İslam Dünyası’nın kayıp yılları…

[Bu yazımı lütfen “Netanyahu ve kadrosu tarihi tekerrür ettiriyor” son yazımla birlikte okuyun.]

Yüzyıllar boyu, Batı coğrafyasında, kendilerini yoketme amaçlı saldırılara -‘pogrom’ deniliyor- maruz bırakılmış, 1940’larda Almanya’da Hitler’in kitle kıyımında -holokost- insanlarını kaybetmiş, 1960’lara kadar ABD’de önemli okullara çocuklarını ancak yüzde 10 kontenjanla sokabilen Yahudilerin, ondan sonraki 75 yıl içerisinde tabloyu tersine çevirebildiklerini biliyoruz.

Hem bir devletleri oldu Yahudilerin -İsrail- hem de yaşadıkları ülkelerde tercih edilen bireyler haline dönüştüler.

Dünya tarihinin son 75 yılı Yahudilerin güç ve saygınlık kazanmak için çabalama dönemi sayılabilir.

Netanyahu, başbakanı olduğu İsrail’de, dünya halklarının gözlerinin içine baka baka, Filistinlilere karşı kitle kıyımı başlatabildi; nasıl olsa cezalandırılmayacağı bilinciyle bunu hâlâ sürdürüyor da.

Peki aynı 75 yıl içerisinde İslam Dünyası ne idi, ne hale geldi?

Yaşım gereği 75 yılın bizzat tanığıyım.

İlk gençlik yıllarım İslam coğrafyasının bağımsızlık mücadelesini izleyerek geçti.

Savaştan yıkılarak çıkan Avrupa ülkeleri, kalkınma hamlelerinde kullanmak üzere yabancı işçi ihtiyaçlarını, başta Türkiye olmak üzere halkı Müslüman ülkelerden karşıladılar.

Avrupalılar Müslümanlar ile böylece yeniden tanışmaya başladı.

[İlk tanışıklık, Batı karanlık çağlarında, din adına savaşlar -Haçlı savaşları- ile uzak coğrafyalarda yağma peşinde koşarken, Müslümanlar hem Doğu’da hem de Batı’da -Endülüs’te- bilimde, mühendislikte, felsefede, sosyolojide çağ atladıklarında, yani farklı bir zeminde, gerçekleşmişti.]

Sıklıkla İslam’ı seçen Avrupalı gençler haberleriyle karşılaşılıyordu gazetelerde, 1960’lar ve 1970’lerde…

Heyecanın yerini tedirginliğe bırakması fazla sürmedi.

Bağımsızlık kazanan ülkelerin pek çoğu diktatörlükler altındaydı. Onların halklarına reva gördükleri muameleler ve halkların pasifliği, dışarıdan bakanlarda olumsuz bir genel kanaat oluşturdu.

Filistin sorunu, savaşlarla, FKÖ eylemleriyle dünya gündemini işgal etmeye başladı.

Daha sonraları da, Batılıların gözünde ‘Müslüman=terörist’ denklemini doğuracak eylemler sahneye konuldu.

New York’ta ikiz kuleler ile Pentagon’a, İngiltere’de metroya, Fransa’da karikatür dergisine, Belçika’da eğlence yerleri ile AVM’lere saldırılarla gündeme geldi Müslümanlar…

Bilimsel alanda adı geçen pek az Müslüman oldu aynı dönemde; 2 milyarlık İslam Dünyası’ndan sadece 15 kişi değişik alanlarda Nobel öldülü alabilirken, nüfusları 20 milyonu bulmayan Yahudiler ise değişik alanlarda 216 Nobel ile ödüllendirildi.

İslam Dünyası içerisinde müstesna bir yeri olduğu muhakkak ülkemizin de 1945’ten bu yana geçen 75 yılı olağanüstü parlak geçirdiği söylenemez.

“Türkiye’nin müstesna yeri” ile kastım, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, yani tam 75 yıl önce oluşan ‘yeni dünya düzeni’ içerisinde, Batılı ülkelerle eşit bir konumda yer alınması sebebiyledir.

NATO üyesi, Avrupa Birliği aday ülkesi, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ile Avrupa Konseyi kurucularından ve D-20’ler içerisinde yer alan Türkiye, anayasalı bir demokrasi olarak diğer İslam ülkeleri arasında ‘müstesna bir yere’ sahip… Ancak ülkemiz de bu 75 yılı ciddi dalgalanmalarla geçirdi.

İslam Dünyası’nın son 75 yıllık tablosu fazla iç açıcı değil. ‘Müslüman’ sıfatının olumlu örnekler için kullanıldığı pek az ortam var; buna karşılık, ‘terör’ ile anılan örgütler ve kişilerde sıklıkla kullanılıyor o sıfat…

Gazze’de İsrail 60 binin üstünde Filistinli’yi öldürdü. Kara, hava ve denizde uyguladığı abluka yüzünden aylardır açlık çekiliyor Gazze’de.

Uluslararası Ceza Mahkemesi Gazze’de işlenen cürümlere ‘soykırım’ teşhisinde bulundu.

Yani, Hitler’in Almanya’da Yahudilere layık gördüğü muamele ile Netanyahu ve kadrosunun Gazze’de Filistinlilere yaptıkları hukuki açıdan eşdeğerde.

Nitekim, İsrail’de ve dünyanın değişik ülkelerinde yaşayan namuslu Yahudiler bu benzerliğe işaret edip duruyorlar…

Netanyahu, yüzlerce yıl sürmüş ‘dışlanan Yahudi’ görüntüsünü son 75 yıl içerisinde değiştirmeyi başarmış kendi insanlarına en büyük ihaneti yapıyor.

İslam Dünyası ise, şu sıralarda yaşanan gelişmeyi kendi lehine çevirebilmek bir yana, bunun anlamını da tam kavramış değil.

Devletlerin her alandaki kurumlarıyla, liderleriyle, bilimde, sanatta, felsefede, sosyolojide sahip olduğu değerleriyle, çağın önüne koyduğu fırsatı değerlendirebilecek durumdan maalesef hayli uzak İslam Dünyası…

Önceki günkü Cuma namazı sırasında, haftada bir İslam’ın nefretten uzak müjdeleyici yönü için camiye giden cemaatten biri olarak, Diyanet’in hazırlatıp hatiplere okuttuğu hutbede garip bir üslupla ele alınmış ‘giyinik çıplaklık’ konusunu dinlerken, gözümün önünden kaybedilmiş 75 yıl geçiverdi.

Umarım, 2025 kaybedilen son yıl olur.