Epey bir zamandan beri Türkiye’de siyasi mücadelenin siyasi kurallara uymaz bir karaktere büründüğünü yazıyordum. Bu temayı sürekli vurgulayan başka kişiler de vardı. AKP’nin Ekrem İmamoğlu’nu merkeze koyan geniş çaplı ve tamamen hukuk dışı saldırısı bu gidiş içinde hayati bir dönemece getirdi bizleri. Kural falan kalmadı. İktidar, “kural varmış gibi” davranmaktan da çoktan vazgeçti.
Erdoğan’ın bu kadar radikal davranacağını beklemeyen çok kişi var. Ama davranıyor; o beklemeyenler de gidişatın nereye doğru olduğunu daha iyi görmeye başlıyorlar. Öyle ufak tefek değişimler yaparak “otoriter” üslubunda çıkabilecek engelleri şimdiden tasfiye etmekten ibaret değil, Tayyip Erdoğan’ın gerçekleştirmek istediği değişim. Uygulamaları karşısında muhalefetin bir kesimi “Türkiye’nin düzenine, anayasasına, her şeyine aykırı” diye feryat ediyor. Ha şunu bileydin. Zaten amacı bu. Ve adım adım yaklaşıyor, zihninde tasarladığı Türkiye’ye, şeriata vb.
İmamoğlu taarruzundan sonra iktidar namluyu CHP’nin kendisine çevirdi, işi pek sevdiği “kayyum” aşamasına getirdi. Bu işler olurken CHP’nin kendi içinde de dikkat çekici bir şeyler olmaktaydı. Bu sefer hedef Özgür Özel’in devreden çıkarılmasıydı. Tayyip Erdoğan kendisine kimin muhalefet edeceğini de kendisi seçmek istiyordu. Özel’i buna ikna edemeyeceği belliydi. Dolayısıyla elinin altına büyük ölçüde aldığı hukuk silahına sarıldı. Bu hukukun adı, “Tayyip Erdoğan’ın ağzından çıkanlar” olabilir. Yalnız burada istediği yardım ve desteği pek beklenmedik yerlerden bulabileceği bir manzara ortaya çıkıyor. Başta Kemal Kılıçdaroğlu, CHP yönetimini Özgür Özel’e kaptıranlar koalisyonu, diyelim.
Geçtiğimiz birkaç günün birinde İsmail Saymaz’ın da katıldığı bir program izliyordum. İsmail, parti içinde böyle davranmakta olanların, böyle davranmayanlar kadar CHP’li olduklarını söyledi. Evet, örneğin Gürsel Tekin! Ondan daha “CHP’li” kimi bulacağız? Kılıçdaroğlu da öyle değil mi? Öyle. Bu memlekette değişmekte olan birçok şeyle birlikte CHP de değişiyor. Ama bütün dünyada, değişmekte olan şeylerin yanında değişmeyenler ve değişmemekte inat edenler de vardır. CHP’de bu durum dillere destandır, diyebiliriz.
Dolayısıyla AKP Türkiye’yi şeriatın egemen olduğu bir ülke haline getirmek üzere ciddi bir atağa geçmişken ve CHP bununla ciddi bir savunma savaşına girmişken bir yandan da bu kendi iç iktidarı çevresinde dönenen mücadeleyi kazanmak zorunda. Bu iç kavganın şimdilik Gürsel Tekin ve Kemal Kılıçdaroğlu adları çevresinde toplanan kanadının ne kadar güçlü, ne kadar etkili olduğunu, olabileceğini bilmiyorum. Çok etkili olmadığını ve olamayacağını sanıyor ve umuyorum. Umuyorum çünkü Özgür Özlem’in genel başkan seçilmesinden bu yana CHP’nin söylemini de, eylemini de çok doğru, isabetli buluyorum.
CHP militan bir mücadele veriyor. Topladığı, toplamayı başardığı kalabalıklar, şu kasvet günlerinde insanın içini ısıtan ve umut veren gelişmeler. Bu faşizan saldırılar karşısında içi dolu bir dirençle karşı koyarken izleyeceği siyasetin karakteri hakkında söylediklerini de son derece olumlu buluyorum. Yani, AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın temelinde yoğun bir düşmanlık yatan siyasetine karşı kucaklayıcı tavrı çok doğru; “ahlaki” üstünlüğü vurgulaması çok yerinde.
CHP’nin türlü dönüşümler geçirmiş bir parti olduğunu söylemiştim (zaten herkesin bildiği şey). Ecevit’ten bu yana değişim “sosyal demokrasi” teorisi ve pratiği çevresinde biçimlendi. Ecevit kazandığı için sosyal demokrasinin kazandığını varsaydık. Oysa Ecevit’in kendisinin ne kadar sosyal demokrat olduğu son derece şüphelidir. Ama bugün gördüğümüz CHP için böyle diyemem. Dünya değişiyor, siyasi kimlikler değişiyor; bugün “sosyal demokat” demek tam olarak ne anlama geliyor, bir şey söyleyemiyorum. Ama en azından, CHP’nin bu döneme kadar “sosyal demokrat” gibi “ecnebi” bir ideolojiye bir türlü ısınamamasına yol açan “milli takıntıları” bir kenara bırakmış ve en önemlisi, kendi geçmişi hakkında eleştirel olabilen bir CHP haline geldiğini gözlemliyoruz.
Ben kendi hesabıma, bu CHP’den yanayım.