Türkiye ile İsrail arasında fiziki temas riski daha olası hâle geldi, uluslararası camianın cılız tepkisi İsrail’i azgınlaştırıyor; neler olabilir?

Orta Doğu’da olay Filistin meselesi, Suriye krizi falan değil, İsrail’in ve Donald Trump yönetimindeki ABD’nin, bölgeyi (ve etrafını) kendilerince şekillendirme projesidir.

Bölgede her ülke başka ülkelerin işlerine karışıyor, ortamı kendi çıkarları doğrultusunda tanzim etmeye uğraşıyor ama bütün bu ülkeler arasında bu işi en kötü ve en kanlı şekilde yapan çok açık ara İsrail’dir.

Gazze’de soykırım ve etnik temizlik yapan, Suriye’yi durmaksızın karıştıran, Katar’ın başkenti Doha‘yı bombalayan İsrail, insan hayatından savaş kurallarına, uluslararası normlardan ortak değerlere kadar pek çok şeyi ayaklarının altında çiğniyor.

Aşırı sağcı Netanyahu kafasının yönettiği İsrail’in Gazze’de amacı, orayı Hamas ve diğer silahlı Filistinli gruplardan temizlemek değil, 2,3 milyon civarındaki Filistinlinin mümkün olduğu kadar çoğunu o topraklardan ayrılmaya zorlamak suretiyle Gazze’yi Filistinsizleştirmektir.

Bölgenin yeteri kadar Filistinsizleştiğine kanaat getirdikten sonra da herhalde Donald Trump’ın Gazze’yi “Orta Doğu’nun Rivierası yapmak" projesini hayata geçirecekler, yüz binlerce insanın yok edilmiş hayatları üzerine modern yapılarını ve tatil tesislerini dikecekler.

Türkiye, hem Filistin davasına verdiği destek, hem Suriye üzerinden kendisine olabilecek etkileri bağlamında olaya müdahil olmuş durumda.

4 Ağustosta T24’de yayımlanan “Yeni Suriye ile yeni Türkiye'ye ilişkin olasılıklar ve çeşitli soru işaretleri” başlıklı yazımda şunları da ifade etmiştim: “Suriye'nin geleceğini etkileyecek çok önemli dış unsur İsrail’dir. Bu ülke, zayıf ve mümkünse parçalanmış bir Suriye istiyor. Son yıllarda cepheleşen ve birbirine diş bileyen İsrail ile Türkiye her an birbirlerine dalabilecek gibi dursalar da, doğrudan iletişim kanalları kapalı değil, görüşüyorlar. ABD, arabulucu ve yatıştırıcı rolü oynuyor. Türkiye Hamas ve Suriye’ye destek verdikçe, İsrail Yunanistan ve GKRY’yi, ayrıca, Türkiye’nin yumuşak karnı olarak gördüğü Kürt kartını daha sıkıca kavrıyor.”

Bugün durum daha vahim. İsrail daha da fütursuz hareket ediyor. İki taraf arasında görüşmeler çok daha seyrek. Türkiye ile İsrail arasında dar alanda bir kaza, fiziki temas riski biraz daha olası hâle geldi.

Uluslararası camianın tepkilerinin cılız olması İsrail’i daha da cesaretlendirip azgınlaştırıyor.

İsrail’i kendi güvenliğini de garanti edecek makul bir çözüme imâle etmeyi ancak ABD başarabilir ama özellikle Donald Trump’ın ve yanındaki evangelist güruhun yönetimindeki ABD'nin bunu yapması çok uzak bir ihtimal.

Netanyahu’nun politikaları ABD’ye ve Trump’a aslında çok zarar veriyor.

Trump’ın İsrail’in Katar’a saldırısıyla ilgili tepkileri, pek çok ülkede zaten var olan “ABD’ye güvenilmez” kanaatini pekiştirdi ve her şeye rağmen ABD’ye hâlâ kredi vermeye devam eden birçok ülkenin de gözlerini açtı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Netanyahu birbirlerini açıktan hedef alarak karşılıklı salvolar yapıyorlar.

Netanyahu İsraillilerde ve ABD başta olmak üzere diğer ülkelerdeki yandaşlarında, “İsrail ve Yahudi düşmanı radikal İslamcı” bir liderle mücadele halinde olduğu algısını yaratmayı amaçlıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Filistinlilere soykırım uygulayan, Suriye’yi bölmeye çalışan aşırı sağcı siyonistlere karşı duran bölge lideri imajıyla Türkiye'de ve bölgede zeminini güçlendirmeyi de hedefliyor.

Türkiye iç ve dış tehditler karşısında Şam yönetimine ihtiyaç duyduğu her türlü desteği vermeye hazır olduğunu defaatle açıkladı.

MİT Başkanı İbrahim Kalın en son iki gün önce Şam’da Şara’yla görüştü.

Türkiye sözünü verdiği destek kapsamında somut olarak ne yapıyor veya ne yapmayı öngörüyor, Suriye’de üs mü kuruyor, savunma malzemeleri mi veriyor, askeri olarak müdahalede bulunmayı mı öngörüyor, tabii açıklanmıyor.

Türkiye’yi artık en az İran kadar düşman addeden İsrail de, gücünü ve özelliklerini göz önünde bulundurarak farklı şekillerde Türkiye’yle uğraşıyor, içeride ve dışarıda Türkiye’nin yumuşak karnı olarak gördüğü noktalara baskı uyguluyor.

