AK Parti, kendini bir “dava partisi” olarak tanımlıyor. Ancak gerçeklikte bu yapı, aynı zamanda geniş bir menfaat ağına dönüştü.
AK Parti 3 Kasım 2002’de yüzde 34 oy alarak tek başına iktidara gelişi, sadece bir hükümet değişimi değil, aynı zamanda köklü bir zihniyet devrimiydi. Ama o seçimde geçerli oyların yüzde 45’i yüzde 10 barajı nedeniyle Meclis dışında kaldı. Bu “eksik temsil” zemininde kurulan yeni düzen, aradan geçen 23 yıla rağmen hâlâ muhalefetin büyük kısmı tarafından yeterince anlaşılamadı—ya da anlamazdan geliniyor.
AK Parti: dava mı, menfaat mı?
AK Parti, kendini bir “dava partisi” olarak tanımlıyor. Ancak gerçeklikte bu yapı, aynı zamanda geniş bir menfaat ağına dönüştü. Devlet kaynakları, belediye olanakları, kamu ihaleleri, imar planları… çoğunlukla sadakat esasına göre dağıtılıyor.
Liyakat yerine “bizdenlik” esas alınıyor. Yurttaş-devlet ilişkisinin temeli, artık “hak” değil, “yakınlık” üzerinden tanımlanıyor.
Şeffaflık azaldı, hesap verebilirlik zayıfladı. TÜGVA, Ensar gibi yapılar, “dava” maskesiyle kamu kaynaklarına erişim sağlıyor. İktidara yakın iş adamları da. Devletin tarafsız hizmet sunması gereken yapısı, bir grubun çıkarlarını tahkim eden mekanizmaya dönüştürüldü.
Elbette CHP’li belediyeler de bu anlamda masum değil. Ancak yolsuzluk ve çıkar ilişkilerini sadece muhalefetle sınırlayıp, iktidardaki çok daha büyük ölçekli yozlaşmalara sessiz kalanların adil görünmesi mümkün değil.
Bir yüzyılın rövanşı
AK Parti “davası”, yalnızca iktidarda kalma stratejisi değil.
Cumhuriyet’in kurucu değerleriyle hesaplaşma projesi: Laiklik, Batıcılık, kuvvetler ayrılığı, kurumların bağımsızlığı…
“Yeni Türkiye”, “Türkiye Yüzyılı”, “Milli ve Yerli” gibi söylemlerle süslenen bu strateji, Atatürk’ün sembolik mirasını itibarsızlaştırmayı, devleti merkezî ve din temelli bir eksende yeniden kurmayı hedefliyor.
Yargıdan medyaya, eğitimden dış politikaya kadar geniş bir yeniden kodlama süreci yaşanıyor. Bu bir restorasyon değil; rejim dönüşümüdür. Mıntıka temizliği ile kurumsal hafızalar siliniyor.
Muhalefet yıllarca neden kaybetti?
2003’ten son dönemlere e dek muhalefet neredeyse her adımı gecikerek ve reaksiyoner şekilde attı.
▪ Ekmeleddin İhsanoğlu gibi kamuoyu desteği zayıf isimler,
▪ Muharrem İnce’nin yarı yolda bırakılması,
▪ 13 seçim kaybetmiş Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeniden aday gösterilmesi,
▪ “Altılı Masanın” kırılgan ve baştan tasarım hatalı yapısı…
CHP lideri Özgür Özel bugün daha kararlı bir muhalefet yürütüyor gibi görünüyor. Ancak perde arkasında Ekrem İmamoğlu’nun potansiyel liderliğini engellemek isteyen bir yapı devrede.
Yerel yönetimlerdeki operasyonlar, gözaltılar, kayyum tartışmaları; yalnızca bir belediye meselesi değil, siyaset mühendisliğidir.
Bazı çevrelerde 8 Eylül 2025’te Özgür Özel’in yargı kararıyla parti liderliğinden düşürülmesi için çalışma yürütüldüğü de konuşuluyor.
