"İmamoğlu’na farklı davalarda ilk derece mahkemelerinde ceza verilecek, istinaf ve temyiz süreçleri Türkiye’nin seçim takvimine göre ayarlanacak"
CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisyona üye de vermeyiz
Cumhuriyet Halk Partisi 2024’ün son aylarından bugüne devasa bir tazyikin altında siyaset yapma sınavı veriyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihine paralel ilerleyen tarihi zaten parti içi mücadeleler ve klik savaşlarıyla geçmiş olan CHP’nin bugün iktidar tarafından şevkle kabartılmaya çalışılan ‘dağınık’ görüntüden kendini kurtarıp kurtaramayacağının turnusolü ‘kurultay davası’ olacak belki de.
CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın, akademik arka planı kuvvetli, çok şapkası olan ve sol yanını siyasi hesaplara kaptırmamış bir siyasetçi olarak son dönemde partinin en kritik kavşaklarından birinde duruyor. 19 Mart’tan beri Silivri’de tutuklu bulunan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun en güvendiği isimlerden, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de uzundur yol arkadaşı. Tüm tartışmalara çok içerden bir yerden hâkim olduğunu düşünmek için çok sebebimiz var. Tam da bu yüzden 30 Haziran’daki kurultay duruşmasına kısa bir süre kala nabzını tutmak istedim. Eski Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden yürüyen ‘mutlak butlan’ tartışmasına yukardan bir yerden bakmayı tercih etti. Zira ona göre zaten bu davaların hiçbiri hukuki olarak izah edilemeyecek motivasyonları olan ‘siyasi süreçler’. Ancak ne olursa olsun Cumhuriyet halk Partisi’nin olası tüm olumsuzlukları aşacak potansiyeli var. Yine de son kertede Kemal Bey’in partiye zarar verecek bir hamle içinde olacağına ihtimal vermek istemiyor.
Ekrem İmamoğlu’nu bekleyen mahkeme süreçleri konusunda ise gerçekçi. Davaların seyrinin Türkiye’nin seçim takvimine göre ilerleyeceğini düşünüyor. Ancak Günaydın’a göre İmamoğlu ile ilgili kararı verecek olan yargıçlar değil yurttaşlar olacak.
Gökhan Günaydın, AKP ile MHP’nin el ele kurgulamakta olduğunu anladığımız ‘anayasa değişikliği’ projesine ise yekten karşı. Bu konudaki söylemlerinin CHP Genel Başkanı Özgür Özel’inkilerden dahi keskin olduğunu söylemek mümkün. CHP’nin pozisyonunun önümüzdeki aylarda yumuşayıp yumuşamayacağını göreceğiz. Fakat şurası net; Gökhan Günaydın sokağın nabzını analizlerinin merkezine koyarak konuşuyor.
“Esas hakkında mütalaa duruşmadan sadece 3 gün önce UYAP’a yüklendi”
-Silivri'de tutuklu bulunan Ekrem İmamoğlu'nun İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek'e yönelik sözleri nedeniyle açılan davanın ikinci duruşması iki gün önce yapıldı. İmamoğlu’nun avukatlarının esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapmaları için süre istemesi nedeniyle duruşma 16 Temmuz’a ertelendi. Mahkemede yaşananları bir hukukçu gözüyle nasıl yorumlarsınız?
Tabii bir kere şunu ifade edelim; herhangi bir ülkede bir yargılama eğer cezaevi kampüsü içerisinde yapılıyor ise o, ülkenin demokrasi düzeyini gösterir. Çağlayan'da görülmesi gereken bir dava trajikomik bir şekilde insanların güvenliğini gerekçe göstererek Silivri’ye alınıyor. Aslında yaptıkları şu; yargılamayı 110 km öteye taşıyarak insanları mahkemeye gidemeyecek hale getiriyorlar. Bir kere duruşmanın aleniyeti açısından bir sorun, Türkiye'nin görüntüsü açısından da önemli bir konu. Bu davanın geçmişini herkes biliyor, oraya girecek değilim. İlk duruşması 11 Nisan'da yapılmıştı. 11 Nisan'da Ekrem Başkan çok iyi bir savunma yapmıştı. Ben de “Bu savunma mütalaaya acaba nasıl yansıyacak?” diye düşünmüştüm. Tabii yaşadıklarımızdan öğrendiklerimiz var ama belki de cübbenin cebinin, düğmesinin, rozetinin olmadığı zamanlara da denk gelme ihtimalimiz olabilir diye düşünüyorum zaman zaman. 11 Nisan’da 16 Haziran’a bırakılan duruşmanın mütalaası 13 Haziran günü UYAP’a yüklendi! Bu dava 20 Ocak soruşturması sonrasında açıldığına göre, iddianame yazılalı epey olduğuna göre, ilk duruşma 11 Nisan'da olduğuna göre neden mütalaa 16 Haziran'dan yalnızca 3 gün evvel yazılıyor? 2,5 sayfalık bir mütalaa aslında. Böyle bir davada siz mütalaayı üç gün önce verirseniz, doğal olarak sanık avukatları da bu mütalaaya karşı zaman isterler.
“Gürlek davasında kararı bir an önce çıkartıp istinaf ve temyiz aşamasını sürece göre ayarlayacaklar” -Normalde bir sanık avukatının ek süre talebi nasıl bir takvime bağlanır?
Normalde bir duruşma atar ve bu tip davalarda duruşma süresi iki buçuk, üç ay olur. Oysa Ekrem Bey’in avukatlarının talebi üzerine hâkim “cuma gününe kadar hazırlayabilir misiniz?” diye sordu. Arkadaşlar da doğal olarak cuma gününe kadar hazırlanamayacağını söylediler. Nihayetinde siz bu işin hukuki boyutunu, siyasi boyutunu, felsefi boyutunu anlatan bir savunma yapacaksınız. Bu basit bir dava değil ki, basit bir Akın Gürlek meselesi değil ki bu mesele. Nihayetinde 16 Temmuz’a kadar vakit verdiler. Yani bir ay. Ama bu bile yeterli süre değildir. En az iki buçuk, üç aydır o süre. Ama işte aceleleri var, aynı ‘ahmak’ davasında olduğu gibi. O karar hem hürriyeti bağlayıcı ceza hem de siyasi yasak içeriyordu. Ama bunun istinafa ve temyize açık tarafları var. Burada da ilk derece kararını bir an evvel çıkartacaklar. İstinaf ve temyiz aşamasını sürece göre ayarlayacaklar. Biz de bu meseleye hukuki bir dava süreci diyoruz.
“Gerçek maç mağdur ile sanık arasında değil, Türkiye’nin demokrasi sahasında oynanıyor”
-Davaya usul yönünden daha hayati bir itirazınız daha var, onu açar mısınız?
Mağdur İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek. Mütalaayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı hazırlıyor. Tesadüfen dava Akın Gürlek'in eski reisi olduğu 14. Ağır Ceza Mahkemesi'ne düşmüş. Ve yine tesadüfen o 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin şu andaki reisi de Akın Gürlek'in yıllarca heyetinde yargıç olarak görev almış bir kişi. Yani iddianameyi hazırlayan belli, mütalaayı veren belli, yargılayan belli. Mağdur ile sanık arasında bir maç oynanıyor gibi görünüyor. Ama gerçek maç Türkiye'nin demokrasi sahasında oynanıyor.
