Pazartesi gecesi İstanbul’da Madımak Oteli katliamına benzer bir facia yaşanmadıysa, bu polisin başarısından kaynaklanmadı.
İstanbul’da vatandaşın güvenliğini sağlamakla yükümlü olan polis, tıpkı 32 yıl öncenin Sivas’ında olduğu gibi “seyirci” pozisyonundaydı.
İstanbul’da aynı polisin çok değil, daha üç ay önce sakince dağılan miting alanından evine dönenleri bile coplayıp, dövdüğünü, gözaltına aldığını hatırlayalım.
Üç gün önce Kadıköy’de TİP toplantısını basıp, dağıtan, 40 küsur kişiyi ters kelepçeyle gözaltına alan da aynı polisti.
İçişleri Bakanı saldırganlara “lütfen dağılın” diye sesleniyor. Nezaketten kırılacak zannettim bir an için.
Çevredeki kimsenin malına ve canına kastetmeden gösteri yapmak isteyenler Ortaköy’deki LGBTİQ+ bireyler olunca bu kibarlıktan eser kalmıyor ama.
LeMan dergisi bürosuna saldıran güruhun attığı “Kemalist köpekler” sloganlarını da ayrıca not edelim.
Benzeri bir kalabalık misal “gerici köpekler” diye bağırarak yürüseydi, polis ne yapardı dersiniz?
Polisin önünde “dergiyi bastım, camını kırdım; can da veririz, can da alırız” diye böbürlenen tipin de elini kolunu sallayarak oradan ayrıldığını unutmayalım.
Polisin, saldırganın yanında yer aldığını saklamaya bile gerek duymadığı bu gösteriden sonra savcılarımız ne yapacak?
Açılan davalarla kimseye zararı dokunmayan üniversite öğrencilerinin eğitim hayatı bitme noktasına geldi. Aynı savcılar, bu saldırganları tespit edip dava açacaklar mı dersiniz?
TCK’nın tarif ettiği “halkın bir kesimini diğer bir kesimine karşı kışkırtmak” böyle olmuyorsa, nasıl oluyor?
MHP Genel Başkanı “iç cepheyi güçlendirmekten” söz ettiğinden beri bu çağrının “demokratik uzlaşma zeminini geliştirmek” olduğu zannediliyor.
Bu çağrıya bakarak “iç cepheyi güçlendireceksek suçsuz insanlar niye hapiste, niye kayyımlar görev başında” diye sormak, genel kabul gören bir tutum oldu.
Demokrat kamuoyunun ihmal ettiği şey şu ki birisi bir “cepheden” söz ediyorsa, bir düşmandan da bahsediyor olmalıdır.
Düşman yoksa, cephe de gerekmez çünkü.
İstanbul’un seçilmiş belediye başkanlarından tutun da Ümit Özdağ’a, Ayşe Barım’a, Can Atalay’a, Osman Kavala’ya, Fatih Altaylı’ya “düşman hukukunun” uygulanıyor olmasının nedeni de budur.
Memleketimizi yönetmekle sorumlu koalisyonun siyaset tarzı bu çünkü.
Vatandaşları kamplara bölüp, birbirine düşman ederek, kendileri için güvenli bir “cephe” yarattıklarını düşünüyorlar.
Bu cephede onlar ile birlikte olabilmenizin koşulu belli: Muhalefet etmeyeceksiniz! Demokrasi talebinde bulunmayacaksınız. Size gösterilen sınırın içinde kalacak, dışına çıkmaya teşebbüs etmeyeceksiniz. Hele de iktidara alternatif oluşturmaya hiç kalkışmayacaksınız.
“İç cepheyi güçlendirelim” derken bunu kastediyorlar.
Pazartesi gecesi İstanbul’da bunun bir provasını yaptılar.
* * *
Hem Bakan hem savcı hem hâkim!
İçişleri Bakanı’nın zaten kaçmıyor olan LeMan çalışanlarının gözaltına alındığı anların videolarını paylaşması, zanlıların kişilik haklarına tecavüzden başka bir şey değildir. Bakan ayrıca karikatürü “alçaklık” olarak tanımlıyor. Belli ki Bakan, bakan olmaktan çıkmış hem savcı hem hâkim olmuş
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, LeMan çalışanlarının gözaltına alınmaları sırasında çekilen videoları paylaştı.
Derginin grafikeri, çizeri ve sorumlu müdürü yere yatırılıyor, ters kelepçeyle gözaltına alınıyor.
