Geriye bir tek “serbest seçim” kaldı!

İstanbul’daki bir Asliye Hukuk Mahkemesi’nin, Seçim Kurulu’nun yetkisini gasp edip, CHP İstanbul İl örgütüne kayyım tayin etmesi, bir onbaşının, Genelkurmay Başkanı’nın yazılı emrini birliklere telefon ederek kaldırmasına benziyor.

Mahkemenin kararının açıklanmasından beri hukukçular konuşuyor, politikacılar konuşuyor, gazeteciler konuşuyor, yazıyor.

Karar şöyle, karar böyle, YSK’nın yetkisi çalındı, mahkeme eliyle adeta siyasi darbe yapılıyor vs.

Evet hukukun hâlâ temel bir kavram olarak devlet idaresinde kendisine yer bulabildiği bir ülke olsaydık, bunları konuşmak, yazmak, tartışmak anlamlı bir eylem olabilirdi.

Ancak bu artık havanda su dövmekten başka bir anlam ifade etmiyor.

Çünkü artık hukuku konuşabileceğimiz, bir hukuki meseleyi hukuk kavramlarıyla tartışabileceğimiz bir düzlemde değiliz.

Adeta bir darbe ortamında yaşıyoruz.

Bu sefer darbeyi yapanlar askerler olmadığı için, orta yerde tank filan görmediğimiz için bir yanılsama içindeyiz.

Normal bir ülkede yaşamaya devam ettiğimiz zehabına kapılıyoruz.

Hiçbir yere varmayacak hukuki tartışmalar içinde olmamızın nedeni bu.

Oysa artık meseleyi hukuki zeminde tartışabilmek mümkün değil.

Anayasa’nın açıkça ilga edildiği bir darbe döneminden geçtiğimiz için!

Darbeciler bu kez tank, tüfek falan kullanmıyorlar.

Onun yerine “daha az ses çıkaran” silahları tercih ediyorlar ki adalet sistemi bu görevi yerine getiriyor.

Yargı marifetiyle muhalefetin ezildiği, kanunları uygulamakla görevli olanların kanunları yukardan aldıkları emirle istedikleri gibi eğip bükebildikleri bir dönem bu.

Artık bir tek kural var: Saray ne isterse öyle oluyor.

Ve bu ilk kez olmuyor.

Yüksek Seçim Kurulu’nun, TBMM’ye ait bir yetkiyi gasp ederek, Seçim Kanunu’nun açık hükmünü yok sayarak “atı alanın Üsküdar’ı geçmesine” yol verdiğinden beri bu iş böyle.

Erdoğan’ın ilk kez Cumhurbaşkanı seçildiğinde partisinden istifa etmeden parti kongresini toplayabildiği günden beri böyle.

Bundan sonra anayasal düzene karşı yapılan bu darbe ile nasıl mücadele edileceği düşünülürken akılda tutulması gereken şey bu: Artık kural falan yok!

Keyfi bir idare var, kendisini anayasa ve kanunlarla bağlı hissetmiyor!

İktidarda kalabilmek için de elinden ne gelirse yapacak.

Türkiye Cumhuriyeti, bir tür kabile devletine dönüştürülüyor.

Erdoğan tek adam olma hevesiyle bir yola çıktı, buna uygun bir “hukuk” yarattı ve artık öyle bir noktaya geldi ki son nefesine kadar orada oturmak zorunda.

Yapabildiklerini gördükten sonra şunu da öğrendi: Bu gücü günün birinde kaybetmek durumunda kalırsa başına nelerin gelebileceğini de artık biliyor.

Anayasa’nın açık hükümleri uygulanamayabiliyor: AYM kararları, AİHM kararları uygulanmıyor ve dünya yıkılmıyor.

YSK’nin yetkisini sıradan bir asliye hukuk mahkemesi bile gasp edebiliyor.

Böyle bir ülkede artık “benim anayasal olarak dokunulmazlığım var” diye bir güvencenin kalmadığını en iyi onun kavradığından kuşku duymayın.

Fatih Altaylı’nın bir söz söyledi diye “fiili saldırı” suçlamasıyla yargılanabildiği bir ülkede “128 milyar doları heba etti” suçlamasının kolayca “hıyaneti vataniye” kanununa sokulabileceğini de görüyor olmalı.

“Darbe” suçlarında “zaman aşımı” olmaması da cabası!

Ayşe Barım’ı “artistleri sokağa dökerek darbe yapacaktı” diye yargılayabilen adalet sisteminin, canı isterse herkesi “darbeci” diye yargılamasından daha kolay ne var?

Bu ülkede bir kere gücü eline geçiren, o gücü hiç kaybetmeyeceği yanılsaması içinde yaşıyor. Ama sabredip, azmedene sıra mutlaka geliyor.

Erdoğan’ın yaşadığı açmaz da tam olarak bu.

Elbette bunu gördüğü için peşin bir kabulle çekip gitmeyecek, kendisinin de açıkça söylediği gibi “emri hak vaki olana kadar” ayak diremek isteyecek.

Şimdilik cesaret edemediği tek şey “serbest seçimden vazgeçmek!”

Günün birinde sandık ortaya geldiğinde kaybetme ihtimalini görüyor, olayları giderek tırmandırmasının nedeni bu.

Artık önündeki seçenekler çok sınırlı: Seçimi, “kaybedeceği kesin” adaylarla yarışmak bu seçeneklerden biri.

Şu anda bunun için bir yol temizliği yapmaya çalışıyor.

Bunun yetmeyeceğini gördüğü gün daha ağır uygulamalara geçmekte bir saniye bile tereddüt etmeyecektir.

Erdoğan artık duracağı yeri bulamayacak diye demokratik muhalefet de dükkânı kapatıp, evine dönmeyecek herhâlde.

Demokrasi ortak paydasında buluşmaktan ve haksızlıklara, hukuksuzluklara, kanunsuzluklara karşı bir arada durmaktan, gücümüz yettiğince direnmekten başka çare yok.

Bu arada çok can yakacaklardır, bunu göze almak durumundayız.