Mehmet Altan’ın Eğrisiyle Doğrusuyla AK Parti adlı kitabında dönemin Refah Partisi İstanbul İl Yöneticisi Recep Tayyip Erdoğan’ın bir demecine rastladım.
Erdoğan şöyle diyor:
“İkinci Cumhuriyet, Batılılaşma süreci içinde bir harekettir. Batılılaşma dün Kemalist olmayı veya sosyalist olmayı gerektirirken, bugün İkinci Cumhuriyetçi olmayı gerektirmektedir. İkinci Cumhuriyetçilerin toplumun düşünce ufuklarının genişlemesi, haklarının farkına varması ve bir kimlik arayışı içine girerek geçmişsiz, geleneksiz kimlik kazanmanın imkânsızlığını görmesi açısından büyük faydaları olmuştur. Bu sağlıklı bir gelişme olup bunu içeren değişimden yana olmak bir zorunluluktur.”
Bilgehan Uçak yazdı | Liberaller ve AKP (IV): Yollar yeniden kesişir mi?
Bilgehan Uçak yazdı | Liberaller ve AKP (IV): Yollar yeniden kesişir mi?
Fransa’daki “numaralı cumhuriyetlerin” aksine bizdeki İkinci Cumhuriyet, son kertede, “demokratik cumhuriyet” anlamındaki bir kavramsallaştırmaydı.
Cumhuriyetin Batı standartlarında bir demokrasiyle taçlandırılması gerektiğini düşünüyor ve herkes için eşit vatandaşlık talep ediyorsanız, İkinci Cumhuriyetçilerle benzer bir söz söylemiş oluyordunuz.
Gerçekten de AKP’nin Parti Programı’na bakanlar, Erdoğan’ın AKP’yi kurarken bu düşünceden etkilenmiş olduğunu rahatlıkla saptarlar.
Mesela, bugün en çok şikâyet ettiğimiz alan olan hukuka bakalım.
Parti Programı’nda şöyle yazılmış:
“Hukukun üstünlüğünü esas alan devlet, vatandaşlarının özgürlük ve haklarının teminatıdır. Dolayısıyla hukuk devleti olmayan ve hukukun hâkim olmadığı bir toplumda demokratik rejimden bahsedilemez.
Demokrasinin hukuk yoluyla varlık kazandığı demokratik hukuk devletinde; hukukun evrensel ilkelerine saygı, hak arama yollarının açık tutulması, kanun önünde eşitlik, bireysel hak ve özgürlüklerin korunması, devletin hukuka bağlılığının güvence altına alınması temel değerlerdir. Bu değerlerin hayata geçirilmesi anayasa, yasalar ve bağımsız bir yargı ile mümkündür.
Partimiz hukukun üstünlüğüne dayalı yönetim anlayışının teminatı olacaktır.
Ülkemiz bugün hukuk devletinden ziyade kanun devleti görüntüsü vermektedir. ‘Devletin Hukuku’ yerine ‘Hukuk Devleti’ anlayışının esas olması gerekir. Kanunları hukuka, hukuku evrensel adalet ve insan hakları esaslarına dayandırmadıkça Türkiye gerçek bir hukuk devleti olamaz ve uluslararası camiada saygın bir yer edinemez. Yargısız bir hukuk düzeni düşünülemez. Anayasa ve yasaların metinleri kadar onları yorumlayacak yargı organlarının da önemi büyüktür.
Partimiz, toplumsal düzenin teminatı olan adalet sistemine azami ölçüde güvenin tesisini sağlayacaktır.
Şeffaf ve yolsuzluklardan arınmış bir düzen ancak adaletin işlemesiyle mümkündür. Partimiz bireylerin gündelik yaşamından uluslararası ilişkilere kadar önem taşıyan adalet sisteminin karşı karşıya kaldığı sorunları çözmeyi öncelikli hedefleri arasında görür. Yukarıda zikredilen tespit ve ilkeler doğrultusunda partimiz aşağıdaki politikaları hayata geçirecektir:
Özgürlükçü, tüm toplumun ihtiyaçlarına cevap veren, demokratik hukuk devleti ilkesine ve demokratik ülkelerin standartlarına uygun, toplum ile devlet arasında yeni bir ‘toplum sözleşmesi’ kurmayı hedefleyen, tümüyle yeni bir anayasa önerisi hazırlayacaktır. Bu öneri, yeni bir ‘anayasal mühendislik’ denemesi değil, halkın iradesini ve taleplerini demokratik temelde devlet yapısına yansıtan bir belge olacaktır.”
Program’da yazanlara herhangi bir şey ilave etmeye gerek olduğu kanaatinde değilim.
Üstelik AKP, iktidara gelir gelmez 90. maddedeki düzenlemeyle evrensel hukuk normlarının iç hukukun üstünde olacağını da kabul etmiş ve hukuk reformunu kâğıtta bırakmayıp fiiliyatta da geçirmişti.