Kendisini göz altına almaya gelmiş polise direnmeyen bir kişinin yere yatırılıp, sırtına bastırılarak ters kelepçeyle gözaltına alınmasına neden gerek duyuluyor, anlayabilmek mümkün değil.
Bu açık bir “kötü muamele” görüntüsü.
Ve bu kötü muameleyi denetlemesi gereken kişi, bunu sosyal medyadan yayıyor!
Bakan videoyu paylaşırken “yakalandılar” diye özel olarak vurguluyor. Sanki kaçmaya teşebbüs eden birileri varmış gibi!
Bakanın bu videoları paylaşması zanlıların kişilik haklarına tecavüzden başka bir şey değildir.
O videolar haber bültenlerinde, sosyal medyada yayınlansın diye değil, zanlıların direnip direnmediğini, polisin de kendisine tanınan sınırı aşıp aşmadığını savcı ve hâkim gerektiğinde görsün diye çekiliyor.
Bakan bu videoları paylaşmakla kalmıyor bir de LeMan'ın açıklamasında "Peygamber tasviri içermediğini, dini değerleri aşağılamak bir yana İsrail katliamlarına işaret ederek mazlum Müslümanların haklılığını vurguladığını" duyurduğu karikatürü “alçaklık” olarak tanımlıyor.
Belli ki Bakan, bakan olmaktan çıkmış hem savcı hem hâkim olmuş.
Haklarında verilmiş bir mahkûmiyet kararı olmayan çizer ve sorumlu müdürü suçluymuş gibi teşhir etmenin bizim memlekette bir cezası yok tabii.
Bunu yapan İçişleri Bakanı olunca zaten yaptığının yanına kâr kalacağını da biliyor.
Onun için cezayı peşin peşin keseyim diye düşünüyor.
Bakanın bu tutumu rejimin karakterini de açıkça ortaya koyuyor.
Çok da iftihar edilebilecek bir durum değil yani!
Tabii medeni memleketler için söylüyorum!
* * *
Karikatürü görmeden konuşanlar
LeMan’ın yaptığı açıklamaya rağmen sosyal medyada birileri, insanları kışkırtmak için peygamberin karikatürünün çizildiğine karar vermiş ve yetkili yetkisiz ağızlar birlik olup karikatüre yönelik kınama mesajı yayınlıyor. Aralarında Charlie Hebdo katliamını protesto yürüyüşüne katılmış Davutoğlu bile var. Hapisteki İmamoğlu bile görmesine imkân olmayan karikatürü kınıyor!
LeMan dergisinin İstanbul Beyoğlu'ndaki binası önünde toplanan grup, tevhid bayrağı ile yürüdü
LeMan’daki karikatür, iddia edildiği gibi Hazreti Muhammed’i eleştiren, kötüleyen bir karikatür değil.
Zaten dergi de çizimdeki Müslüman karakterin peygamber olmadığını açıklıyor.
İlginç mi deseniz, ilginç de değil. Komik deseniz, komik hiç değil. Sıradan bir çizim, nasıl olup da yayımlanabilmiş anlamak da kolay değil.
Ama sosyal medyada birileri insanları kışkırtmak için karar vermiş.
Cahil insanların dini duygularının tahrik edilmesi son derece kolay. Ancak onun sonuçlarının kestirilmesi o kadar kolay değil.
İstanbul’da Madımak benzeri bir katliam yaşanmadıysa bu sadece şans ile açıklanabilir.
Hâl böyleyken memleketin yetkili yetkisiz ağızları birlik olmuş karikatürü kınıyorlar.
Muhalif muvafık demeden belediye başkanlarından tutun da parti yöneticilerine kadar sürü sepet!
Aralarında Charlie Hebdo katliamını protesto yürüyüşüne katılmış Davutoğlu bile var.
Hapisteki İmamoğlu bile görmesine imkân olmayan karikatürü kınıyor!
Nereden gördünüz de bu karara vardınız, diye sormuyorum çünkü karikatürü görmeden yorum yaptıkları çok belli.
Dinci provokatörlerin kışkırttığı kitlelere şirin görünme çabası içindeler.
Böyle durumlarda liderlik, tahrik edilip, azdırılmış kitlelerin kuyruğuna kapılmamakla ortaya çıkar.
Elinde lafla doldurduğu benzin bidonuyla ortalığa atılan Devlet Bahçeli’den biraz farkınız olsun.