3 yıl sonra Şam’dan Suriye gözlemleri

Esad rejimi çöktü ama Suriye’deki mesele sona ermedi, yeni bir evreye geçildi. Savaşa yol açan meselelerin kök nedenleri çoğunlukla varlığını sürdürüyor, ayrıca mevcutlara eklenen yeni meseleler var.

Orta Doğu’nun yeniden şekillendirilmekte olduğu bir dönemde Suriye’de ve etrafında yaşananlar oldukça önemli.

Haziran ayının ilk haftasında, 13 yıl sonra, birkaç günlüğüne Şam’a gittim.

Şam’ın 4 milyon civarında olan nüfusu artık 5.5 milyon civarındaymış.

Şam kırsalı, Deir ez Zor, Haseke ve Rakka’dan gelen mülteciler şehrin insan profilini değiştirmiş. Bu insanlar, savaş bitmesine rağmen evlerinin yıkılmış olması, ekonomik zorluklar ve güvenlik kaygıları nedeniyle geldikleri yerlere dönmüyorlar.

Şam’ın emniyetini, hepsi İdlib'den gelen, yeni Suriye yönetiminin güvenlik güçleri, yani Hayat Tahrir el Şam (HTŞ) milisleri veya yeni tanımlamasıyla Suriye ordusu askerleri sağlıyor.

HTŞ’liler halka Esad döneminin güvenlik güçleri gibi hoyrat davranmıyorlar, ölçülü hareket ediyorlar ve nazikler.

Yeni yönetim kadınlara kılık kıyafet tanımlaması, sınırlaması getirmemiş. Alkol satışıyla ilgili bazı düzenlemeler yapılmış ama yasaklanmamış. Hristiyanlara baskı yapılmıyor ve kiliseler normal işlevlerini yerine getiriyor.

Yani Şam’da, Afganistan tipi “Talibanlaşma” yok. Suriyeli arkadaşlarım, sahil şeridinde de durumun genel olarak böyle olduğunu ama İdlib, Halep kırsalı, Humus ve Hama’da daha muhafazakâr bir yaşam tarzı bulunduğunu, bu bölgelerin her zaman muhafazakâr olduğunu da hatırlatarak, söylediler.

Suriye’de devlet yapısı çökmemiş ama eski bürokratların çoğunun işine son verilmiş. Yeni bir bürokrasi kadrosu yaratmaya çalışıyorlar ama tecrübesizlik ve kadrosuzluk olumsuz etkilerini gösterdiğinden, işten çıkardıkları bürokratlardan bazılarını geri çağırmaya başlamışlar.

Suriyeliler, acil olarak, ekonomi çarkını işletmek ve halkın günlük yaşantısını iyileştirmek gerektiğini söylüyorlar. En üst düzey devlet memuru aylığının 100 dolar civarında olduğu bir ortamdaki zorlukları tahmin edebiliriz. 

Suriye yabancı yatırımcı bekliyor. ABD, BAE, Fransa ve Türkiye'den son birkaç hafta içinde yatırımcıların gelmesi ve projeler üstlenmeleri umut verici gelişmeler.

Bu kapsamda, Trump’ın yaptırımların kaldırıldığını açıklaması çok önemli bir aşamaydı ancak bürokratik sürecin de tamamlanması gerekiyor.

En öncelikli meselelerden biri, Suriye’de bankacılık sisteminin oluşturulması ve uluslararası sisteme entegrasyonu.

Esad rejimi yıllardır ülkesini soymuş ve savaşın yarattığı yeni fırsatları da kullanıp servetine servet katmış. Şu anda dünyanın birçok yerindeki bankalarda (ve herhalde en çok Batılı ülkelerde) Esad ailesi mensuplarının veya yakınlarının Suriye’den çaldıkları milyarlarca dolar yatıyor.

Suriye, 20 ila 40 milyar dolar arasında olduğu söylenen bu paraların peşine düşecektir herhalde ama geri alabilmesi çok zor.

Şam şehri savaşta zarar görmemiş ama Esad rejimi, müttefikleri Rusya ve İran’la birlikte, Şam’ın banliyölerini (Darayya, Yarmuk, Kafarsuse gibi) ve “Rif Dımaşk” ismini taşıyan Şam kırsalındaki ilçeleri (doğu Guta, Duma, Harasta gibi) harabeye çevirmiş. Ben Jabar’a gittim ve korkunç yıkımı gördüm.

