güçleriyle birlikte davranan Rus silahlı kuvvetlerinin en çok canını yaktığı odaklardan biri IŞİD.
Örgütün yaklaşık 10 yıl önce Afganistan’da ortaya çıkan kolu IŞİD Horasan, Rusya’ya düşman. Bu düşmanlığın faktörlerinden biri, ülkede iktidarda olan (ve ilginçtir Moskova’nın resmî olarak hâlâ “terörist” kabul ettiği) Taliban’la Rusya arasında iyi ilişkiler olması.
IŞİD sadece Orta Asya ve Kafkasya’da örgütlenmekle kalmıyor, Rusya Federasyonu’nda, en başta da ona bağlı Müslüman cumhuriyetlerde güçlenmeye çalışıyor. Moskova’da, diğer kentlerde ve bu cumhuriyetlerde IŞİD eylemleri, ya da eyleme hazırlanan hücrelerin ele geçirilmesi gibi haberler sık sık gündeme geliyor.
IŞİD’in, IŞİD Horasan’ın Rusya’da terör eylemine kalkışması için yeterli neden var gibi görünüyor.
Ancak bu tür yapılar başka güçlerin ve devletlerin kolaylıkla “taşeron” olarak kullandığı örgütler. Onun için Moskova’da 22 Mart’taki terör eylemini IŞİD Horasan gerçekleştirmiştir deyip sırtını koltuğa dayayarak her şeyi açıklamış olmanın keyfini hissetmek mümkün değil.
Burada ilk akla gelenlerden biri IŞİD’in karanlık doğumundaki olası “Batı parmağı”. ABD’nin eski Başkanı (ve şimdi başkan adayı) Trump’ın, IŞİD’in Obama döneminde ABD tarafından kurulduğu yolundaki sözleri unutulacak gibi değil.
Elbette terör olayının yalnızca nerede değil, ne zaman yapılmış olması da önemli. İki yılı aşkındır devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı’nın giderek kapsamlı Moskova-Batı çatışma politikalarını gündeme sürdüğü riskli bir dönemde, Putin’in yüzde 87’lik seçim zaferinden kısa süre sonra…
Terör eylemleriyle sıkça karşılaşmış olsa da ve güvenlik güçleri iktidarda egemen konumda bulunsa da, sonuçta Kremlin Crocus eyleminde iyi sınav veremedi. Teröristler engellenemedi, kanlı olaya ve çıkan yangına müdahale gecikti, eylemcilerin geldikleri araca binerek uzun sayılabilecek bir kol kat edip Ukrayna ve Belarus sınırlarına yaklaşmasına kadar ortada devlet gücü yok gibiydi.
Ancak ondan sonra her şey çok hızlı gelişti. Teröristler yakalandı, konuşturuldu (bu arada onlardan birinin kulağının kesilmesi, diğerinin cinsel organına elektrik verilmesi, dövülmüş olmaları gibi görseller topluma servis edildi), mahkemeye çıkarıldılar, hatta bu olayda olumlu rol oynayan güvenlik görevlileri ödüllendirildi.
Bu, gerçekten de kanlı olaya müdahaledeki gecikmeyi unutturacak kadar enerjik bir gelişme çizgisiydi.
Fatura Ukrayna’ya kesildi
Bu tür kritik durumlarda genellikle uzun süre kameraların karşısına çıkmayan lider Putin, ilk konuşmasında Ukrayna’yı işaret etti. Teröristlerin Ukrayna’ya kaçtığını, orada onların geçmesi için bir “pencere” açıldığını savundu (öyleyse bu “pencere” yalnızca Ukrayna değil, Rusya tarafından da açılmış olmalıydı).
Daha sonra gerek Rus devlet yetkilileri, gerekse de siyasiler ve propagandistler, eleştirilerini iki odağa yönelttiler: Savaş halinde olunan Ukrayna’ya ve onu destekleyen Batılı devletlere, en başta da ABD’ye.
ABD ve müttefiklerinin olayı Ukrayna’nın değil IŞİD’in yaptığı yolundaki açıklamaları, hatta Washington’un 7 Mart’ta Moskova’da kalabalık ortamlarda bir terör eylemi olabileceği uyarısı Rusya yönetimini kızdıran faktörlere dönüştü.
Kanlı olayda “tetiği çeken” kim olursa olsun, Kremlin arkadaki esas karanlık gücün Ukrayna, daha doğrusu onu destekleyen NATO ittifakı olduğu konusunda kararını vermiş durumda.
Ve bu terör eylemi sonrasında izlenecek “yol haritası”, Ukrayna (ve dolaylı olarak “kolektif Batı”) ile savaşın güçlendirilmesi olacak.
Bunun anlamı, Kiev, Harkov, Odessa başta olmak üzere tüm Ukrayna’ya daha yoğun ve acımasız bir saldırıya girişileceği mi, nükleer bomba kullanılacağı mı, sınır bölgesindeki NATO üyelerinden biriyle çatışma başlatılacağı mı, hepsi mi, bunları bilemiyoruz. Ama daha çok kan döküleceği bir ortama sürüklendiğimiz ortada.
ABD ise Ukrayna aracılığıyla Rusya’yı zayıflatma senaryosunun keyfini çıkarıyor(du). Şimdi Moskova’nın hamlelerini önceden görüp etkisizleştirmeye çalışacak.
Bu arada Rusya ile Batı arasındaki tehlikeli kıvılcımlar, en başta gerginlik bölgelerindeki ülkelerde ciddi olumsuzluklara yol açabilecek. Örneğin, zaten iyice riskli hale gelen Karadeniz’de ve bu arada Türkiye’de. Kaldı ki ülkemiz pek çok siyasi ve ekonomik denklemde bu savaşın iki ayrı tarafı ile de ilişkili ve arada sıkışmışlığın yaratacağı sınavlardan sağlam çıkma garantisi yok.
Yazının başına dönelim: Terör zamanımızın en önemli baş belalarından biri. Onunla mücadelenin en etkili yöntemlerinden biri, ona karşı uluslararası iş birliğini güçlendirmek.
ABD, Rusya, Avrupa ülkeleri, Türkiye, Çin, Karadeniz’den Ortadoğu’ya kadar diğer devletler, örgütler, toplumlar… Herkesin birleşerek terör belasını yenmeye çalışması gerekiyor. Günümüzün en önemli sorunlarından ve görevlerinden biri bu.
Bir başkası da savaşların durdurulması, tüm anlaşmazlıkların diplomasi yoluyla çözülmeye çalışılması.
Ama bunları dinleyen var mı?
Hey, silah tüccarları, terör ebeleri!
Hey, dünya halkları!
Sesimi duyan var mı?..