-Sizin deneyimli bir hukukçu olarak öngörünüz Ekrem İmamoğlu’nun Akın Gürlek’e hakaret ve tehdit davasında hızla ceza verileceği yönünde. Doğru mu anladım?
Evet, istinaf ve temyiz süreci Türkiye'nin seçim sürecine göre planlanacak. Söylediğim budur. Bu sözün doğrulanması ya da yanlışlanması için önümüzde iki buçuk yıllık bir zaman var. Umarım yaşarız ve hepimiz hep beraber görürüz. Bu arada tabii Ekrem Bey ile ilgili yolsuzluk, terör ve bilirkişi davaları da devam ediyor.
-Ekrem İmamoğlu’nun tutuklu yargılanmasına neden olan dosya yolsuzluk olduğu için aslında en çok merak edilen oradaki hukuki sürecin nasıl işleyeceği. Üç ay geçti ama iddianame ortada yok. Bu arada birtakım ifadeler belli başlı televizyon kanallarına servis ediliyor. Bir takım MASAK raporları bağlamından kopuk biçimde ortada dolaşıyor. Sonra bazı sanıkların etkin pişmanlıktan yararlanarak verdiği ifadeler yine aynı medyaya yansıyor. Ama mesela birkaç isim servis edilen ifadelerin kendilerine ait olmadığını açıkladılar avukatları aracılığıyla.
Evet, Fatih Keleş ve Murat Ongun.
“Tutuklular SEGBİS odasına avukatsız çağrılıyor, ‘Suçlayan ifade verirsen akşam evine gidersin ya da beni 10 yıl göremezsin’ deniyor”
-Sizin aynı durumda olduğunu bildiğiniz başka isimler de var mı?
Yok, bu ikisini biliyorum. Şimdi, ceza hukukunun iki yüzyıllık bir uygulaması vardır ve bu uygulama şunu söyler; kanıttan sanığa gidersiniz. Burada ise şöyle yapılıyor; birisi sanık yapılmaya karar veriliyor, evinden alınıyor, o ve arkadaşları tutuklanıyor, hepsi ayrı ayrı hücrelere konuluyor. Hücreler de yetmiyor ise başka cezaevlerine gönderiliyor, yedi buçuk saat elleri kelepçeleri olarak falan. Sonra operasyon genişletiliyor. İş adamları alınıyor. Sonra insanlar mal varlıklarıyla, aileleriyle tehdit ediliyor. SEGBİS odasına kadın tutuklular çağrılıyor, “Seni bugün savcılığa getiririz, ifadeni verirsin, akşam evine gidersin ya da beni bir 10 yıl daha göremezsin, tercih senin” deniliyor.
-“Beni bir 10 yıl daha göremezsin” ne demek?
Yani demek istiyor ki; “Sen uzunca bir süre yargılanır ve ağır bir ceza alırsın ve kimseyi göremezsin. Çoluğunu çocuğunu da göremezsin. Oysa şimdi ben SEGBİS’te karşındayım. Sen gelip etkin pişmanlıktan yararlanabilirsin, insanları suçlayan bir ifade verir, altına da imza atarsan bugün ben seni adli kontrolle serbest bırakırım.”
“Avukatsız, tebligatsız ifade almak CMK’ya aykırı”
-Etkin pişmanlıktan yararlandığı söylenen bazı kişilerin yanında avukatlarının olmadığı sonradan ortaya çıktı. Savcılık avukatsız ifade almış mı oluyor bu durumda?
Tabii tabii. İfade verme değil ki bu, resmi bir iş değil. Avukat tabii ki yok. Bu insanları açıkça Ceza Muhakemeleri Kanunu’na aykırı olacak şekilde hukukun dışındaki bir gelişmeye ikna etme çabası.
“Fatih Keleş avukatsız Kandıra’dan Çağlayan’a getirilmiş, ‘İmzalamam’ deyince geri gönderilmiş”
-Ceza Muhakemeleri Kanunu’na göre savcılık makamı SEGBİS odasında ifade alamaz mı?
Sanık, SEGBİS odasında savcıya ifade verebilir ama böyle bir şey olacaksa avukata da tebligat gönderilir ve ifadenin günü belli olur. İfadeye çağrılır insanlar. Bırakın SEGBİS odasını, örneğin Fatih Keleş Kandıra Cezaevi'ne araç gönderilerek aldırılıyor, avukatı olmadan Çağlayan Adliyesi’ne getirtiliyor. Orada kendisine “ifade ver, imzala şuraları” deniyor. Fatih Keleş “Yanımda avukatım yok, benim böyle bir talebim yok. Ben zaten ifademi verdim. Bu suçlamalarınızın tarafı ben değilim” diyor. Onun üzerine onu geri gönderiyorlar. Şimdi ben bir kere daha soruyorum. Niye Fatih Keleş'in avukatı yanında değil? Niye avukatının yanında ifadesini almıyorsunuz? CMK'nin hangi maddesi size bir tutukluyu, avukatı olmadan araç gönderip savcılığa aldırıp sonra geri gönderme hakkı veriyor?
“Ali İhsan Aktaş’ın ifadesi maşallah doktora tezi gibi ama ifade alan savcı nedense Isparta Belediye Başkanı’na hediye ettiği A8 Long’u sormuyor”
-Bu ‘avukatsız’ ifade alma durumuna ilişkin izleniminiz nedir? Sanıklar belli bir beyana ikna edilmek için mi yalnız getiriliyor savcılığın önüne sizce? Yani aslında imzalayacakları ifadeler hazır mı? Böyle bir duyumunuz oldu mu?
Ben “ifade hazır” demiyorum, görmedim bütün ifadeleri. Ama uzun yıllar ceza avukatlığı yaptım ve gördüğüm Ali İhsan Aktaş ifadesi üzerinden bir şey söylemek isterim. Emniyette ifade verirken bir polis memurunun yanında oturursun, o da bilgisayarda yazar, düzeltilir, bazı cümleler düşük olur falan filan. Savcılık ifadesi genel olarak emniyet ifadesine dayanır ama orada da bir iki paragraf yazılır. Suç ceza mahkemesi ifadesinde ise hâkim size “Savcılık ve emniyette verdiğin ifadeyi kabul ediyor musun?” diye sorar. Kabul ediyorsan, adeta başka bir şey söylemeden oraya geçirirler. Şimdi İhsan Aktaş ifadesine bakıyorum. Ben aynı zamanda akademisyenim. Maşallah bir doktora tezi gibi.
-Ne demek istiyorsunuz?
Yani paragraflar belli, olgular ayrı ayrı ele alınmış. O olguların altına banka hesaplarıyla ilgili özel bilgiler yazılmış. Beni hiç kimse o ifadenin savcılık odasında birkaç saat içerisinde yazıldığına ikna edemez. Dolayısıyla önden bir çalışmanın olduğu görülüyor ve o çalışma birilerini suçlama amaçlı. Tam da buradan devam edeyim… İhsan Aktaş bu ifadede işte Beşiktaş Belediyesi'ni, Esenyurt Belediyesi'ni, Avcılar Belediyesi'ni ve oradaki ilişkileri anlatıyor. E be birader, bir cümle Kahramanmaraş Belediyesi, bir cümle Trabzon Büyükşehir için niye kurmuyorsun? Mesela Isparta Belediye Başkanı senin hediye ettiğin 19 milyon liralık Audi A8 Long araca biniyor. Sen kazandığın hangi avantaj karşısında ona A8 Long armağan ettin? Bu armağanın en ufak bir ahlaki sorunu, hukuki sorunu yok mu? Niye Isparta Belediyesi'ne ilişkin, Bahçeşehir Belediyesi'ne ilişkin tek laf etmiyorsun? Bakın, savcı lehte olan ve aleyhte olan tüm delilleri toplamak zorundadır. CMK savcıya bu görevi veriyor. Savcı bir sanık etkin pişmanlıktan yararlanıyorsa, bütün ilişkilerini araştırmak zorundadır. Ali İhsan Aktaş anlatmadı mı tüm ilişkilerini, işlerini. Savcı soracak, “Güzel anlatıyorsun da Trabzon’a ilişkin hiçbir şey söylemiyorsun” diyecek.
