Dalya’’ demesine yalnızca üç yıl kalmış, Türk tiyatrosunun en bilinen ismi Haldun Dormen’in, kendisine yöneltilen ‘‘Sizce Türkiye’nin en büyük derdi nedir?’’ sorusuna, ‘‘Söyleyemem, söylersem hapse tıkarlar’’ cevabını verdiğini okuyunca irkildim.
Düşünün, bunu 97 yaşındaki biri söylüyor…
Acaba ‘dert’ olarak önemsediği konu ne olabilir? Ancak yine de, ülke yönetiminde yer alanlara, insanlar üzerinde uyandırdıkları hapse düşme korkusunu yansıtan bu cümle üzerinde düşünmelerini öneririm.
Şundan: Sovyetler Birliği döneminde de insanlar benzer bir korku içerisindeydiler ve o sebeple de seslerini çıkartamaz hale gelmişlerdi. Rusya sınırları dışında ise, onların bu sessizliklerinin sebebi bilindiği için, Sovyet-karşıtı nice fıkralar uydurulduğunu hatırlıyorum.
Hemen hepsi de konuştukları için hapse atılmışlarla ilgili fıkralar…
Uzaya insanlı ilk aracı göndermeyi başarmış, Avrupa’nın yarısını ittifakı içerisinde bulunduran ve dünya siyasetinde ABD ile ‘süpergüçlük’ yarışını sürdüren Sovyetler Birliği, o fıkraların da içerisinde yer aldığı propaganda faaliyetlerine fazla dayanamayıp sonunda uluslararası arenaya havlu atmak zorunda kalmıştı.
Ekonomik sıkıntılar, dış politikadaki yanlışlıklar iktidarların sonunu getirmeyebilir, fakat vatandaşların hak ve özgürlüklerinin tehdit altına düştüğü algısı siyasi dengeleri düzeltilemeyecek kadar bozabilir.
Konu üzerinde bu minvalde düşünürken, son aylarda gündemi sürekli meşgul eden CHP’li belediyelerle ilgili operasyonlarda gözaltına alınan bir kadın çalışanla ilgili haber karşıma çıkıverdi.
Habere konu olan kişinin adı İpek Elif Atayman. İsminin önünde ‘Dr. unvanı da bulunuyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Medya A. Ş. Genel Müdürü imiş. Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alındığı günden bu yana Dr. Atayman da cezaevinde tutuklu bulunuyormuş...
Önce Silivri’deymiş, ailesine ve avukatlarına haber verilmeden bir metrekarelik kabin içerisinde, bilekleri kelepçeli vaziyette, 7,5 saat süren bir yolculuk sonunda Afyon Cezaevi’ne gönderilmiş…
[Bu ayrıntıları gazeteci Murat Yetkin blogunda yazdı da oradan öğrendik.]
Konu dehşet verici.
Cezaevinde yerde yatırılıyormuş kadın yönetici… Durumunu öğrenen çocuğunun sorunu ilettiği Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Murat Yetkin’in de kendisini araması sonrasında araya girmiş de, ancak o zaman Dr. Atayman’a cezaevinde yatacak yer olarak bir ranza gösterilmiş.
Yetkin ‘‘İstenen itirafçı olması mı?’’ diye soruyor…
Tüylerim diken diken…
Bakan, doktora eğitimi almış bir belediye bürokratı kadına reva görülmüş muamelenin cezaevlerindeki doluluk sebebiyle olabileceğini bildirmiş gerekçe olarak…
Peki ya bir cezaevinden diğerine gönderiliş biçimi?
Haldun Dormen’in hapse tıkılma endişesi boşuna değil…
AK Parti’nin kuruluşunda yer alanlar ve ilk on yıllık iktidarında önemli görevler üstlenen siyasi kimlikliler ile vaktiyle devletin çeşitli kademelerinde bulunmuş üst düzey brokratların da aralarında yer aldığı önemli isimlerin, ülkedeki kendi pencerelerinden gözledikleri yanlışlıkları duyurmak amacıyla kaleme aldıkları bildiriye verilen tepkiler de rahatsız edici.
Doğrudan muhataplarından hiç ses çıkmadı, ama muhatap olması düşünülmeyecek kadar uzak yerlerden ağır hakaretlerin ortalığa döküldüğü görüldü.
Yüzsüzlük… Siyasi ahlaksızlık… İhanet… Sabotaj… Fitne kazanını kaynatmak gibi…
Bu sıfatların kullanıldığı açıklamada ilk dikkatimi çeken nokta, yazarının bildiriyi ‘inandırıcılktan yoksun’ bulması oldu.
İnandırıcılıktan yoksun ise gerçekten, bu kadar hiddete ne gerek var? İnsanlar da bildiride yazılanları inandırıcılıktan uzak bulur ve üstünde durmazlar… Öyle değil mi?
Dikkatimi çeken ikinci nokta ise şu cümle: ‘‘Ne geçmişte buna izin verdik, ne de bugün veririz.’’
Özellikle bu cümleyle karşılaştığımda, açıklamayı yazanın adı ve unvanına bakma ihtiyacı hissettim.
Yazarı ‘Cumhurbaşkanı Başdanışmanı’ unvanını kullanıyor.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral’ın, dolaylı yollardan da olsa, bugün ve yarın birilerine izin vermemesi fazla zor değil de, aralarında önemli bakanlıklarda bulunmuş isimlere geçmişte nasıl izin vermemiş olabilir? Onları bakanlıktan azlederek mi yaptı bunu?
Normalde, geçmişte sorumluluk yüklediği kişilerin, hem de başarılarından söz etmek gerektiğinde onların görevde bulunduğu dönemlere atıfta bulunmak zorunda kalındığı halde, iki paragraflık bir bildiri yayımlayarak güncel konularda uyarılarda bulundukları için, üzerlerine gitmek yerine, dediklerini hak ve adalet kantarında tartması gerekmez miydi siyasi iktidarın?
Kendi geleceği için?
Öfke baldan tatlıdır, ama bazı balların acı çıkması gibi bir gerçek olmasa...