2016 Temmuz darbesinden önce, bir Orta Asya cumhuriyetinde görev yapan büyükelçi, ülkedeki Gülenci kurumlara yeterli ilgiyi göstermediği için eleştiriliyordu. İkide bir AK Parti yetkililerinden, Gülen okullarını yeteri sıklıkta ziyaret etmediği için telefonlar geliyordu.
Darbenin hemen sonrasında ise, Dışişleri Bakanı arayıp ne pahasına olursa olsun Gülencilerin üstüne gitmesini istedi. “Ev sahibi ülkeyle ilişkiler ne olacak,” diye sorduğunda aldığı cevap ağzını açık bırakacak cinstendi.
AK Parti iktidarının bir uçtan öbür uca sarkaç misali dış politika uygulamalarının en çarpıcı örneklerinden biri bu. O gün itibariyle o ülkeyle gemileri yakmaktan geri kalmayan, kısa dönemli bakışın ileride bir bedeli olmadığı sanılıyor.
“İlerde ilişkileri toparlarız nasılsa” anlayışı...
Darbenin finansörü olmakla suçlanan Birleşik Arap Emirlikleri’nin lideri bu ay Ankara’ya gerçekleştirdiği ziyareti nispet yapar gibi darbenin bir gün sonrasına denk getirdi.
Hatanın neresinden dönülse kardır, kimse “Körfez ülkeleriyle ilişkiler bozuk kalsın” demiyor.
Lakin bu u-dönüşleri, ülkenin olası kazanımlarını sınırlıyor; tersine elimizi zayıflattığı gibi, normalizasyon getirisi “hasar kontrolüyle” sınırlı kalıyor. “Şükür en azından daha kötüye gitmiyor” demekle yetiniyoruz... Normalleşme oldu diye BAE’den yatırım üstüne yatırım gelmedi. Tersine bazı yerleri ucuza kapatmak istedikleri için, ekonomik boyut istenen canlılıkla gitmiyor gibi.
ABD elçisi de zigzag yapar oldu
Ağzından çıkanı kulağın duyacak diye boşuna denmiyor. Büyük lokma yut büyük söz söyleme gibi deyişler özellikle diplomasi için çok geçerli. Bu deyişler iş insanı Tom Barrack’ın geçmiş kariyerinde ne kadar geçerli oldu, bilemiyorum ama ABD’nin yeni Ankara büyükelçisi, Trump’ın aynı zamanda Suriye özel temsilcisi, diplomaside temkinli söylem kuralına pek aldırış etmiyor gibi.
Barrack göreve resmen başlamasının birinci haftasında, Türklerin kulağına hoş gelecek mesajlar paylaştı.
“Batı, bir asır önce haritalar, manda yönetimleri, çizilmiş sınırlar ve yabancı yönetimler dayattı. Sykes-Picot Suriye’yi ve daha geniş bir bölgeyi barış için değil emperyal kazanç için böldü,” dedi.
Barrack, İngiliz ve Fransız diplomatlar Mark Sykes ve François Georges-Picot’nun Osmanlı topraklarını bölmeye dayalı anlaşması üzerinden Avrupa’yı yeriverdi.
“Batı müdahalesi dönemi sona ermiştir,” dedi ve ekledi “gelecek, bölgesel çözümlere, ortaklıklara ve saygıya dayalı bir diplomasiye aittir.”
Önce Skyes-Picot’yu yer sonra Fransa’yı öv
Yalnız en son baktığımda, Barrack geçen hafta Picot’nun ülkesi Fransa’da idi. İsrail ile Suriye arasındaki görüşmelere aracılık etti. Üstelik Fransızları da yere göre sığdıramadı. Dediğine göre Paris yıllarca hayati görüşmelerin diplomatik kalbi olmuş. “İstikrarlı, güvenli ve birleşik bir Suriye büyük komşular ve müttefikler sayesinde hayat bulacak” diye açıklama yaptı. Suriye için dost ve ortaklarla konuşmaya devam edilecekmiş.
Sen önce Türklerin de hoşuna gidecek şekilde Sykes-Picot’yu yer, sonra git Picot’nun ülkesini öv.
Sykes’ın ülkesi nerde derseniz. Onlar zaten gölgedeki asıl güç. Ahmet el Şara’nın cihatçılıktan, “Suriye’nin pragmatik liderliğine” devşirilmesinde oynadıkları role dair kuşku duyan pek yok.
Bu arada Barrack yukarda bahsettiğim sosyal medya mesajında Trump’ın bir konuşmasına dikkat çekip şu sözlerini hatırlattı:
“Batılı müdahalecilerin Ortadoğu’ya uçarak nasıl yaşanacağı ve kendi işlerinizi nasıl yöneteceğiniz konusunda dersler verdiği günler geride kaldı.”
Bu hatırlatmayı yapan Barrack özel uçağı ile oradan oraya uçup, “Size herhangi bir şey tabii ki empoze etmem söz konusu değil,” diyor; ama sonra “Irak’ta federalizm olmaz” deyip YPG’yi kızdırıyor; sonra Shara’ya dönüp, “elini çabuk tut yoksa sonun Libya’ya benzer” diyor.
YPG’nin merkezi sisteme entegrasyonundan söz ediyor ama tam neyi kastettiği anlaşılmıyor.