-Beşiktaş ve Esenyurt belediyelerinde iş almak için rüşvet verdiği iddiasında bulunan Ali İhsan Aktaş, aynı dönemlerde diğer şehirlerin belediyelerine verdiği rüşveti sumen altı ediyor ve savcılık da göz yumuyor. Bunu diyorsunuz.
İstanbul'da işlerin öyle döndüğünü söylüyor. Ama dediğim gibi başka belediyeye ilişkin hiçbir şey söylemiyor. Elbette keyfi yerindedir şu anda. Mal varlığı yerinde, ailesiyle beraber. Muhtemelen yeni işler kovalamaya devam ediyordur. Ama bir sürü insan onun ifadeleri yüzünden tek kişilik hücrelerde kalıyorlar. Yani özetle söylemek istiyorum ki işleyiş tarzını incelediğinizde bu meselenin siyasi özü açıkça çıkıyor.
“İtirafçı borsası algısı olabilir, bazı laflar duyuyoruz ama elimde kanıt yok”
-Galiba şimdi atıfta bulunacağım ifadeyi bu kadar açık kullanan siyasetçilerden biri sizin partinizden oldu; Cemal Enginyurt “FETÖ borsası gibi bir itirafçı borsası kuruyorlar” dedi. Siz de benzer bir izlenimde misiniz?
Ben siyasette ağzımdan çıkan her şeyi gerekçelendiren bir insanım. “Cemal Bey böyle yapmıyor” demedim. Böyle bir algım olabilir ama benim ortaya koyabileceğim bir olgu yok. Ama şu lafları duyuyoruz; “Şundan şu alınmış, bundan bu talep edilmiş.” Bunlar, hani olabilir şeylerdir ama bana derseniz ki bunu kanıtlayabilir misiniz? Elimde böyle bir kanıtım yok.
-Ama soru işaretleriniz var.
Kuşkusuz öyle.
“Akın Gürlek siyasi makamdan buraya bu işleri yürütmek için atandı, bunu görmemek için kör olmak lazım”
-İBB soruşturmasıyla ilgili daha önce bir yayında yaptığınız değerlendirme dikkatimi çekmişti. Akın Gürlek’in göreve gelmesi ile CHP’li belediyelere yönelik operasyonların takvimi arasında bir paralellik görüyorsunuz. Yani aslında Gürlek’in adeta Cumhuriyet Halk Partisi'ne yönelik olarak başlayan soruşturma ve davalar için ‘İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’ olarak görevlendirdiğini düşünüyorsunuz, öyle mi?
Bunu görmemek için kör olmak lazım. Ya da özellikle görmemeye çalışmak lazım. Takvim o kadar net ki. Bir kere şunu ifade edelim. Bakan yardımcılığı hukuki bir görev midir, siyasi bir görev midir? Açıkça siyasi bir görevdir ve Akın Gürlek siyasi bir görevden buraya atanmıştır. Peki bakan yardımcılığı mı daha üst bir görevdir, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı mı daha üst bir görevdir? Bakan yardımcılığı. Akın Gürlek tenzili rütbe mi yapıldı? Tenzili rütbe yapılmadı Akın Gürlek. Akın Gürlek bulunduğu siyasi makamdan siyasi işleri yürütmek üzere buraya atandı. Ben şimdi burada yargı görevini yapan kişilere hakaret ya da bir suçlama mı getirmeye çalışıyorum? Bilimsel olarak, siyaset bilimi açısından gördüğümü söylüyorum.
“Bir savcının adını memleket biliyor ise o savcı adına da memleket adına da iyi bir şey değildir”
-Dokunulmazlığınız olmasaydı bu söylediklerinizin başka sonuçları olmaz mıydı?
Ben 2015 ila 2023 yılları arasında dokunulmazlığım olmadan siyaset yaptım. Sözlerimi bir kere daha ifade edeyim. Hakaret ederek, birilerini suçlayarak değil, temellendirerek koyuyorum. Zaman dilimine bakalım. Akın Gürlek'ten evvel burada bir Cumhuriyet Başsavcısı vardı değil mi? Vardı, adını bilmiyorduk. Şimdi Akın Gürlek adını bilmeyen var mı? Bir savcının adını bir memleket biliyor ise o savcı adına da memleket adına da iyi bir şey değildir. Savcılar görevlerini yaparlar, kimlikleriyle öne çıkmazlar. Siyaseten tanımlayamazsın yaptıkları işleri. Ama bugün bakın o ismi Türkiye'de neredeyse bilmeyen kalmadı. Ne zaman geldi buraya? Ekim başında geldi. Ekim başında Akın Gürlek buraya atandığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Grup Başkan Vekili olarak yaptığım bir konuşmada, “Bunun amacını biliyoruz, takipçisi olacağız” demiştim. O dediğim gerçekleşti. Ekim ayının başında atandı Akın Gürlek, 30 Ekim 2024’te Esenyurt operasyonunu gördük ve o günden bu yana durmaksızın operasyonlar sürüyor.
Bakın, AKP'li, MHP'li, CHP'li kim olursa olsun Ankara'da çıkın vatandaşa “Melih Gökçek dönemini dürüst bir dönem olarak tanımlıyor musunuz?” diye sorun. Hepsi aynı cevabı verecektir. Niye tek bir kovuşturmaya konu yapılmadı Melih Gökçek dönemi? Keza İstanbul'da rahmetli Kadir Topbaş döneminde neler oldu, öyle değil mi? “İstanbul'a ihanet ettik” falan lafları oldu. AKP’nin Çevre ve Şehircilik Bakanı 17-25 Aralık sürecinde istifaya davet edildiği zaman ne dedi? “Ben ne yaptıysam senin talimatın üzerine yaptım. Niye ben istifa edeyim?” dedi. Devamında siyaseti bırakmak zorunda kaldı. Bir sürü insan rüşvet aldı, rüşvet verdi, kanıtlandı bunlar. Polisler FETÖ'cüydü, savcılar FETÖ'cüydü. Peki paraları da FETÖ'cüler mi bastı da oralara koydular? Üç gün süreyle boşaltamadığınız paralar oldu, değil mi? Rezidansların bilmem kaçıncı katında para sayma makineleri, çelik kasalar yakalandı. Ve bu rüşveti aldıkları belli olan insanlar bu memlekette büyükelçi olarak atandılar. Hangisine soruşturma koşturma yaptın? Gelelim bugüne. İstanbul’un yanı başında Kocaeli var, öte tarafta Gaziantep Büyükşehir Belediyesi var, Trabzon Büyükşehir Belediyesi var, Kahramanmaraş var. Hangisine ilişkin bugüne kadar bir soruşturma yapıldı?
