Çevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi?

Zihinleri binbir şeyle yüklü, gündemleri arasında Ortadoğu bulunmayan yorumcuların, ara sıra da olsa konuya değinmeleri gerektiğinde düştükleri şaşkınlık beni hayretler içerisinde bırakıyor.

Tekerlek sanki henüz icat edilmemiş, dünya yapay zekayla tanışmamış şaşkınlığı içerisinde bakıyorlar yaşananlara…

Gazze’ye sözgelimi…

Ya da, Suriye’de meydana gelmekte olan gelişmelere…

Her şey dün olmuş ve yarın bitiverecekmiş gibi yaklaşıyorlar yüzyıllık sorunlara…

Oysa bugünlerde olanların kökleri çok eskilere dayanıyor ve bu yüzden de şimdi yaşananlar yarınlarda olacakların tohumları…

Ne demek mi istiyorum?

Şunu: İsrail’in bir süredir Gazze’ye yönelttiği gazap, orada yaşayan o toprakların yerlisi insanlara, gökten ateş topları, yerden de bombalar yanında uyguladıkları ambargo yüzünden yaşattıkları açlık ile elde etmek istedikleri, ta Birinci Dünya Savaşı öncesi yıllara dayanıyor…

Netanyahu’nun çılgınlığı o günlerin şimdiye yansıyan izleri…

İsrail, evet İkinci Dünya Savaşı sonrasında -1948’de- kuruldu, ancak o olaya giden taşlar ilk savaş öncesinde döşenmişti.

Kuruluşundan itibaren kendisini güvenlik içerisinde hissetmeyen İsrail, bu durumu tersine çevirmek için uzun vadeli planlar yaptı; sonrasında da etrafındaki ülkelerle tam üç kez -1948, 1967 ve 1973’te- savaşlara girdi İsrail.

Donald Trump’ın ABD’deki ilk başkanlığı sırasında başlayan Körfez ülkeleriyle ‘Abraham Accords’ (İbrahim Mutabakatı) denilen yakınlaşma (2020), 1973 Arap-İsrail Savaşı (Yom Kippur Savaşı) sonrasında, ABD öncülüğünde Camp David’te imzalanan İsrail ile Mısır arasındaki mutabakatın bir uzantısıydı (1978).

İsrail Mısır’dan sonra Ürdün ile de, yine ABD öncüğünde, benzer bir mutabakata varmıştı.

‘Arap Baharı’ (2011), tıpkı yıllar sonra 7 Ekim 2023 Hamas saldırısı gibi, nihai amacına ermek için fırsat kollayan İsrail için bir ‘fırsat’ teşkil etti. ‘Arap Baharı’ adı verilen süreç ile Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki İslam İşbirliği Örgütü ülkelerin demokrasi ile tanışması amaçlanırken, süreç İsrail’in ‘düşman bellediği’ bölge ülkelerinin -Libya, Suriye, Yemen, Tunus’un- teker teker güçlerini kaybetmesine yol açtı.

Kuveyt’in Irak tarafından işgali -1990- nasıl sonradan -2003’te- Saddam’ın devrilerek Irak’ın mecalsiz hale düşürülmesiyle sonuçlanmışsa, Arap Baharı da, güçsüzleştirilenler listesini daha da kabarıklaştırdı.

Tesadüf var mı bütün bu gelişmelerde?

Araplar -ve tabii Müslümanlar- açısından her şey tesadüf gibi görünse de, İsrail açısından, kuruluşundan çok önce başlayan bir sürecin değişik halkalarının gerçekleşmesiydi bütün bunlar…

O sürecin geçen yüzyılın başlarındaki ilk planlayıcılarıyla bugünkü uygulayıcıları arasında bir devamlılık ve bir amaç birlikteliği var.

Sürecin günümüzdeki uygulayıcıları, karşılarına şimdilerde çıkan fırsatları kullanıp dönemin şartlarını da zorlayarak, ana planın parçalarını yerli yerine oturtmakla meşguller…

Onların bunları yerine getirmelerinin önünde ciddi bir engel de bulunmuyor…

Yapbozun en son halkaları olan Filistin ve Suriye’ye bu bütünsellik penceresinden bakıldığında, çevremizdeki yorumcuları şaşırtan gelişmelerin hiç de şaşırtıcı olmadığı fark edilecektir.

Trump ABD’de başkan kaldığı sürece, Netanyahu, ana planı, bir adım, sonra bir adım daha gerçekleştirecektir.

Gazze’yi Filistinlilersiz hale getirmek isteniyor mu?

Evet, İsrail bunu istiyor ve bu sonucu almak, orayı bağnaz yerleşimcilere yuva haline dönüştürmek için de, Netanyahu elinden geleni ardına koymuyor…

Batı Şeria’da kamplarda yaşayan Filistinliler üzerindeki göçe zorlanma baskıları günden güne daha da arttırılacak ve orası da ‘iki devletli çözüm’ seçeneğini imkansız hale getirilene kadar durulmayacaktır.

Soykırımı şiddetle protesto edelim ama, bunları da bilerek protesto edelim.

Ya Suriye?

Aslında Suriye’de nihai çözümün köşe taşları geçen yılın son aylarından itibaren belli oldu. Merkezi yönetimin bütün ülkeye hakim olduğu bir Suriye’nin İsrail için potansiyel bir tehdit teşkil edeceği gün gibi ortada.

Kendi kendimizi yanıltmayalım: Öyle bir Suriye’yi Arap ve İslam örgütleri üyeleri de istemez.

Suriye, geçen yılın son aylarından itibaren bu hale getirildi.

Acaba kimler tarafından?

Merkezi yönetimin güçsüz olması İsrail’in Suriye askeri tesislerini yok etmesiyle sağlandı. Dürziler güneyden, SDG güçleri kuzeyden merkezle irtibatlarını asgaride tutma çabasındalar…

İsrail’in de istediği o.

Hamasetle bir yere varılamayacağını anlayıp İsrail’in amacı üzerinde yoğunlaşmalı: İsrail Filistin’in bütününü istiyor, etrafında da geniş bir nüfuz bölgesi oluşturmayı...

Tom Barrack işte bunu sağlamaya çalışıyor.