Yerel seçimlerin genel seçimlerden farklı dinamikleri olduğu kabul edilir genellikle. Teorik olarak doğrudur da. Yerelin sorunlarının ve yerel adayların önde ve gündemde olduğu koşullarda seçmenlerin de oy tercihlerinde genel seçimlerden farklı düşünecekleri varsayılır.
Bir başka veri ve bilgi, uzun yıllar boyunca ülke siyasetinin ilçelerde şekillendiğidir. İlçeler esas itibarıyla monolitik toplumsal dokulardı bir zamanlar. Her bir ilçe oldukça ağırlıklı biçimde bir inanç kümesinin ve etnik aidiyetin var olduğu, ortak iyi, doğru, güzel, ayıp tanımlarının bulunduğu mekanlardı. O nedenle il üzerinden değil ilçe üzerinden farklı toplumsal dokular ve siyasi tercihlere bakmak anlamlı farklılıkları da gösteriyordu.
2000’li yıllardan itibaren göçle beraber ilçelerin ve il merkezlerinin toplumsal dokusu değişti. Buna bağlı olarak da siyasetin zemini artık ilçeler olmaktan çıkıyor. Eskinin monolitik kimlik ve kültürlü ilçelerindeki nüfus il merkezlerinde ve özellikle de 8-10 metropolde toplaşıyor. Eskinin tek kimlikli ilçelerindeki nüfus azalıyor ve yaşlanıyor. İl merkezleri ve metropoller çok kimlikli toplumsal yapılara ev sahipliği yapıyor.
Göç ve mekânsal ilişkideki değişim bireylerin ve yerel toplumsal dokuların tutum ve davranışlarını da değiştirdi. Yanı sıra teknolojik değişim de gündelik hayat ritmini değiştirdi. Eskiden radyo ve devlet tekelindeki ajans haberlerine dayanan siyasal iletişim bugün artık çok kanallı, çok mecralı, çok kaynaklı. Seçmenin habere ve bilgiye erişimi çeşitlendi, anonimleşti.
Bu denge bir tarafın lehine bozulur mu?
Yeni metropollü gündelik hayat ritmi içinde ilişki formatı değişti. Akrabalık, arkadaşlık, dostluk, hemşehrilik, dayanışma ve örgütlenme biçimleri tek kimlikli ilçelerden ve illerden farklı, daha çeşitli, çok kimlikli ve çok aidiyetli artık.
Siyaset ise daha büyük kimliklere, aidiyetlere ve kutuplaşmalara yaslanmış durumda. Tüm bu değişimin üzerine gündelik hayatın gerçekliğinden kopan ve kutuplaşan siyasi zemini dikkate alınca, şunu söylemek mümkün artık: Yerel seçimler yerelin dinamiklerinden değil ulusalın dinamiklerinden ve gerilimlerinden şekilleniyor bir süredir.
Nitekim projecilikten ibaret hale gelmiş yerel seçim aday ve kampanyalarına karşın söylemler, atışmalar, rekabet ulusaldaki pozisyonlardan, dinamiklerden, söylemlerden besleniyor. Yerel seçim tartışmaları, gerilimleri, kampanyaları ulusalı tekrarlıyor, kopyalıyor.
31 Mart yerel seçimleri de böyle olacak muhtemelen. Seçmenin yüzde 90’ının yaşadığı yerlerdeki yerel seçim siyasal tercihleri ulusaldaki tercihlerden çok da farklı olmayacak. Küçük ilçelerde, belki bazı geleneksel il merkezlerinde adayın kimliği, kişiliği farklı siyasal ve sayısal sonuçlar üretse de bu yerel seçimdeki yerel meclislere dair oy tercihlerinin temel motivasyonu genel seçimlerdeki pozisyonlardan besleneceğini öngörebiliriz.
Bu noktadan bakılınca yerel seçimlerin yerel meclislere dair oy oranlarında iktidar ile muhalefet bloku oy toplamlarında ülkedeki yüzde 48-52 aralığına sıkışmış olan genel denge halinin değişip değişmeyeceğini göreceğiz.
Kutuplaşmaya dayanan bu denge bir tarafın lehine bozulur mu? Henüz bozulacağına dair bir işaret yok sokaklarda, meydanlarda. Genel seçimlerin ardından yorgun, bezgin ve siyasetten umutsuz gibi görünen seçmenin sessizliği şu soruyu gündeme getiriyor. Yerel seçimlerdeki yerel meclislere veya belediye başkanlıklarına dair gerçekleşecek siyasi tablo genel seçimlerin tekrarı mı olacak yoksa geleceğin habercisi mi?
Çok önemli 3 kırılma
Çok partili ilk yerel seçimler 1930 yılında yapıldı. Bu seçimin iki önemli özelliği vardı. Birincisi kadınlar ilk kez 1930 yerel seçimlerinde seçme ve seçilme haklarını kullandılar. İkincisi seçimlere Cumhuriyet’i kuran kadroların partisi Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) ve yeni kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) katıldı. SCF çok büyük bir başarı gösterememiş olsa da toplumdaki muhalefet potansiyelinin varlığının ortaya çıkması sonucu üzerindeki devlet baskısının da artışı sonrası SCF kurucusu Fethi Bey tarafından daha ömrünün birinci yılını doldurmadan kapatıldı.