“Türkiye’de 1400 belediye var, yalnızca İstanbul Belediyesi’nde sorun alanları var, buna inanan bir tane yurttaş bulabilir misiniz?”
-Nereye gelmeye çalışıyorsunuz bunları hatırlatarak?
Yani bizi şuna mı ikna etmeye çalışıyorlar? Türkiye'de 1400 belediye var, yalnızca İstanbul Belediyesi'nde sorun alanları var ve soruşturuluyor. Buna inanan bir tane yurttaş bulabilir misiniz acaba? Biz Türkiye'de yargının araçsallaştırılmasına karşıyız. Ben kendi adıma ifade ediyorum; olası bir Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında kürsüde bir tane CHP'li yargıç görmek istemiyorum. Yargıç siyasetten bağımsız olacak. Savcı siyasetten bağımsız olacak. Yurttaş kendini öyle garantide görecek.
“Şenyaşar, abisinin Cumhurbaşkanı sayesinde serbest kaldığını kendi anlattı”
-Tabii Türkiye’nin yakın tarihine bakınca bu söylediğiniz kulağa epey ütopik geliyor. Yargı kararlarının bu kadar tartışmalı olduğu bir dönemin ardından olası bir iktidar değişikliğinde CHP’nin ya da başka bir partinin ‘rövanşist’ olmadan ülke yönetebileceğini düşünmek hakikaten gerçekçi mi?
Bu sorduğunuz soru için teşekkür ederim çünkü Türkiye'de bence çok yanlış yerden tartışılan bir konudur bu. Siz adaleti anayasada yazıldığı şekilde, genelge olmadan, bağımsız, tarafsız, ‘coğrafi teminat’ ilkesine sahip bir çerçeveye oturtun. O cumhuriyet savcıları ve yargıçlar geride araştırılması gereken bir şey varsa, siyasetten talimat almadan, görevleri gereği yapsınlar. Bu kadar basit. Hakimler Savcılar Kurulu’nu siyasetten bağımsızlaştırırsanız, yargıçları vicdanları ve cüzdanları arasında sıkışmayacak hale getir, cübbelerdeki tüm rozetleri, tüm düğmeleri ve tüm cepleri derhal ortadan kaldırırsınız. Yargı güvencesiyle beraber çalışmaya başlasın, geriye dönme ihtiyacını duyarsa duysun, duymazsa duymasın. Siyaseten ben ona talimat veremem. “Rövanşist olayım, olmayayım” bunlar bir siyasetçinin lafları değildir, olmamalıdır.
Gaziantep'te bir paneldeydik geçen cumartesi günü. DEM Parti Şanlıurfa Milletvekili Ferit Şenyaşar bir konuşma yaptı, “Babam ve iki abim öldürüldü, diğer abim tutuklandı. Annemle beraber biz bir adalet mücadelesine başladık. Yıllarca Şanlıurfa Adliyesi'nin önünde oturduk. Geldik Ankara Adliyesi'nin ve Adalet Bakanlığı'nın önünde oturduk. Baktık ki hiçbir yerden sonuç alamıyoruz en sonunda Cumhurbaşkanı'na ulaşmaya çalıştık. Cumhurbaşkanı değil ama yardımcısıyla görüştük. Ve bize dediler ki ‘Adaleti tesis etmek istiyorsanız, yani kardeşinizi çıkartmak istiyorsanız önce bir barış yapın, sonra kardeşinizi çıkartalım’.” dedi. Yani “Sağ olsun Cumhurbaşkanı sayesinde kardeşim çıktı” diyor. Ben şimdi soruyorum. Bir Cumhurbaşkanı kimin tutuklanacağına, kimin serbest bırakılacağına karar verebilir mi herhangi bir adaletli ülkede?
“Bizim içimizden birisi Cumhurbaşkanı olduğunda kimin tutuklanıp kimin serbest kalacağına karar veremeyecek”
-Malum Şenyaşar ve husumetli oldukları Yıldız ailesinin barışması esnasında AKP’li ve DEM’li siyasetçilerin de içinde olduğu bir kalabalık fotoğraf çıkmıştı. Ve tam o sıralarda da MHP lideri Bahçeli ‘Terörsüz Türkiye’ sürecinin başlama vuruşlarını yapıyordu. Demek ki o sürece paralel bir hukuk süreci işlemiş. Sizin anlattıklarınızı böyle yorumlamak mümkün mü?
Türkiye'de bu ilk örnek değil ki. Rahip Brunson, en bilinen örneklerden bir tanesidir. Siz bağımsız karar alan bir yargıyı Türkiye için ‘ütopik’ olarak tanımladınız. Ben buna katılmıyorum, olması gereken, ideal durum odur. Biz zaten oraya ulaşmak için çalışıyoruz. Bizim içimizden birisi cumhurbaşkanı olduğunda kimin tutuklanacağına ve kimin serbest bırakılacağını karar veremeyecek. Eğer öyle bir ortam doğar ise ilk itiraz edenin ben olacağımı bir yere yazın.
“Türkiye’de ne olup bittiğine ilişkin yeterince kayıt var, hakimler ve savcılar geri dönüp bakıp bakmayacaklarına kendileri karar verecek”
-Biraz önce şöyle bir ifade kullandınız; “Yargı güvencesiyle beraber çalışmaya başlasın, geriye dönme ihtiyacını duyarsa duysun, duymazsa duymasın.” Bir de 17-25 Aralık’tan bazı örnekler verdiniz. Olası bir iktidar değişikliğinde oralara yeniden bakılabileceğini mi söylemek istiyorsunuz?
Ben bu soruya düşmem. Neden biliyor musunuz? Türkiye'de ne olup bittiğine ilişkin yeterince kayıt var. Cumhuriyet savcısı, hakimler “Bunlarda suç oluşmuş mu, oluşmamış mı?” diye bunlara bakacak. Benim subjektif değerlendirmemin zerre kadar bir önemi yok. Hukuken onlar bakacaklar. Eğer bir yerde suç ve suçlu görüyorlar ise görevinden ve statüsünden bağımsız olarak üstüne gidecekler. Görmüyorlarsa gitmeyecekler. Suçlu muhalif olanlar arasında aranmaz ya da suçlu geçmişin iktidarı arasında aranmaz. Suçlu kanıttan aranır. Hâkim savcı da bunu yapacak.
-Yakın zamanda biz belki iktidar siyasetçilerinin kendisinden değil ama onlara yakın olan ve adeta talimatla söz söyleyen bazı gazetecilerden “Adalet Kalkınma Partisi iktidardan düşerse, bizi yargılarlar” gibi laflar duyduk. CHP mesela, rövanşist değilse ya da onlar CHP’nin rövanşist olacağı hissiyatında olmasalar neden böyle konuşsunlar?
Muhtemelen yaptıklarının hukuk dışına çıkmak, gazetecilik dışına çıkmak olduğunu biliyorlardır ve bunun için bu kaygıyı duyuyorlardır. Ben Adalet ve Kalkınma Partisi'ne oy veren 16-17 milyon yurttaşa seslenmek istiyorum. Sıradan hayatlarını sürdüren insanlara seslenmek istiyorum. Tıpkı CHP’ye oy verenler gibi içlerinde çoluğunu çocuğunu işe yerleştirememiş olanlar var, geçim sıkıntısıyla yaşayanlar var. CHP iktidarı onları ötekileştirmez, CHP iktidarı onlara tam tersine daha yüksek refah, daha eşit paylaşım ve daha adi bir ülke vaat eder. Ancak geçmişte suça bulaşmış ve bu memleketin iktisadi ve siyasi olarak bu hale gelmesine katkı koymuş olanlar var ise bağımsızlaşan yargı, tarafsızlaşan yargı döner denetlemesini yapar ve yazılması gereken bir iddianame varsa yazar. Siyaseten bu benim verebileceğim bir karar değildir. Siyaset, “Buna bir bak bakalım” demez, dememelidir.
