Bahçeli, Erdoğan’a mı kızıyor?

MHP Genel Başkan Yardımcısı İzzet Ulvi Yönter, “çember daralıyor, hesaplaşma yaklaşıyor” dedi.

Yönter’in bu sözleri söylemesine neden olan konu MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin iddiası.

Bahçeli, İsrail’in, İran’a saldırmasının hemen ardından “İsrail’in siyasi ve stratejik amacı Anadolu coğrafyasını çevrelemek, terörsüz Türkiye hedefini efendileri hesabına baltalamaktır” demişti.

Yönter, Bahçeli’nin bu sözlerine “herkesin kulak vermesi gerektiğini” söylüyor.

Bu “herkes” tanımının içine Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş, Selçuk Özdağ girmiyor olmalı.

Bu kişiler kulaklarını dört açsalar bile “yaklaşan hesaplaşma” için karar alıcı konumda değiller.

Buradaki “herkes” aslına bakarsanız “bir kişi” demek.

O bir kişi de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan.

MHP Genel Yardımcısı böyle bir çıkış yaptığına göre Erdoğan’ın, Bahçeli’nin sözlerini pek de ciddiye almadığını düşünüyor olmalı.

Erdoğan, İsrail saldırısının “tüm bölge için tehdit ve tehlikeler yarattığı” kanısında.

İsrail’i “haydutluk” ile suçlamakla birlikte daha temkinli konuşuyor: Diplomasi ve diyalog için elimizden geleni yapabileceğimizi söylüyor.

Bu tabloda iki doğru yok.

Eğer Bahçeli’nin sözleri bir gerçeğin ifadesi ise Türkiye’nin diplomasi ve diyalog için elinden geleni yapması mümkün değil çünkü zaten hedefte Türkiye var.

Erdoğan’ın söylediği gibi Türkiye, İran ile İsrail çatışmasını durdurabilmek amacıyla diplomasi ve diyalog için kolaylaştırıcı roller oynayacak ise İsrail’in hedefindeki ülke Türkiye değil.

Bahçeli’ye göre İsrail, “efendileri adına” hareket ediyor, çünkü asıl amaç “terörsüz Türkiye hedefini baltalamak!”

Bildiğimiz kadarıyla İsrail’in bir tek efendisi var o da ABD.

Erdoğan ise Trump ile bir arada bir tek fotoğraf karesine girebilmek için yanıp tutuşuyor.

Bu tablo koalisyon ortakları arasında görüş ayrılığına mı işaret ediyor?

Bahçeli, “terörsüz Türkiye” meselesinde Erdoğan’ın işi yavaştan almasına mı sinirleniyor?

* * *

Hukuk eğitiminin geldiği yer

Birçok hukuk fakültesindeki derslere “dış kapının mandalı” sayılabilecek meslek mensupları, hoca olarak giriyor. Üniversite açmayı bina yapmaktan ibaret zanneden zihniyetin, hukuk eğitiminin düzeyini getirdiği yer burası. Amaç sadece göz boyamak, algı yaratmak

 

Atatürk Üniversitesi Tarım Ekonomisi Bölümü’nden mezun olan Munzur Üniversitesi Rektörü Kenan Peker’in aralarında hâkim ve savcıların da bulunduğu yüksek lisans öğrencilerine İş Hukuku, Tarım Hukuku, İdare Hukuku ve İdari Yargı Hukuku dersleri verdiği ortaya çıktı.

Doğrusunu isterseniz bu habere hiç şaşırmadım.

2024 yılındaki YKS verilerine göre Türkiye’de 88 hukuk fakültesine öğrenci yerleştirildi.

YÖK’ün internet sitesindeki verilere göre ise “hukuk programı” bulunan üniversite sayısı 179. Bunların 28’i KKTC, Üsküp ve Saraybosna’da bulunuyor.

Bu kadar çok hukuk programında ders verebilecek çapta öğretim üyesi ve görevlisi bulabilmek de mümkün değil.

Onun için tarım ekonomisi uzmanı bir profesörün idare hukuku, idari yargı hukuku gibi yüksek lisans programlarında ders vermesine şaşırmamak gerek.

Çünkü birçok hukuk fakültesindeki derslere “dış kapının mandalı” sayılabilecek meslek mensupları hoca olarak giriyorlar.

Bunun sonuçlarını da geçenlerde yapılan sınavla aldık.

ÖSYM’nin yaptığı Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı’nın sonuçlarına göre sınava giren 5 bin 818 hukuk fakültesi mezununun yalnızca yüzde 23,81’i başarı barajı olan 70 puanı geçebildi.

Dörtte bir bile değil!

Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı, kamu görevlerine atanacak hukukçuların geçmesi gereken bir aşama olarak planlanmıştı.

Daha İyi Yargı Derneği, bu başarısızlığın sorumlusunun öğrenciler değil, sistemin kendisi olduğunu savunuyor ve kapsamlı reform çağrısı yapıyor.

ÖSYM’nin sınavlarının da ezberi ölçen testler şeklinde yapıldığını, bilginin analitik kullanımını ölçmekte yetersiz kaldığını da bu genel tabloya ekleyelim.

Onun için bazı mahkeme kararlarını ve savcı iddianamelerini görünce şaşırıyoruz: Bunu bir hukukçu yazmış olabilir mi diye!

Roma Hukuku’nun bile bazı fakültelerde “seçmeli ders olduğunu” da bu vesileyle öğrenmiş oldum.

Üniversite açmayı bina yapmaktan ibaret zanneden zihniyetin, hukuk eğitiminin düzeyini getirdiği yer burası.

Amaç sadece göz boyamak, algı yaratmak.

Dört sene o okullarda boşa vakit geçiren çocukların okullarını bitirdikten sonra ortalıkta kalakalmaları da bunun ayrılmaz parçası.