1946 yılından itibaren de düzenli olarak yerel seçimler yapılıyor. 27 Mayıs Darbesi sonrasından bugüne gerçekleştirilen yerel seçim sonuçlarına genel seçim ile yerel seçim oy dağılımları ilişkisi, benzerlikleri ve farklılıkları üzerinden bakıldığında çok önemli 3 kırılma var. Bu 3 kırılma dışındaki yerel seçimler ile genel seçimler arasında çok büyük farklılaşmalar olmamış. Fakat 3 yerel seçimdeki sonuçlar gelecek genel seçimlere dair çok önemli işaret vermiş.
27 Mayıs Darbesi’nin ardından 1961 genel seçimlerinde birinci olan CHP iktidarıyla gidilen 1963 yerel seçimlerinde Adalet Partisi yüzde 45 oya ulaşmış, ardından da 1965 genel seçimlerinde yüzde 53 oyla tek başına iktidara gelmiş. 12 Eylül Darbesi’nin ardından 1983 genel ve 1984 yerel seçimlerini kazanan ANAP’a karşı 1989 yerel seçimlerinde İstanbul başta sürpriz sonuçlarla Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin (SHP) birinci parti oluşu 1991 genel seçimlerinin ve ANAP-Özal iktidarı döneminin sona erişinin habercisi olmuş. Kanımca yerel seçim tarihinin önemli üçüncü kırılması 1994 yerel seçimleri olmuş. Ülkenin hızla değiştiği, kentleşerek, teknolojiyle tanışarak dünyaya açıldığı, siyasi zeminde çok partinin ve rekabetin olduğu dönemde Refah Parti’nin çıkışı geleceğin habercisi olmuş. Örgütlenme modeli, kampanya yöntemleri, söylemleri yenilenmiş RP diğer partilerin çokluğu ve dağınıklığının da sonucu dağılan seçmen tercihleri arasından neredeyse seçmenin dörtte birinin oylarıyla İstanbul ve Ankara’yı kazanmış. Hikayenin devamını ise biliyoruz.
Bu yerel seçimler bu türden geleceğe dair, eğer vaktinde gerçekleşirse 2028 genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair bir işaret verecek mi göreceğiz. Ya da yerel seçim sonuçları partilerde farklı arayışları, değişimleri tetikleyecek mi izleyeceğiz.
Bugünkü vaziyete bakılınca iktidar-muhalefet blokları arasındaki dengeyi radikal biçimde değiştirecek bir heyecan ya da değişim gözlenmiyor.
Blok içi rekabetler
Fakat blok içi partilerin oy oranlarında farklılaşmaların oluşacağı da anlaşılıyor. Özellikle de muhalif blok partileri arasında oy oranlarında değişiklikler gözleneceği söylenebilir. Muhalif blok içi ittifaklar dağıldı, parti kurumsal akılları yerel seçimde iktidar kadar birbirleriyle de rekabeti öne çıkardıkları, psikolojik olarak iktidar lehine olan dengeyi veri kabul eden tutumları dikkate alınırsa da genel dengeyi değiştirecek bir sonuç beklemek çok gerçekçi değil. Her birisi kendi gerçek ağırlıklarını ölçme ve görme fırsatı bulacaklar denebilir.
Öte yandan blokların öncü partileri olan AK Parti, CHP, MHP ve DEM’in kendilerini tekrarlayan ve kimliklere sıkışmış siyasetlerinin verdiği bıkkınlıktan yararlanan YRP, Zafer, Memleket gibi partilerin ağırlığı artacak gibi görünüyor. Sonuçta partilerin seçimle tartılmış ve öğrenilmiş gerçek ağırlıkları 2028 kadar genel olarak siyasette ve partilerin kendi iç yapılarında değişim tartışmalarına kaynaklık edecektir.
Seçmen üzerinden bakılınca, muhalif seçmenin umutsuzluğu, iktidar seçmeninin bezginliği aşılamamış görünüyor. O nedenle partilerin kurumsal yönetimleri dışında partilerin oy oranlarıyla ilgilenen yok. İlgi odağı belediye başkanlıklarını kimlerin kazanacağı, asıl odak ise İstanbul belediye başkanlığı seçimlerinin sonucu. Yerel seçim İstanbul Belediye Başkanlığı seçimine dönüşmüş durumda.
Belediye başkanlığı oyları ile yerel meclis oyları arasında ise kayda değer oranlarda farklılaşma beklenebilir. Partiler düzeyinde ittifaklar dağılmış olsa da muhalif partilerin seçmenlerinde kazanma potansiyeli olan adaylar üzerinde seçmen ittifaklarının bazı büyükşehirlerde oluşacağı ve dikkate değer sonuçlar üreteceği anlaşılıyor.