O gazeteci arkadaşlar her gün hepimize iftira ediyorlar. Her gün müşahhas yalan söylüyorlar. Yani ben o kadarından korkarım. Ya adam tarih veriyor, bilmem ne veriyor, anlatabiliyor muyum? Yani yalanın bu kadar kuyruklusuna sen de şaşırıyorsun. E o halde bir savcı elbette dönüp “Geçmişte sen bunları söylemiştin getir bakalım bu kanıtları” demelidir. Ya TRT'nin yaptığı yayınlara bir bakın; TRT bugün bizim vergilerimizle her gün bize hakaret ediyor. Bu programları yapan arkadaşların devlet televizyonunu nasıl bir siyasi parti propaganda makinesine dönüştürdüklerine ilişkin bir denetlemeye tabi olmamaları lazım mı? Bilmiyorum, buna yargı karar verecek.
“2017’deki anayasa değişikliği tek adam rejimini müesses nizama dönüştürdü”
“Ben Türkiye’ye bunu yapan ittifakın bugün demokratik anayasa yapacağına mı güveneceğim?”
-Gelelim mecliste Devlet Bahçeli’nin yeni bir anayasa çalışması için gündeme getirdiği 100 kişilik bir tür ‘süper komisyon’ teklifine. Akabinde Adalet ve Kalkınma Partisi sadece kendi üyelerinden oluşan ve içinde hukukçuların dahi olmadığı bir ekip kurdu. Sonra eleştiriler üzerine apar topar Serap Yazıcı Özbudun’u eklediler. ‘Terörsüz Türkiye’ sürecine paralel Erdoğan’ın yeniden aday olup olamayacağı konusu da ele alınacak gibi duruyor. Gerçi Erdoğan’ın baş hukuk danışmanı, “Anayasa değişikliğine gerek yok, istisnai olarak erken seçim durumunda tekrar aday olabilir” diyor. Siz meclis zeminindeki anayasa tartışmasının Erdoğan’ın yeniden adaylık sürecinden bağımsız yapılabileceğine inanıyor musunuz?
Cumhur İttifakı'nın AKP, MHP, BBP, HÜDA-PAR’ın meclisteki toplam sandalye sayısı 329. ‘İstisnai yol’ diye tanımladıklarını şeyi aşabilmeleri için 360 milletvekiline ihtiyaçları var. Dolayısıyla milletvekili sayları yetmiyor. Onlara hem erken seçim kararı için hem de olası bir anayasa değişikliğinde Cumhur İttifakı dışından destek gerekiyor. Dolayısıyla “Anayasa değişikliğine muhtaç değiliz” demek, meseleyi çarpıtmaktan başka bir şey değil. Her halükârda yanına parti katmak zorunda, dertleri bu.
“Bu Anayasa artık Kenan Evren anayasası değil, dörtte üçü Erdoğan dönemi anayasası”
Bir de şunu sormak lazım; mevcut anayasa, bir Kenan Evren Anayasası mı? Mevcut anayasanın hükümlerinin dörtte üçü Erdoğan döneminde yenilendi. Dolayısıyla bu anayasanın sadece 4'te 1'ine hala ‘Kenan Evren ve cunta anayasası’ denilebilir. 4'te 3'üne de ‘Erdoğan dönemi anayasası’ denilebilir. Biriyle bir ortaklık yapacaksanız, mali ve ticari geçmişine bakarsınız. Geçmişte ne yaptığı bugün ne yapacağına ilişkin bir gösterge olabilir. 2010'da anayasa değişikliği yaptılar. Ne demişti Fethullah Gülen? “Mezardaki çıksın gelsin, oy kullansın”. Türkiye Cumhuriyeti devletini, başta yargısı olmak üzere, bir tarikata teslim ettiler, sonra canlarını zor kurtardılar. 2017’de anayasa değişikliği ile bugün başımıza gelen demokrasi ve iktisat sorunlarının tamamının müsebbibi olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni getirdiler. Denge denetlemeyi ortadan kaldıran bir tek adam rejimini müesses nizama dönüştürdüler. Aklı başında hiç kimse 2010 ve 2017 anayasa değişikliklerinin Türkiye'yi demokratikleştirdiğine ilişkin bir iddia ortaya koyamaz. Ha, 2017 değişikliği Cumhur İttifakı'nı müesses nizama dönüştürdü diyebilirsiniz. 2010 ve 2017 anayasa değişiklikleriyle memleketi buraya getiren Yargıyı, adaleti ortadan kaldıran, demokrasiyi ortadan kaldıran bir hükümete, bir ittifaka ben bugün demokratik bir anayasa yapacaklarına ilişkin nasıl bir güven duyacağım?
“Cumhuriyet Halk Partisi anayasa değişikliği masasına oturmayacak”
-Peki size göre Türkiye’nin bir anayasa değişikliğine ihtiyacı yok mu?
Evet, ihtiyacı vardır. Mevcut anayasa yamalı bohçadır, ideolojik özünü kaybetmiştir, antidemokratiktir. 2010 ve 2017 değişiklikleri başta olmak üzere anayasanın büyük ve çaplı değişikliklere ihtiyacı vardır. Ama bu anayasa AKP ve MHP ile yapılamaz. Çünkü AKP ve MHP ile birlikte anayasa değiştirmeye çalışırsan onlar senin damağına bir parmak bal çalarlar ama o parmak balın dışında kendi yapmak istediklerini yaparlar. Türkiye'de hep referandumlar sonrasında seçimler olmuştur ve referandumda konsolide ettikleri seçmen üzerinden yeni bir dönem başlatmışlardır. Cumhuriyet Halk Partisi bir anayasa değişikliği masasına oturmayacaktır. Bunu açıkça söylemiştir ve gerekçemizi de bu netlikle ifade ediyoruz.
-Buradan geri dönüş olmayacak yani, kesin ve son kararınız mı?
“Menemen yapmayız” dedik. Ama tabii müthiş demokratik işler yaparlar, öyle bir anayasa değişikliği tasarısı koyarlar masaya… Biz de bakarız. Erdoğan'ın şahsını kurtaracak bir madde falan koymamışlardır, Türkiye'nin lehine düzenlemeler vardır, o zaman bakarız. Ama şu anda ne için masaya oturacağız biz, hangi düzenleme için? Ayrıca niye kaçıyorsun ki referandumdan? Yani hani 360'ı bulursan referanduma gitmen lazım değil mi? Birbirinden farklı talepler, bir taraftan Kürt taraflarının talebi, bir taraftan AKP'nin talebi. Acaba böyle yapılmış bir anayasa o referandumdan nasıl geçer? AKP'nin seçmeni, DEM'in seçmeni, CHP'nin seçmeni, bir siyasi meşruiyet olmadan bu anayasa değişikliğine evet derler mi? Diyelim ki dört yüzü buldunuz ve geçirdiniz. O zaman ilk seçim senin için bir referandum niteliği taşır mı taşımaz mı? Bakın bunlar temel tartışmalar. Ama biz çok net ortaya koyduk; AİHM kararlarını ve Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamayan, anayasada nasılsa kalmış birkaç demokratik maddeyi de özenle yok sayan bir ittifaktan memleketi demokratikleştirmesini beklemek akla aykırıdır.