Real politiğin doğal akışına ters
Zira AK Partililerin ağzıyla söylersek ABD’nin yıllarca desteklediği “besleyip büyüttüğü” PKK’nın Suriye kolu YPG’ye sırt dönmesi beklenmiyor. ABD’nin “Hadi sen silahlarını bırak, bölgesel kazanımlarından da vazgeç” demesi, hayatın realpolitiğin doğal akışına uygun durmuyor.
Zaten Barrack’ın da bir dediği bir dediğini tutmuyor. Üstelik başta YPG’yi bırakma konusunda ayak sürüyecek Centcom, yani ABD’nin Ortadoğu komutanlığı olmak üzere Amerikan müesses nizamı Barrack’ın ne kadar arkasında duruyor, şüpheli.
Zaten müesses nizam Barrack’ın yaptıklarından ne kadar haberdar, o da ayrı konu. Zira müesses nizam derken tek vücut kendi içinde uyumlu kurumlardan bahsetmiyoruz. Misal Amerikan diplomatları saçlarını yoluyor da olabilir. Barrack diplomatlarla çalışmıyor, kendi özel asistanı var.
Zaten Ankara’da elçiliğe uğradığı da pek yok. İstanbul’a atanan yeni konsolos ev bakıyor, diye biliyorum. İstanbul’da Boğaz manzaralı şahane rezidansa Barrack el koydu, diye duydum. Bu arada eski Ankara büyükelçisi John Bass’ın diplomat eşi Holly Holzer İstanbul başkonsolosu olarak atanacakken, onun da önünü kesmiş. Buraları bilen birilerini istemedi demek ki.
Her hâl ve kârda, ağzını ne zaman açsa birilerini kızdırıyor. “Ermenistan konusunda geçmişten gelen algı” dedi Ermenileri kızdırdı; “İsrail’in Suriye’yi bombalaması zamanlama olarak iyi olmadı” gibisinden hafif bir eleştiri ABD’de Musevi lobilerini kızdırdı.
Bir seveni Dışişleri Hakan Fidan. Lakin Barrack’ın Trump’a yakın olması, her dediğini yaptırabileceği ve hatta görevde sürekli kalacağı anlamına da gelmez.
Fransa’nın Suriye’de oynadığı rol
Fidan demişken; Fransızların Şam-YPG diyaloğu konusunda oynadığı rolle ilgili Ankara’nın sessizliğini de ilgiyle izliyorum.
Malum bir ara Fidan isim vermese de Fransa için “küçük” ülke tanımlamasında bulunmuştu.
Fransız Dışişleri Bakanı en son Paris’te Mazlum Abdi ile görüştü. Daha önce de bölgede buluşmuşlardı.
İnsan hatırlamadan edemiyor. Bırakın askeri komutanı, siyasi kanattan İlham Ahmed İsveçli Dışişleri Bakanı ile görüştü diye İsveç’i NATO’ya almıyorduk. Vetoyu kaldırdık da karşılığında ne aldık? İsveç, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ndeki en büyük destekçisi olmadı. Birkaç silah üzerinde ambargo kalkmıştır bir ihtimal. İsveç’teki PKK faaliyetleri mi dediniz? Ama artık durum değişiyor.
Fransa’ya bakışın değiştiği gibi… (mi?)
Ne oldu da Ortadoğu’dan Afrika’ya her alanda rekabet içinde olduğumuz, tek bir AK Partilinin zerre kadar güvenmediğine adım gibi emin olduğum Fransa’nın YPG konusunda oynadığı role dair ses çıkmıyor?
Fransız yetkililer YPG’ye telkinlerinin Ankara’nın tutumuyla çelişmediğini söylüyorlar. Oldum olası Batı alerjisi olan, Macron’a edilen her türlü hakareti alkışlayan AK Parti karar vericileri Fransa’ya güveniyor mu, emin değilim. Belki de Barrack, ben “Fransızlarla yol yürüyeceğim” dedi ve herkes sus pus oldu.
Tüm bu çelişkili durumlara dikkat çekerek meramın nedir, diye sorarsanız…
Uluslararası ilişkilerde tutarlılık esastır diye bir kural elbet yok. Tabii ki çelişkiler, tutarsızlıklar, zigzaglar vardır. Ancak mevcut iktidar 20 küsur yıllık performansıyla işin dozunu kaçırdı. Bir uçtan diğer uca sarkaç politikası da aslında dönüp dolaşıp kendisini vuruyor.
“Öyle de desek, tersini de desek, uzaya otoyol yapacağız da desek seçmen bizim arkamızda” türünden bir ön kabul ve kibir, varsa öyle bir niyet, barışı tesis etmek gibi zorlu bir süreç için en önemli risklerden birini oluşturuyor.
'Kendim ettim kendim buldum' misali. Yıllarca basının altını oydular, akademinin güvenirliğini zedelediler, bağımsız düşünce kuruluşlarına hayat hakkı tanımadılar, hükümet/devlet ayırımını ortadan kaldırdılar. Toplumun kulak vereceği kişileri hapse tıkıp, kurumları tarumar ettiler. İbrahim Kalın’ın MİT başkanı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin al-i menfaatleri için mi, yoksa Erdoğan ve AKP’nin ilelebet iktidarda kalması için mi çalışıp çalışmadığına dair toplumda nasıl bir yaklaşım var acaba?
Trollerle herkesin kafasını karıştır, alternatif ses bırakma, sonra herkesin, kendi seçmeninin bile tüm bu çelişkileri yutup, sorgusuz sualsiz her şeyi kabul etmesini bekle.
Bu beklentinin Türkiye’de hayatın doğal akışına uygun düşüp düşmediğini zaman içinde göreceğiz.