Seçmenin sandıkta kazanacak adaylara yönelerek oluşturacağı zımni ittifaklar kadar başkanlık seçimlerinin sonuçlarını etkileyecek blok içi rekabetler de oluşacak.
Yeniden Refah Partisi İstanbul’da yüzde 3-4 mertebesinde bir oyla belki de iktidar blokunun kaybetmesinde anahtar rol oynayacak. YRP Şanlıurfa ve Yozgat’ı kazanmaya çok yakın görünürken, Eskişehir’de, Ordu’da, Bursa’da belki de kazananı belirleyecek oy oranları yakalayabilir.
Muhalefet blokunda DEM adayları yine 2019’da kazandıkları şehir ve ilçelerin çok büyük kısmında seçimi kazanacaklar. Öte yandan İstanbul, İzmir ve Akdeniz büyükşehirlerinde DEM adaylarının ulaşacakları oy oranları kazananı etkileyecek gibi görünüyor.
CHP yeni yerler kazanmaktan çok 2019 kazanımlarını koruma derdinde. Hatay, Edirne, Eskişehir, Antalya ve hatta Aydın belki de İzmir’de bile başkanlığı korumaya çalışırken zorlandığı anlaşılıyor. Buna karşılık Ankara’da rahat görülürken Bursa’yı da kazanma umudunu taşıyor. Kurultay’la genel başkan değiştirmenin hikayesini aday belirleme sürecinde harcamış görünen CHP ülke genelinde yeni bir dalga yaratamamış durumda.
Erdoğan sahaya müdahale ediyor
Yerel seçimin odağı haline gelen İstanbul’da ise yayınlanan 15 araştırma şirketinin 36 araştırması bulguları kullanılarak masa başı bir çalışmayla bakıldığında İmamoğlu 3 puan mertebesinde önde görünüyor. YRP, İYİ Parti, Zafer partileri adaylarının yine aynı masa başı çalışmadaki ortalama 3’er puan, DEM partinin 5 puan mertebesindeki oy oranları dikkate alınınca hala seçimin ortada olduğu söylenebilir.
Genel seçimlerin ardından muhalif blok seçmenlerinde oluşan öfke ve umutsuzluk duygusu henüz tümden geçmiş değilse de iktidar bloku seçmenlerinin de moral üstünlüklerini sahaya yansıtamadıkları, aksine temkinli bir bekleyişte oldukları gözleniyor. Hala Erdoğan yine son hafta şapkadan tavşan çıkarır mı tedirginliği ya da umudu olsa da sanki Erdoğan’da da bilindik enerji yok. Yine de son haftada hangi çılgın vaat ya da söylemle seçmenini gayrete getireceğini göreceğiz.
İktidar blokunun handikapı yalnızca YRP’nin ayrı aday çıkarması da değil. Erdoğan uzun bir süredir artık AK Parti örgütünden çok bürokrasiyle sahaya müdahale ediyor. Bu da parti örgütünün enerji ve kapasitesinde kayda değer eksilmeyi üretiyor. Yerel seçim için seçilen adayların büyük kısmı Murat Kurum da dahil örgütten değil bürokrasiden geliyor.
Benzer bir kapasite kaybı strateji ve kampanya tasarım ve uygulamalarında görülüyor. Kurum için yürütülen kampanyanın esaslı bir stratejiye ve yaratıcılığa dayandığını söylemek mümkün değil. Belli ki Kurum ve ekibi de Erdoğan’ın maharetine kaderini bağlamış durumda.
Buna karşılık İmamoğlu çalışılmış bir stratejiyle yürüyor ve moral üstünlüğü de ele geçirmiş durumda. İmamoğlu İstanbul’da 2019’da üç ay arayla iki kez kazanan, son güne kadar Cumhurbaşkanlığı seçimleri için iddiasını korumuş, kaybedilen seçim sonrası duygusal olarak çökmüş partisinde kurultay kazanmış bir siyasetçi olarak sahnede.
Muhalefet blokundaki ittifakların dağılışı ardından sert ve öfkeli iç rekabete, her birisi güçlü adaylarıyla İstanbul’da yarışan partilere karşın İmamoğlu partilerin İstanbul seçmenlerinin neredeyse yarısının Başkanlık oyunu kazanıyor görünüyor. Yine de İmamoğlu’nun kesin kazanacağını söylemek için henüz erken.
İstanbul’da İmamoğlu ile Kurum yarışı varsa da herkes biliyor ki aslında yarış Erdoğan ile İmamoğlu arasında. O nedenle geleceğe dair en önemli işaret İmamoğlu’nun kazanması olur. Genel denge değişmese de İmamoğlu’nun kazanması hem CHP hem muhalefet kanadında yeni hizalanmaları tetikler. Daha önemlisi umutsuz muhalif seçmen için bir umutlanma kaynağı olur.
Seçimlere 10 gün kala vaziyet budur efendim.