İktidar artık sadece siyasi bir oluşum değil, kurumlarıyla, bütçesiyle, güvenlik aygıtlarıyla bir “devlet içi düzen” kurmuş durumda.
Seçim, yargı ve varoluşsal kaygı
Bu nedenle seçimi kaybetmek, onlar için yalnızca bir siyasi sonuç değil; hesap verme riski, ekonomik imtiyazların kaybı ve gücün çözülmesi anlamına gelir.
Bu da seçim güvenliği açısından ciddi bir risk doğuruyor. Yerel seçim öncesinde yaşanan gözaltılar, görevden almalar, kolluk müdahaleleri bir hazırlık sinyali olarak okunabilir.
Yargı Nerede Duruyor? Genel izlenim, yargının artık çoğunlukla yürütmenin bir uzantısı gibi hareket ettiği yönünde.
Hâlâ vicdanı, hukuku ve tarafsızlığı önceleyen hâkim-savcılar olduğunu da teslim etmeliyiz ama mevcut sistemde sadece hukuka güvenerek ilerlemek saflık olur. Çünkü hukuk da AK Parti “davası” için araçsallaştırılıyor gibi. Anayasa Mahkemesi kararlarının tanınmadığı, savcıların siyasi rakipleri hedef aldığı bir düzende, hukuki mücadele özellikle siyasal mücadeleyle birlikte yürümeli.
İktidar, MHP ve diğer unsurlarla birlikte “yeni anayasa” çağrısı yapıyor. Ancak bu çağrının arkasında hangi niyetin yattığı belirsiz:
▪ Gerçekten demokratik, kapsayıcı bir anayasa mı hedefleniyor,
▪ Yoksa sadece Cumhurbaşkanına yeniden aday olma yolunu açmak mı?
Kürt sorunu ve Anayasa tartışmaları
Kürt meselesi bu ülkenin en derin fay hatlarından biri. Çözüm, sadece AK Parti üzerinden değil, muhalefetin ve toplumun birlikte yürüttüğü bir mutabakat süreciyle mümkün olabilir. Aksi hâlde çözüm arayışı değil, yeni çatışma zeminleri yaratılır.
Şayet muhalefet iktidara yürüme hususunda ciddi ise Ne Yapmalı?
1. Yeni kadrolar, yeni liderlik: temiz, inandırıcı, enerjik kadrolarla sahaya inilmeli. Yönetmeye hazır bir ekip hissi verilmeli.
2. Kapsayıcı bir Türkiye vizyonu: dindar, seküler, Alevi, Kürt, kadın, genç, emekli, iş insanı, özetle herkesi içine alan güçlü bir anlatı kurulmalı.
3. AK Parti seçmenini kapsamak: bu kitle düşman ya da kandırılmış değil. Onların da sorunlarını çözecek bir söylem üretilmeli.
4. Uluslararası ittifakları dengeli kurmak: dış dünyayla uyumlu ama dik duran, güven veren bir dış politika dili geliştirilmeli.
5. Belediyeleri vitrin olarak kullanmak: yerel yönetimler yalnızca hizmet değil; aynı zamanda alternatif vatandaşa muhalefetin yönetim modelinin örnekleri olmalı ki iktidar değişirse boşluk doğmayacağı gösterilsin.
“Onlar” dava diyor da…
Karşınızda kurumsallaşmış, ideolojik olarak sağlam, medya ve güvenlik ağıyla güçlenmiş bir “dava” var.
AK Parti yapılarına karşı net bir vizyon, kolektif liderlik, yeni kuşaklara hitap eden siyaset, toplumsal mutabakat oluşturulmadıkça değişim hayalden öteye geçemez.
Zaman daralıyor. Ama hâlâ geç değil.
Çünkü Türkiye’nin hâlâ umudu var.
Yeter ki şu soruya samimiyetle cevap verilsin: “Onlar” dava” diyor. Peki, “siz” ne diyorsunuz?