Bilgehan Uçak yazdı | Liberaller ve AKP (I): Neden destek verildi?

Sizi bilmem ama AKP ve Erdoğan eleştirisine “son 23 sene” diye başlayanları hiç ciddiye alamıyorum.

Hatta, ne yalan söyleyeyim, bu üstünkörü, toptancı bakışın en büyük sorun olduğunu düşünüyorum.

AKP ne yaparsa yapsın, onların gözünde hiçbir zaman ve hiçbir koşulda iyi bir şey yapamayacağı için kıyamet kopardılar, olmayan sorunların üstünde tepinmekten sanrılarını hakikat sanmaya başladılar.

Esas sorun, kendi küçük, temelsiz iktidarlarının şiddetli depremlerle sallanıyor olmasıydı.

O yitirmişlik hissini içlerinden bugün bile atamadılar.

Senelerdir kendimi ne zaman bir siyaset tartışmasının içinde bulsam “Desteklediniz de iyi mi oldu, ‘yetmez ama evet’ dedin de iyi mi oldu?” sorusuna muhatap kalıyorum.

Cevabım, olanın, her şeye rağmen, kesinlikle iyi olduğu.

Kafam attığında, bazılarını kızdırma pahasına bir adım daha ileri gidip AKP’nin özellikle ilk on yılında “küçük çaplı bir mucizeyi” başardığını söylemekten de hiç imtina etmiyorum.

Şurası açık ki, AKP, 2002’nin Kasım ayında iktidara geldikten sonra birbirinden devrimci kararları müthiş bir özgüvenle arka arkaya vermeye ve bunları kararlılıkla uygulamaya başladı.

Liberaller ve AKP (I): Neden destek verildi?

Liberaller ve AKP (I): Neden destek verildi?

Büyüyen ekonomiyi, altyapı hamlelerini bir kenara bırakalım, 2004’te Anayasa’nın 90. maddesine eklenen bir cümleyle Türkiye, evrensel hukuk standartlarını bir norm olarak kabul etti.

AKP bu kadarla bırakmadı, bizzat Başbakan Erdoğan’ın ağzından Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefi defalarca dile getirildi.

2005’te adını koymaktan çekinmeyerek “Kürt Sorunu, benim sorunumdur” diyen Erdoğan, Türkiye haritasını turuncuya boyamakla yetinmiyor, sandıktan birinci çıkamadığı her seçim bölgesinde en yüksek oyu alarak ikinci sıraya yerleşiyordu.

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, Ortadoğu’da “zamanımızın bir kahramanı” olarak karşılanıyor, ABD Başkanı seçildikten sonra Ankara’ya geliyordu.

Erdoğan, ayrıca, kendini iktidarın doğal sahibi olarak gören asker ve yargı bürokrasisiyle de çataçat mücadele ediyordu.

“Nasıl olsa ordu bir noktada devreye girer” diye düşünenlere darbenin gayrimeşru olduğunu, sandıkla gelenin sandıkla gideceğini, milletin kararının üstünde bir karar bulunmadığını savunan AKP, iktidardaki beşinci senesinde bir taarruzla karşı karşıya kaldı.

Herkes tarafını seçerken, kimileri alışıldık reflekslerle askerin yanında saf tuttu.

2007’de, bir gece, ordu, “sözde değil, özde laik” bir Cumhurbaşkanı istediğini belirten bir e-muhtıra verdi.

Liberaller ve AKP (I): Neden destek verildi?

Liberaller ve AKP (I): Neden destek verildi?

Bir sene sonra, iktidar partisinin kapatılması için saçma sapan bir iddianame hazırlandı.

Göstermelik değildi, Türkiye’de demokrasi “direkten döndü”, AKP, bir oy farkla kapatılmaktan kurtuldu.

Liberaller AKP’ye destek verirken anamuhalefet askerin arkasında hizalanmış, muhalefeti ona bırakmıştı, adeta onun gözünün içine bakıyordu.

Türkiye’nin bu anamuhalefetle gidebileceği hiçbir yer olmadığı aşikârdı.

