Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğunun “siyasi amaç taşıdığını” tespit eden kararının açıklandığı gün Abdullah Öcalan da bir video mesaj yayınladı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin tanımıyla “PKK’nın kurucu önderi” Öcalan, video mesajında şunu söyledi:
“Silahın değil, siyasetin ve toplumsal barışın gücüne inanıyorum. Ve sizi de (PKK’yı kastediyor) bu ilkeyi hayata geçirmeye çağırıyorum.”
AİHM’nin kararı ise bu konuda Türkiye aleyhine verilebilecek en ağır kararlardan biri: “Demirtaş’ın hapiste olması, hukuki değil, siyasidir!”
Bahçeli’nin “Öcalan gelsin, TBMM’de PKK’yı feshettiğini açıklasın” diyerek başlattığı adı “çözüm süreci” olmayan yeni çözüm süreci başladığından beri içinden çıkamadığımız soru da tam olarak burada düğümleniyor.
Silahların bırakılması için siyasetin önü açılacaksa, ülkeyi her geçen gün daha da sertleşen bir demir yumrukla yönetme eğilimindeki Erdoğan bunu nasıl yapacak?
Muhalefetin bir bölümünü sopalayıp, bir bölümünü pışpışlamak mümkün mü?
İki ayrı uçta da olsa bu soru için kestirme yanıtları olanlar var.
Birinci grup “demokrasi olmadan da barış olabilir, silahlar bırakılabilir” derken ikinci grup “demokrasi olmazsa siyaset nasıl yapılacak?” pozisyonunda.
Doğrusunu isterseniz bu iki kestirme yanıt da kendi içinde tutarlı.
Öcalan’ın şu sözlerinden sonra PKK’nın silahlı mücadeleye devam edebilmesini mümkün görmüyorum:
“Varlık inkârına dayalı ve ayrı devlet amaçlı PKK hareketi ve dayandığı ulusal kurtuluş savaş stratejisine son verilmiştir. Varlık tanınmış, dolayısıyla ana amaç gerçekleşmiştir. Miadını doldurma bu anlamdadır. Gerisi aşırı tekrar ve açmaz olarak değerlendirilmiştir.”
Bu sözlere rağmen silahlı mücadeleye devam etmek isteyen çıkar mı, çıkmaz mı bilmiyorum ama o hareketin artık PKK’nın devamı olamayacağını söyleyebilirim.
Öcalan’a rağmen silahlı mücadeleye devam etmek isteyen, karşısında Öcalan’ı bulacaktır, buna kuşku yok.
Yani bu işin sonunda Türkiye’de bir demokrasi rüzgarının estirilmesi gerekmiyor.
Erdoğan rejimi için “silahları bıraktırmış olmak” yeterli ve Kürt siyasetine tanınacak ama CHP ve milliyetçi sağ muhalefetten esirgenecek nispi bir “alan genişletme” ile sorunu çözebilecekleri kanaatinde olduklarını düşünüyorum.
Yani “iç cephe” Kürt siyasetinin de katılımıyla güçlenecek ve cephenin karşı tarafında CHP ile milliyetçi sağ muhalefet kalacak.
AKP-MHP koalisyonu Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı seçimine girme konusunda bir sorun yaşamayacağına inanıyor.
Nitekim geçenlerde aynı şeyi Bekir Bozdağ da ifade etti. Koalisyon, seçimin normal süresine altı ay kala TBMM’ye getirilecek erken seçim kanununa CHP’nin karşı çıkamayacağını varsayıyor ve erken seçim konusunda yanına DEM’i de alacağının hesabını yapıyor.
Bunun yanlış bir hesap olmadığını söylemek de mümkün; CHP altı ay kala önüne gelecek bir erken seçim kararına karşı çıkabilecek durumda olmayacak.
Erdoğan’ın bu konuda sorunu yok ama seçilebilmek için yüzde 50+1 oyu bulabilmesi de mucizelere bağlı.
Bu mucizelerden bir bölümünü bugünden yaratmaya çalışıyor.
İmamoğlu’nun hapiste tutulmaya devam edilmesi ve CHP’nin tümüyle kriminalize edilmesi bu planın bir parçası.
Bu planın yürüyebilmesi için sıradaki ismin Mansur Yavaş olacağını tahmin etmek için de falcı olmak gerekmiyor.
Zaten Yavaş da “yolsuzluk suçlamasıyla hapse girmektense, başkanlıktan vazgeçme” eğiliminde olduğunu önceki gün açıkladı.
Bunun yanı sıra “sivil anayasa” görüntüsü altında yüzde 50+1 oy ile seçilme kuralını gevşeterek seçimi garantiye almaya çabalayacaktır.
Şu andaki tabloya bakınca Erdoğan-Bahçeli ikilisinin siyasi mühendislik hesapları tutmuş gibi görünüyor.
Ancak unutulmaması gereken şey de şu ki, Türkiye’de siyasi mühendislik hesaplarıyla yapılan hiçbir şey istenildiği gibi sonuçlanmadı.
* * *
“Zorla getirmeye” ne gerek vardı?
Ayşe Barım davasında tanıklar için “zorla getirilme” kararı verilmesinin amacı biraz “göz korkutmak” gibi… Silahlı eylemlere katılmış PKK’lılar için bir tür örtülü af planlanırken, demokratik bir protestoya katıldılar diye yargılanan insanları ne bekliyor?
Mahkemenin "zorla getirme" kararı verdiği bazı ünlüler, Ayşe Barım duruşmasını da izledi (Fotoğraf: Can Öztürk)
Ayşe Barım’ın “oyuncuları Taksim’e götürerek hükümeti devirme” davasında mahkeme tanıklar için “zorla getirilme” kararı verdi.
Zorla getirilecek tanıkların listesi şöyle:
Enver Aysever, Halit Ergenç, Bergüzar Körel, Mehmet Günsür, Dolunay Soysert, Nejat İşler, Nehir Erdoğan, Rıza Kocaoğlu, Hümeyra Adak, Selma Ergeç, Şükran Ovalı ve Zafer Algöz.
“Zorla getirilme” kararı, tanıklar evlerinden yaka paça çıkarılıp, sürüklenerek mahkemeye getirilecekler anlamına gelmiyor.
Bu bir tür “davet” aslında. Bu davete uymayanın bir sonraki duruşmaya polis zoruyla getirileceğinin işareti de sayılır.
“Zorla getirilme” kararı verilen tanıklardan Dolunay Soysert, Selma Ergeç, Halit Ergenç ve Bergüzar Korel duruşma için zaten adliyedeydiler.
Yani hâkim istese yüzlerine karşı da bu daveti yapabilirdi.
Onun için “zorla getirilme” kararı biraz göz korkutma amacını taşıyor gibi geldi bana.
Son duruşmada dinlenen tanıklardan ikisi, savcının iddiasının doğru olmadığını, Gezi protestolarına kendiliklerinden katıldıklarını söylemişlerdi.
Zorla getirilecek tanıkların bir bölümünün de daha önce bu yönde ifade verdiklerini biliyoruz.
Ona rağmen savcı davasında ısrarlı.
Silahlı eylemlere katılmış PKK’lılar için bir tür örtülü af planlanırken, demokratik bir protestoya katıldılar diye yargılanan insanları ne bekliyor?