“Öyle bir komisyona üye de vermeyiz”
-O halde anayasa komisyonuna üye vermeyecek misiniz?
Vermeyeceğiz. Ama şöyle bir fark var. Mecliste şu anda kurulmaya çalışılan komisyon anayasa komisyonu değil, o komisyon Bahçeli'nin önerdiği 100 kişilik yasa yapma komisyonu. AKP ile MHP'nin başka kimseye ihtiyaç duymadan 51’i bulabileceği bir komisyon öneriyor size. Ya 100 kişilik bir komisyonla karar mı alınır? Komisyonun üye sayısı, amacı, oy verme nisabı, bunların tamamı önceden oturulur konuşulur. Hangi kanunlarda düzenleme yapılacağı oturulur, konuşulur. Bu ön belirlemelerden sonra komisyona üye verirsin ve komisyon çalışır.
“Demokratikleşme konusunda samimilerse önce 12 partinin ortak ‘Kayyımı kaldıralım’ teklifine imza atsınlar”
-Komisyonun yapısına ikna olmadan, ‘görev tanımı’na katkı sunmadan baştan ‘boş kâğıda imza atmak’ gibi komisyona ‘evet’ demeyeceğinizi söylüyorsunuz. Ben bunu duyuyorum sözlerinizde.
Atmayız. 102 yıllık Cumhuriyet Halk Partisi boş kâğıda imza atar mı? Herhangi bir siyasal parti boş kâğıda imza atarsa seçmenini ikna edebilir mi? Peki ben size başka bir şey söyleyeyim; mecliste 16 parti var, AKP, MHP, DSP ve HÜDA-PAR dışındaki 12 parti ortak bir kayyum kanun teklifine imza attı CHP'nin öncülüğünde. DEM de buna imza attı İYİ Parti de Yeniden Refah da imza attı, Saadet de EMEP de. Müktesebatları birbirinden çok farklı ama hepsi birlikte “OHAL döneminden gelen bu anti-demokratik düzenlemeyi kaldıralım” dediler. Hani sen demokratikleşme istiyorsun ya, komisyon kurmaya falan ne gerek var? Bizim kanun teklifinin altına bir imza at ve şu kayyımı ortadan kaldırıverelim. Sen bunu yapmadığın sürece sana inanan varsa, aklına şaşarım. Bu memlekette şakır şakır hâlâ her cumartesi operasyon yapılıp belediye başkanları tutuklanıyor ve insanlar bana diyorlar ki “Bunlarla beraber bir demokratik açılıma imza atmalısın.” Hangileriyle beraber? Daha geçen hafta sonu benim üç arkadaşımı tutuklayıp dört gün uyuşturucu kokuları içerisinde Vatan Emniyet’te yatıranlarla mı?
“Vatan Emniyet’te hayvan bağlasan durmaz, öyle bırakıyorlar çünkü insanları orada psikolojik olarak çökertiyorlar”
-Uyuşturucu kokuları derken…?
Vatan Emniyet’e hiç girdiniz mi? Girmeyin! Burası İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün gözaltına alınan kişileri tuttuğu yer. Çok özür dilerim, hayvan bağlasan durmaz. Peki Türkiye Cumhuriyeti'nin iktisadi kaynakları, vizyonu, bir emniyet müdürlüğünün nezarethanesini çağdaş koşullara getiremiyor mu? Çok rahat getirebilir. Ekrem Başkan ne dedi gözaltına alındığı gün? “Burayı İBB'ye verin, 15 gün içerisinde toparlayalım, size geri verelim” dedi. Neden öyle duruyor orası? Çünkü insanlar orada psikolojik olarak çökertiyorlar.
“Ağır bir koku vardı anlamadım, esrar kokusuymuş, polisin yakaladığı esrarı Vatan’da depoda tutuyorlarmış”
-Uyuşturucu kısmını anlamadım ama.
Girdik içeriye, eksi ikinci katta, bir koku var. Bir koku duyuyorum, kokunun ne olduğunu bilmiyorum. Genç avukatlar, “Abi esrar kokusu” dediler. İşte uyuşturucu operasyonlarında yüklü miktarda esrar yakalanmış ve orada tutuyorlar depoda. Ben uyuşturucu kokusunu bilmem ama ağır bir kokunun rahatsız edici boyutu size ulaşıyor. O depo başka bir yere alınabilir. İnsanlara rahatça uyuyabilecekleri, gözaltına alındığı zaman da bir demokratik hukuk devletinde olduklarını hissettiren bir mekân yapılamaz mı? Yapılabilir. Neden yapılmıyor? Demek ki oralarda insanların psikolojisi çökertilmek isteniyor. Bunları söyleyemezsek bu memleketi demokratikleştiremeyiz. Bu uygulamayı yapanlarla ben şimdi oturacağım demokratik anayasa yapacağım öyle mi? Ekrem İmamoğlu orada tutuklu. Kadın arkadaşımız ortada herhangi bir neden yokken İstanbul'dan Afyon'a kadar yedi buçuk saat elleri kelepçeli olarak gönderilecek, yatacak yer verilmeyecek ve biz bunlarla beraber demokratik anayasa yapacağız öyle mi? Ha bu soruyu DEM’li yurttaşlar kendilerine soruyorlar mı? Soruyorlar. DEM’li milletvekilleri de kendilerine soruyorlar.
“DEM’li milletvekillerinin Türkiye’yi analiz etme eksikliği içinde olduğunu düşünmüyorum”
-Sizin bu tür sohbetleriniz oluyor mu DEM Partili vekillerle?
Çok sayıda sevdiğim arkadaşım var. Elbette, grup başkan vekilleriyle her gün oturup sohbet ediyoruz.
-Yani kamuoyuna çok da yüksek sesle dile getirilmeyen bir rahatsızlık mı var DEM Parti içinde?
Onların ağzından ben bir şey söylersem şık olmaz yani. Ama hani onların Türkiye'yi analiz etme eksikliği içerisinde olduğunu düşünmüyorum ben.
“Kemal Bey’in CHP’nin kurumsal kimliğine zarar verecek bir hamle içerisinde olacağına ikna olmam”
-Eski Genel Başkanınız Kemal Bey 12 Haziran’da Silivri’de Ekrem İmamoğlu’nu ziyaret ettikten sonra dedikodu kazanları kaynadı. Önce CHP’ye yakın medya “Ekrem Bey’in kendisine kurultay ile ilgili iddiaları gündemden düşürecek bir açıklama yapsanız” dediğini yazdı. Sonrasında ise hükümet medyasında Kemal Bey’in bu öneriden çok rahatsız olduğu ve bir daha Silivri’ye gitmeyeceği yazıldı. En son da Özgür Özel, Kılıçdaroğlu’nun İmamoğlu’na şunu dediğini kendisini aktardığını anlattı: “Kurultayın tertemiz olduğunu kimsenin lekeleyemeyeceğini söyledim.” Size Ekrem İmamoğlu’na en yakın kişilerden biri olarak sormak istiyorum…
Ben Ekrem Bey'e ve Özgür Bey'e yakın olduğum kadar Kemal Bey'e de yakınım. Kemal Bey'le yıllarca beraber çalıştım ben.