Öte yandan, toplumun büyük kesiminin teveccühünü kazanan Başbakan Erdoğan hem başörtüsü ve katsayı sorununu çözüyor hem de Avrupa Birliği yolunda ilerliyordu.

Pek tabii ki pürüzsüz bir güzergâh değildi bu, engebeli bir keçi patikasıydı, bazen, neredeyse devrileceği düşünülüyordu, ama AKP, Erdoğan’ın ikna kabiliyeti ve toplumdan aldığı muazzam destek sayesinde ilerlemeye devam ediyordu.

Herkesin bir kırılma noktası var, benimki “Özbudun anayasasının” muhalefet yüzünden reddedilmesi.

Türkiye’nin durumu, bir liberal demokratın tercih yapmasını hiç zorlaştırmayacak şekilde berraktı.

Başbakan Erdoğan, yeni anayasayı yazması için Ergun Özbudun, Serap Yazıcı, Zühtü Arslan, Levent Köker gibi alanında duayen kabul edilen isimleri görevlendirmişti.

Baykal’ın CHP’si ise Özbudun anayasasına karşı çıkmayı marifet bellemiş, sadece kaleme aldıkları taslağa değil, komisyonda yer alan kişilerin özel hayatlarına saldırmaktan da çekinmemişti.

Birazcık siyasi şuur sahibi olsalardı, o gün, onların katkısına da açık olan Özbudun anayasasına destek verirlerdi.

Verselerdi, bugün ancak hayali kurulabilen “güçlendirilmiş parlamenter sistem” oybirliğiyle kabul edilmiş olacaktı.

AKP’nin doludizgin yürüyüşüne karşı “tehlikenin farkında mısınız?” kampanyası yapanlar, aslında, kendi iktidarlarını yitirmekten korkuyorlardı.

“Son 23 sene” diyenler de bugünden geriye bakarak, o günlerin doğru ve ahlaki siyasi tavrını manipüle etmeye çalışıyorlar.

Binlerce faili meçhul cinayet işlenen 90’lar, onlara göre Türk popunun en iyi olduğu on yıl.

Belki de Cumhuriyet tarihinin en karanlık senesi olan 1993, onlar için yurtdışından konser vermeye gelen altın listeden başka bir şey ifade etmiyor.

Bir örnekle kaçan on yılı izah etmeye çalışayım; 47. hükümetin iş başında olduğu 1990 yılında kişi başına gelir 2.682 dolara tekabül ediyorken, 2001’de 2.160 dolara inmiş.

Yani Türkiye, Sovyetler’in dağılmasıyla talep patlamasının yaşandığı yılları fakirleşerek geçirmiş, muhayyel bir irtica korkusuyla başta tarım olmak üzere sulama projelerini bile tamamlayamamış.

Solcuların hapishanede unutulmasının, başörtülüler için zulmün diğer adı olan “ikna odalarının”, katsayı ayıbının, yani 28 Şubat’ın, neredeyse bir zengin hobisine dönüşen bankaların içinin boşaltılmasının falan onların hayatında hiçbir yeri yok.

Orduyla korumaya çalıştıkları bir vesayet sistemi kurmuşlardı, 2010’ların başında alaşağı edildiğinden beri de kendilerine gelemediler.

Şartlar böyleyken, liberallerin, askeri vesayetin sözcüsü olmayı kendine yakıştıran Baykal’a ve CHP’sine arka çıkmak yerine, eşzamanlı şekilde Avrupa Birliği, Kürt Sorunu ve “üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü” diyebilen, başörtüsü zulmünü bitiren, altyapı yatırımlarını başlatan, vesayet odaklarına meydan okuyan ve tam teşekküllü bir demokrasinin tesis edileceğine dair büyük bir umut aşılayan AKP’ye destek vermemesi düşünülemezdi.

Liberaller, kendi mahallelerinde kalma kolaycılığını reddederek, yapılan doğru işleri cesurca savundular.

İyi ki de böyle yaptık.