Geçiş dönemi cumhurbaşkanı olarak belirlenen Ahmet El Şara’nın selefi ideolojiye sahip biri olması kaygı yaratıyordu ama, genel kanaat, adı geçenin bugün itibarıyla, pragmatik ve gerçekçi bir yönetici profili çizdiği, akıllı bir yönetim sergilediği yolunda.

Bununla birlikte, konuştuğum herkesin aklındaki iki temel soru şunlar:

-Takiyye mi yapıyor, samimi mi?

-Geçiş süreci sonunda tüm Suriyelilerin eşit olduğu çoğulcu bir sistem mi yoksa yeni bir tek adam ve diktatörlük rejimi mi kurulacak? 

Bu soruların cevabını zaman gösterecek.

Kilit aktör ABD

Yaptırımların kaldırılması, ekonominin düzeltilmesi, İsrail’in dizginlenmesi, YPG ile anlaşma sağlanabilmesi başta olmak üzere pek çok konuda ABD Suriye’de anahtarı elinde tutuyor.  

Şam yönetimi de bunun bilincinde ve ABD’ye yakın duruyor, jestler yapıyor.

Şehrin ana arteri olan meşhur Emevi Meydanı’nda kurulan elektronik panolarda gün boyunca dönen İngilizce ve Arapça yazılarda “Teşekkür ederiz Başkan Trump, Suriye'ye ümit ve taze bir başlangıç fırsatı verdiğiniz için” yazıyor. Mezze semtinde de Trump'ın fotoğrafını ve aynı mealde yazıların yer aldığı bir pano gördüm.

Şam’daki ABD büyükelçiliği henüz açılmadı ama Başkan Trump’ın Suriye özel temsilcisi Tom Barack, uluslararası basında geniş şekilde yansıtılan bir törenle, ABD rezidansına Amerikan bayrağını çekti. Yakında büyükelçilik de resmen faaliyete geçer herhalde.

İsrail Suriye’yi rahat bırakmıyor, Suriye'nin zayıf ve mümkünse bölünmüş bir ülke olmasını istiyor.

Şara sabırlı davranıyor ve yapıcı mesajlar vermeye devam ediyor. (Sabırlı davranmasa ne yapacak, gücü mü var diye de akla gelebilir).

Cumhurbaşkanı Şara geçenlerde Los Angeles’da yayınlanan “Jewish Journal” isimli yayın organına verdiği mülakatta, İsrail’in Suriye’ye yönelik askeri harekatlarına atıfla, “sonu gelmeyen bombardımanlar dönemi sona ermelidir, ortak düşmanlarımıza karşı bölgesel güvenlikte önemli bir rol oynayabiliriz, bir arada yaşamaya hazırız” mesajlarını verdi.

Bunlar önemli ifadeler ama İsrail tatmin olmuyor ve Suriye’yi bombalamaya devam ediyor.

Şara’nın önünde birçok sınama var ama bence en büyük risklerden biri, örgüt içinden ve kendi mahallesinden gelebilecek tepkiler.

Çünkü, Şara’nın yaptıkları ve söyledikleri, gücünü aldığı kendi ideolojik tabanıyla uyuşmuyor. HTŞ bünyesindeki en aşırı uçlar şeriat düzeni ve selefi ideoloji doğrultusunda ilerlemeyen bir Suriye projesine tepki gösterip bu tepkiyi isyana dönüştürebilirler.

Yeni Suriye yönetimi İran’ı Suriye’den silmiş. İran vatandaşlarının Suriye’ye girişleri dahi yasak.

Özellikle Esad rejimini deviren Şam dışından gelen muhaliflerde ve ayrıca Şamlılarda Türkiye’ye, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı sevgi var. 

İdlib’den ve kuzeyden gelen muhalifler başta olmak üzere birçok kişi artık Türkçe konuşuyor. Bu, Türkler için büyük bir avantaj.

Azınlıklarla ilgili konular çok hassas

Suriye'nin önündeki en ciddi mesele azınlıkların, daha doğrusu Sünni Arap çoğunluğun dışındaki kesimlerin (Kürtler, Nusayriler, Hristiyanlar, Dürziler) yeni Suriye’de ne şekilde yer alacakları. (Türkmenler de var ama konu edilmiyorlar.)

Mart ayında sahil kesiminde mezhep temelli çatışmalar ve Arap Alevilerine/Nusayrilere yönelik katliam olayları yaşandı. Şimdi ortam sakin gözükse de hassasiyetler yüksek.