-Hala o kadar yakın olduğumuzu düşünüyor musunuz?
Evet, düşünüyorum. Cumhuriyet Halk Partisi'nin 13 yıl genel başkanlığını yapmıştır. Saygıyı hak eden bir insandır. Eski genel başkanlara hakaret etmeyi alışkanlık haline getirenlerde ortak özellikler vardır. Bir, mutlaka kapılarında geçmişte saatlerce beklemişlerdir. İki, mevcuda da mutlaka ileride hakaret edeceklerdir. Ben 2015 yılında Sayın Kılıçdaroğlu ile ideolojik nedenlerle ayrıldım. 2015'ten bu yana beraber siyaset yapmadım. Ama bir gün ben Kemal Bey'e saygısız bir ifade kullanmadım. Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Başkanıdır. Kurumsal kimliğine zarar verecek bir hamle içerisinde olacağına hiç kimse beni ikna edemez. CHP Genel Başkanlıkları kolay işler değildir ve herkes onun sorumluluğuyla davranır.
Yandaş gazeteciler şöyle şeyler yazdılar; “Ekrem Bey'den Kemal Bey'e mektubu Gökhan Günaydın götürdü.” Böyle kuyruklu yalanlar. Gökhan Günaydın bu partinin grup başkan vekili olarak partinin önemli aktörlerinin birbirleriyle görüşmesine yönelik bir diploması yürütüyor. Hani bu söylenebilir ama ben mektupçu değilim, mektup getirip götürmem.
-Peki ne konuştular Ekrem İmamoğlu ile Kemal Kılıçdaroğlu o son görüşmede?
Ekrem Bey de Kemal Bey’de X hesaplarından bu konuda açıklama yaptılar. Özgür Bey de keza açıklama yaptı. Ama bazı grupların yanlarında olanların, aşkın ve kendi özel çıkarlarını gözeten tutumları, sanki orta yerde bir sorun varmış gibi bir algı yaratıyor.
“Şaibe vardıysa Nisan 2025’teki kurultaydan farklı bir irade çıkması gerekmez miydi?”
-Yok mu?
Bakın, o kurultay 4-5 Kasım 2023 tarihinde yapıldı. Bugün biz 2025'in Haziran'ın ortasındayız. Bir buçuk yıl evvel olmuş kurultay hala askıda mı? Yani biz böyle mi bakacağız? O bir buçuk yıl evvel seçilmiş yönetim dünya kadar iş yaptı, olağanüstü kurultay topladı, belediye başkanları seçti. O belediye başkanI adayları seçim kazandı. Yüzde 38 oy alındı falan filan. Ne olacak bunlar? Askıda mı tutulacak? 4-5 Kasım 2023 tarihinden hemen sonra meczupluğu konusunda bir tereddüt olmayan kişi bizim bir il başkanımıza yönelik bir suçlama getirdi. O il başkanı da o kişi hakkında Cumhuriyet Savcılığı'na suç durusunda bulundu. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı kendisini dosyada yetkisiz görerek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdi. Tarih ne? Aralık 2023. O tarihten sonra bir yıl boyunca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı dosyayla ilgili herhangi bir işlem yapmadı. Dosyanın kapağın açmadı. Sonra birdenbire o dosyayı tahrik etme ihtiyacı duydular. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'na çağrı yaptılar “Gel ifade ver” diye. Akif Hamza Çebi'ye çağrı yaptılar. Her ikisi de çok net bir tutumla şunu söylediler; “Bizim kurultayda şaibe iddiasına yönelik herhangi bir gözlemimiz yoktur ve böyle bir ifade bizim verebileceğimiz bir ifade değildir.” Derdimiz ne daha?
Sonra bütün bu süreç öyle bir noktaya geldi ki Cumhuriyet Halk Partisi olağanüstü kurultay yapma ihtiyacı içerisinde kaldı. Kasım 2023 kurultayını yapan delegelerin tamamıyla bu kez Nisan 2025'te olağanüstü kurultay yapıldı. Orada bir şaibe varsa, bazı insanlar şaibeyle oy kullandılarsa Kasım 2023’tekiyle Nisan 2025’teki iradenin farklı yönde olması gerekir değil mi? Siyaseten farklı yönde düşünen insanlar olabilir. Nitekim mevcut yönetimle çok da paralel gitmeyen bazı arkadaşlarımızın aldıkları oy 350-400 civarında olabildi. Bu neyi gösteriyor? Ben senin gibi düşünmüyorum ama CHP’nin zor zamanda ben partime sahip çıkarım. Bu kadar net bir tutum çıktı. Ama şimdi “Ben bunu kabul etmem, buraya kayyum atacağım, mutlak butlan getireceğim” vesaire…CHP'ye yönelmiş bu elin amacını ve yöntemlerini iyi anlamamız lazım. Mesele kimle mücadele ettiğimiz ve o büyük fotoğrafa bakma meselesiyse, burada CHP seçmeni de CHP delegesi de asla hata yapmaz. Ben bütün bunları aşacağımızı düşünüyorum. Ne Kemal Bey'in ne Özgür Bey'in ne Ekrem Bey'in aralarında sorunla dolaştıklarını da düşünmüyorum. Aralarında farklı düşünceler olabilir, oturup konuşabilirler. Kimse bu saydıklarımızın herhangi birinin eteğine yaslanarak, tutunarak politika yapmaya kalkışmasın.
“Her türlü olumsuzluk olabilir ama ben CHP’nin hepsini aşma kapasitesi olduğuna inanıyorum”
-Rivayet o ki 30 Haziran’da, yani iki hafta sonra, mahkeme kurultayla ilgili ‘mutlak butlan’ kararı açıklarsa, Kemal Kılıçdaroğlu “Parti sahipsiz mi kalsın” diye yeniden CHP’nin başına geçmeyi kabul edecek. Kulislerde bir süredir bu iddia dolanıyor. Oysa Özgür Özel diyor ki, “Mutlak butlan kararını tanımam, yok hükmünde olur.” Kemal Bey buna rağmen o rolü kabul ederse, ne olacak?
Bu sorunun muhatabı ben değilim ama genel bir değerlendirme yapabilirim. Türkiye'de hukuki değerlendirmelerle bu konulara bakabileceğimiz noktayı çoktan aştığımızı düşünüyorum. Mahkeme böyle bir karar vermez. Ya o mahkeme 12 kişi için iddianame düzenledi, 9 milletvekilini ayırdı, onlar için fezleke düzenledi. Sonra Asliye Ceza’da görülmesi gereken bir davayı aldı, Ağır Ceza’ya verdi. Dolayısıyla buralardan ne tür kararlar çıkacağı üzülerek ifade ediyorum ki siyasi motivasyona son derece yakındır. Her türlü olumsuzluk olabilir ama ben CHP'nin bunların her birinin üstünden gelebilecek kapasiteye sahip olduğunu söylüyorum.
-Burada soru zaten “Mahkeme böyle bir karar verebilir mi?” değil. Kemal Bey böyle bir geri dönüşü kabul eder mi? Siz Kemal Bey ile görüşmesinin ardından Silivri’de Ekrem Bey’i gördünüz. Oradan aldığınız izlenim nedir?