Gelin, bir de Parti Programı’nda “Kürt Sorunu” yerine “Doğu ve Güneydoğu” yazan bölümü okuyalım:
“Hizmetlerin yetersiz olması, işsizlik, fakirlik ve baskı, terörün beslenmesine en elverişli ortamlardır. Terör ve baskı karşılıklı olarak birbirini besler. Terörün sonuç olduğunu unutan her yaklaşım, sadece baskı ile çözüm üretmeye yönelir. Oysa bu terörü daha çok güçlendirir. Bu nedenle terörü sona erdirmenin yolu, temel hak ve hürriyetlere saygılı bir devlet yaklaşımı ile ekonomik kalkınmayı ve güvenliği aynı bütünün parçaları olarak ele almaktan geçer. Bölgenin ticari ve ekonomik faaliyetler açısından cazip hâle gelebilmesi için, bir çıkmaz sokak konumundan çıkartılıp komşu ülkelerle sınır ticareti dâhil, dinamik bir ticaret ortamı oluşturulması gerekmektedir. Bu amaçla partimiz, bölgedeki ticaretin artırılması için her türlü tedbiri alacaktır. Bürokratik otoriter devlet anlayışına yaslanan çözümler, sadece asayiş mantığına dayandığı için uzun vadede sorunları daha da derinleştirmektedir. Buna karşılık demokratik devlet anlayışı çerçevesindeki yaklaşımlar, ilk anda endişeyle karşılansa da uzun vadede milletimizin birlik ve bütünlüğünü pekiştiren sonuçlar doğurmaktadır. Bu nedenle bölgedeki sorunlar aynen kalacak demektir. Sadece ekonomik kalkınma politikaları ile tam bir çözüme kavuşturulamayacağı gerçeği yanında, bütün bunların üstünde kültürel farklılıkları demokratik hukuk devleti ilkesi çerçevesinde tanıyan yaklaşımların etkili olması gerektiği anlayışına ulaşılması sorunun çözümünde önemli bir adımdır.”
Program’da açıkça PKK’nın bir “sonuç”, sebebin ise ayrımcılık, işsizlik ve fakirliğin yanında “baskı” olduğu belirtilmiştir.
Avrupa Birliği konusunda şöyle yazılmıştır:
“Türkiye Avrupa Birliği ile ilişkilerinde, taahhütlerini ve Birliğin üyelik için öteki aday ülkelerin de yerine getirmesini istediği şartları bir an önce sağlayacak, gündemin yapay sorunlarla meşgul edilmesini önlemeye çalışacaktır. (…) Avrupa Birliği üyelerinin uyması gereken asgari standartları gösteren Kopenhag Kriterleri’nin demokratikleşmeye yönelik ilkeleri esas alınarak ulusal hukuk düzenimizde yapılması gereken değişiklikler, mümkün olan en kısa sürede gerçekleştirilecektir.”
Aynı programda MGK’nın işleyişinin AB standartlarına getirileceği, Ar-Ge yatırımlarında ise AB ortalamasının üstüne çıkılacağı vurgulanarak gelişmiş ülkelerle aramızdaki mesafenin olabildiğince hızlı kapatılması hedeflenmiştir.
Liberaller ve AKP (I): Neden destek verildi?
Bilgehan Uçak yazdı | Liberaller ve AKP (IV): Yollar yeniden kesişir mi?
Görüleceği üzere, AKP iktidara gelmeden önce Türkiye’nin temel sorunlarını saptamakla kalmayarak somut çözümler de önermiştir.
Yerel yönetimlerle ilgili olan bölümü de AKP’nin 2002 Seçim Beyannamesi’nden takip edelim:
“Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nda belirtildiği gibi, ‘yerel yönetimler, kanun tarafından belirlenen yetki sınırları içinde kalan tüm konularda faaliyette bulunmak açısından takdir hakkına sahip’ olacaktır. Merkezi idarenin görev ve yetkileri tek tek sayılacak ve bunun dışında kalan tüm görevler yerel yönetimlere bırakılacaktır. (…) Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na uygun olarak anayasal sistemimize yerel yönetim hakkının dahil edilmesi sağlanacaktır. Yerel yönetimler, görevlerini yerine getirebilmeleri için gerekli harcamaları karşılayacak düzeyde mali güce kavuşturulacaktır.”
AKP, kendi Parti Programı’nda yazanlara, iktidarının ilk senelerinde yaptığı düzenlemelere ve seçim beyannamelerinde yer alan taahhütlere sahip çıkarsa, liberal-demokratları yanında görmesi kaçınılmazdır.
2010’ların başındaki yol ayrımı, tek başına iktidar olmayı sıradanlaştıran AKP’nin ittifaklar kurmaksızın bir daha iki oyun birini alamamasına yol açtı.
Bilgehan Uçak yazdı | Liberaller ve AKP (IV): Yollar yeniden kesişir mi?
Bilgehan Uçak yazdı | Liberaller ve AKP (IV): Yollar yeniden kesişir mi?
“AB yolunda” gidilseydi, Cumhuriyet’in 100. yılı için öngörülen “Hedef 2023” böylesine sapmaz, enflasyon sorununu çözmüş bir Türkiye’de milli gelir bugünkünün iki misli olurdu. Liberallerin desteği ve teşvikiyle “AB yolunda” ilerlerken dünyanın ilk 10 ekonomisinden biri olmak, enflasyonu ve işsizliği kalıcı şekilde yüzde 5’in altına çekmek, gayrisafi yurtiçi hasılada 2 trilyon doları, ihracatta 500 milyar doları, kişi başı gelirde ise 25 bin doları yakalamak imkânsız görünmüyordu.
2023’e geldiğimizde bu hedeflerin —o da hepsinde değil— ancak yarısının gerçekleştiğini gördük.
AKP, 2002’de Türkiye’nin yerleşik meselelerini doğru saptayan ve çözümü doğru yerlerde arayan bir partiydi. Türkiye ise hâlâ AKP’nin Parti Programı’nda yazdığı şekilde meselelere yaklaşan ve çözüm öneren bir parti arıyor:
İçe kapanmak istemeyen, dünyayla bütünleşmiş, güçlü, müreffeh bir ülke…
Özgüvenli, sağlıklı, iyi eğitimli, mutlu insanlar…
Çok yaklaşmıştık.
Büyük bir fırsatı kendi kendimize heba ettik.