Suriye'nin güneyindeki Süveyda vilayetinde Dürziler Şam yönetimine karşı bir başkaldırı içindeler ve herkesin genel kanaati, bu hareketliliği İsrail’in kışkırttığı yolunda.

Hristiyanlarla ilgili sorun bulunmuyor çünkü Suriye yönetimi bu topluma yönelik olumsuz davranışların batıda uyandıracağı tepkinin ve olası sonuçlarının bilincinde.

Türkiye Kürtlerle ilgili gelişmeleri çok yakından izliyor

Türkiye’yi bire bir ilgilendiren Kürtlerle ilgili boyuta gelince, nüfusları 1,5 milyon civarında olan bu topluluk içindeki hakim güç, Türkiye'nin yıllardır PKK’nın oradaki uzantısı olduğunu söylediği yapı. (Son dönemde yetkililerimizin bu söylemi kullanmaması dikkat çekici.)

Özetle, bu yapının siyasi kolu PYD (Demokratik Birlik Partisi), silahlı yapıları da YPG (Halk Savunma Birlikleri) ve SDG (Suriye Demokratik Güçleri).

SDG, Türkiye'nin tepkisini azaltmak amacıyla, ABD’nin akıl vermesiyle 2015’de oluşturulan ve isimlendirilen, belkemiğini yine YPG’lilerin oluşturduğu ve bazı Arap unsurların da yer aldığı yapının adı. SDG’nin komutanı Mazlum Abdi.

PYD/YPG/SDG ile Barzani yanlısı olarak tanımlanabilecek Kürtlerin oluşturduğu “Suriye Kürtleri Ulusal Konseyi” nisan ayında Kamışlı’da yapılan “Kürt Ulusal Konferansında” ortak tutum belirleyip müzakere heyeti oluşturdular.

Şam yönetimi ve Kürt tarafı, 10 Mart’ta imzaladıkları çerçeve anlaşmasının içini doldurmak için çalışıyorlar. O tarihten bu yana pek ilerleme kaydedemediler ama Kurban Bayramı öncesi Şam’da görüştüler.

Şam’daki toplantıya dair yapılan kısa açıklamalardan, eğitim ve esir değişimi konularında bazı ilerlemeler kaydedildiği anlaşılıyor ama esas meselelerden bahis yok.

Nedir bu esas meseleler?

-Ülkenin idari sisteminin belirlenmesi.

-YPG/SDG’nin Suriye ordusuna entegre edilmesi.

-Kürtlerle ilgili hususların yeni anayasaya yansıtılması.

YPG savaşın başından bu yana edindiği kazanımları kaybetmek istemiyor. Şam Yönetimi ve ayrıca Türkiye itiraz etse de Kürt tarafı özerk bir idari yapı konusunda ısrarcı.

Özerk idari yapı nedir denildiğinde, yerel özerklik, otonomi, federatif yapı, öz yönetim gibi tanımlamalar yapılıyor ama tam olarak ne kastedildiği hakkında galiba herkes ayrı görüşlere sahip.

Türkiye kendi güvenlik kaygıları doğrultusunda gelişmeleri yakından izliyor ve etki etmeye çalışıyor.

En üst düzey Türk yöneticiler, çeşitli vesilelerle, Türkiye’nin YPG ile ilgili “olmazsa olmazlarını” dile getirdiler.

Ama on yıllar boyu “terörist başı”, “bebek katili” olarak tanımladığı bir kişiyi, şimdi sadece adıyla hitap etmeyi bile yakışıksız görüp “kurucu önder” mertebesine yükseltebilen bir siyasi anlayışın “olmazsa olmazının” ne kadar olmazsa olmaz olabileceği tartışılır.

Çeşitli ülkelerdeki Suriyeli sığınmacıların dönüşüne gelince, dönenler var ama akın akın değil.

BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre Esad rejiminin devrilmesinden bu yana ülkelerine dönen toplam Suriyeli sığınmacı sayısı 1.4 milyon. (Yurt dışındaki toplam Suriyeli sayısı 7 milyon civarındaydı).

Lübnanlı bir iş adamı arkadaşım, Lübnan’daki Suriyelilerle ilgili olarak, “buradan daha fazla para kazanmadıkları ve buradan daha rahat şartları bulamadıkları takdirde ülkelerine dönmezler” dedi. Suriyeliler giderse tarım başta olmak üzere muhtelif sektörlerde çok ciddi zorluklar çıkacağını da ekledi.

Bu saptamalar genel anlamda Türkiye’deki Suriyeliler için de geçerli.