Ben 30 Haziran'da karar çıkmayacağnı düşünüyorum. Ağır Ceza’ya bir davayı vermişsiniz, dinlenmesi gereken bir sürü şey var, verilmesi gereken bir sürü ara karar var. Bütün bunları aşarak ‘tak’ diye bir karar verecek. Ben bunun olamayacağını düşünüyorum. Partinin bunları değerlendirmek için zamanı var, partinin birbirini anlamak için de zamanı var. Bu soruları dibine kadar konuşmanın bize yarar sağlamayacağını düşünüyorum.
“Kemal Bey’in kafasının içini bilemem ama 13 yıl genel başkanlık yapmış birinin CHP’nin kötülüğüne adım atabileceğine ihtimal vermem”
-Ama bu söyledikleriniz, Kemal Kılıçdaroğlu’nun kafasının hala net olmadığını söylüyor.
Ben Kemal Bey'in kafasının içini nereden bilebilirim?
-Hayır ama “Hiç sorun yok. Mahkemeden o yönde bir karar çıksa bile Kemal Bey’in tutumu net” diyebilirdiniz mesela.
Ben Sayın Genel Başkan’la konuşmuş olsaydım bir şey diyebilirdim ama kendisiyle bir süredir görüşmedim. Dolayısıyla ne düşündüğünü tam olarak bilmiyorum. İkinci el bilgiler üzerinden yorum yapmam. Ama ben Cumhuriyet Halk Partisi'nin 13 yıl genel başkanlığını yapmış bir kişinin CHP'nin kötülüğüne bir adım atacağına asla ihtimal vermem.
“Siyaset dünyanın en temiz işi değil, her partide böyle şeyler olur ama CHP’deki genel eğilim bunlar üzerinden anlatılamaz”
-19 Mart’tan beri aslında CHP üzerinden bir “kim kimi satacak’ tartışması yapılıyor ve bazı CHP’liler de adeta buna çanak tutuyor. Sizce bu manipülasyona gelen hiç CHP’li yok mu?
Siyaset Bizans'tan bu yana yapılan bir iş. Dünyanın en temiz mesleklerinden bir tanesi de değil. Dolayısıyla burada ‘Tüm aktörler çok rasyonel davranıyorlar, çok ahlaki davranıyorlar’ gibi bir iddianın peşine düşmem. Sonuçları itibariyle olanı biteni izlerim. Ortalığı kimler karıştırmaya çalışıyor ise onları da bir paratoner gibi görebilme yeteneğim var. Çünkü yıllardır bu insanların tamamını çeşitli noktalarda gözleyebilmiş, değerlendirmiş bir siyasi aktörüm.
Biz 19 Mart sürecini aslanlar gibi yaşadık. Yedi gün o belediyenin önünü boşaltmadık ve en sonunda Ekrem İmamoğlu'nu terörden tutuklayamadılar. Bu birbirini satan partinin başarabileceği bir şey değildir. Bu temel aktörleri birbiriyle dayanışan bir partinin başarabileceği bir şeydir. Halkı da kendisine inandırdığı için Saraçhane'nin önüne her türlü zorbalığa rağmen 700 bin 800 bin insanı toplayabilen bir partinin başaracağı iştir. Hemen arkasından olağanüstü kurultayını o zor günlerde toplamış bir partiden bahsediyoruz. Dolayısıyla bu partiyi öyle “O ona gitti de o seni satacak, bu seni satacak” laflarının arasında boğdurmam yani. Ha birileri bunu yaptı mı? Yapmaz olur mu? Her gün televizyonda izliyoruz işte. Her gün televizyonda kendisine gazeteci denilen, kendisine eski milletvekili denilen adamların bu partiyi karıştırmak için ve aldıkları paraların hakkını vermek için neler yaptıklarını görüyoruz. Yani “yapmadılar” diyemem ama önemli olan nasıl bir sonuç ortaya çıktığıdır. Her siyasal partide böyle şeyler olur. Siyaset dünyanın en temiz işi değil yani. Bütün bunların oluyor olması partideki genel eğilimin bunun üzerinden anlatılabileceği anlamına gelmiyor.
“İmamoğlu’nun mahkeme süreçlerinin uzayıp uzamaması yargıçların verebileceği bir karar değildir”
“Erken seçim isteyenlerin oranı yüzde 68’e çıktı”
-Ekrem İmamoğlu şu an partinizin cumhurbaşkanı adayı olsa da siz de burada anlattıklarınızla hukuki süreçlerin çok uzamasının kuvvetli ihtimal olduğunu teyit etmiş oldunuz. Bu durumda bir sonraki seçime kadar İmamoğlu cezaevinden çıkamayacak gibi duruyor. Kendisi de durumu bu şekilde mi algılıyor?
Bu iş hukuki bir süreç değil, öncelikle onu bir koymak isterim. Ekrem Bey zeki bir adamdır. İkizler burcu ve çabuk algılayan, çabuk hisseden bir insandır, algıları çok açıktır. Ne yaşadığımızı biz hep beraber biliyoruz. AKP'nin niyeti bu meseleyi hukuki bir süreç olarak tanımlamak ve bunu seçim dönemi boyunca yaymak. Bizim de amacımız bunu olduğu gibi göstermek ve yurttaşı arkamızı almak. Kim başarılı olursa sürecin uzunluğuna, kısalığına o irade kararı verecek. Dolayısıyla “Bu iş böyle uzayacak bir süreç” deniliyor ise mesela yurttaşın erken seçim isteyenlerin oranının yüzde 68’e çıktığını ifade etmek isterim. Her operasyonu cumartesi günü yapmak zorunda kalmalarını hatırlatmak isterim. Borsa ile toplam kaybın 150 milyar dolara ulaştığını ifade etmek isterim. Ekrem İmamoğlu'nun olası bir Erdoğan'la karşılaşmasında, yani eğer Erdoğan 360'ı bulabilecek bir varyason yapabilir ise, Ekrem İmamoğlu'nun ilk turda dahi Erdoğan'a geçtiğini, ikinci turda 8-9 puan fark attığını söylemek isterim. Dolayısıyla bu sürecin uzayıp uzamayacağı meselesi yargıçların verebileceği bir karar değildir, milletin vereceği bir karardır. Bunu hep beraber göreceğiz.
“CHP’nin mevcut oy oranı AKP-MHP toplamına ulaşmış durumda”
-Bu arada size gelen anketlerde CHP’nin son oy oranı ne durumda?
Son araştırmalar iki şeyi gösteriyor. Birincisi, Cumhuriyet Halk Partisi'nin mevcut oy oranı neredeyse AKP-MHP toplamına ulaşmış durumda. 1-1,5 puan gerisinde. Yani yüzde 37 bandında. AKP yüzde 29 görünüyor, MHP de 7 civarında görünüyor. Bunu teyit eden çok sayıda araştırma var. Yöneylem’in, Sonar’ın rakamları hep böyle, bir de SDR diye bir şirketinki çıktı. Bir tek Murat Gezici farklı sonuç verdi. O hiç sürpriz değildir. Murat Gezici’nin İstanbul seçimini tahmin etme noktasını bakarsanız, bugün nerede olduğunu görürsünüz. Daha fazlasını söylemeyeyim, daha fazla bir şey söylemeyi hak etmiyor. Şimdi böyle bir tabloda siz Erdoğan'ın yerinde olsanız, ne ihtiyacı içinde olursunuz? İki tane ihtiyaç var. Bir, CHP'yi bölmek, parçalamak, dağıtmak. İki, muhalefeti bölmek, parçalamak, dağıtmak.