İsrail’in Türkiye'nin Suriye’de üs kurmayı amaçladığı ileri sürülen mevkileri bombalamaktan Türkiye karşıtı gruplarla ilişki kurup Türkiye yanlısı olarak gördüğü kişileri ve grupları hedef almaya kadar pek çok faaliyeti bulunduğu söyleniyor.

İsrail, ABD'deki uzantılarını da kullanarak Türkiye üzerinde baskı kurmayı, Türkiye’yi provoke edip kötü göstermeyi amaçlıyor.

Netanyahu, bölgede de, Rum-Yunan ikilisini Türkiye karşıtı kampanyasında daha aktif hale getiriyor. Bu ikilinin son zamanlarda artan hareketliliği durduk yerde değildir.

Özetle, Türkiye ile İsrail, bugün itibariyle, açıktan silahlı vuruşmaya dönüşmemiş temkinli bir çatışma ortamında karşı karşıyalar.

AKP-MHP ortaklığının, özellikle de mevcut bölgesel ve uluslararası konjonktürde, iç cepheyi güçlendirme söylemi doğru da, haftalardır Türk kamuoyunun gündeminde olan muhtelif konulardaki söylem ve uygulamaları toplumdaki bölünmeleri derinleştiren ve iç cepheyi zayıflatan nitelikte.

Her halükârda, Türkiye, türlü olumsuzluklara mukabil, İsrail’in dalaştığı diğer ülkelerden çok farklı. Sadece kendi imkanlarıyla dahi İsrail’in boğazına takılıp nefesini kesecek kadar büyük bir lokma.

Ayrıca, İsrail’le bir ihtilafta müttefiklerin blok olarak Türkiye'nin yanında duracaklarını düşünecek kadar saf değiliz ama, NATO üyesi olmak da Türkiye lehine bir fark yaratıyordur diye düşünmek istiyorum.

Suriye’de durum şu:

- Suriye sahnesindeki tüm dış ve iç aktörler, bence Türkiye dahil, Suriye ülkesinin bundan böyle güçlü bir merkezi sistemle yönetilemeyeceğini, “azınlıklar” temelli bir yaklaşımla, yerel yönetimlere belli yetkiler veren bir idari yapı oluşturulması gerektiğini görüyorlar. Ama bu idari yapının parametreleri ve tanımı üzerinde görüş farklılıkları bulunuyor.

- ABD, Suriye ve Ürdün kısa bir süre önce Amman‘da buluştular ve Süveyda’da istikrar sağlanması konusunda bir yol haritasına imza attılar. Bu belge etrafında söylenecek çok şey var ama ayrı bir yazı konusu olur. Her halükârda, İsrail’in desteklediği Dürzi lider al-Hijri bu anlaşmayı tanımadıklarını açıkladı.

- Suriye’nin güneyinin silahsızlandırılması daha doğrusu merkezi hükümete bağlı güvenlik güçlerinden/aşiret milislerinden ve savunma teçhizatından arındırılması, Şam yönetiminin oradaki varlığının, yani Suriye devletinin kendi ülkesindeki egemenlik hak ve yetkilerinin sınırlandırılması ve Dürzi bölgesinde oluşturulacak bir yerel idarenin duruma vaziyet etmesi de İsrail’e yeterli gelmeyecektir. İsrail hep daha da fazlasını isteyecektir.

- SDG ile Şam arasındaki temas ve görüşmeler devam ediyor ama SDG “haklarını korumak ve kazanımlarını kaybetmemek” şeklinde tanımladığı tutumundan geri adım atmıyor. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barack tarafından “müttefikimizsin ama sana özel bir borcumuz yok” türünden açıklamalar yapılmış olsa da, SDG nihai tahlilde ABD’nin kendisinden vazgeçmeyeceği görüşüyle hareket ediyor. SDG’nin bu öngörüsü bence doğru.

- ABD Özel Temsilcisi Barack, o ülkeden bu ülkeye koşturmaya devam ediyor. Suriye ile İsrail arasında ve Şam ile Şam’a karşı direnen gruplar arasında bazı anlaşmalar yapılabilmesi için çalışıyor.

- ABD Yönetimi, New York’ta önümüzdeki hafta başlayacak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu sırasında bu anlaşmaların imzalanmasını ve bunu da Trump’ın dünya barışına yeni bir katkısı olarak takdim etmek istiyor.

- Basına yansıyan bilgiler New York’ta İsrail ile Suriye arasında bir güvenlik anlaşması imzalanmasının mümkün olabileceği yönünde. Öte yandan, SDG’nin dış ilişkiler sorumlusu İlham Ahmed de ABD’ye gidecekmiş. Şam ile SDG arasında bir anlaşma veya ortak açıklama söz konusu olabilir, göreceğiz.

- Suriye Cumhurbaşkanı el-Şara’nın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na katılacak olması önemli bir gelişme. Şara 1967’den bu yana bu forumda konuşan ilk Suriyeli lider olacak. Genel kurulda yapılacak olan ülke konuşmalarında, özellikle Batılılar tarafından Şara yönetimine belli bir destek ifade edilecek, ama daha ziyade nasihatte ve uyarılarda bulunulacaktır.

- İsrail’in Suriye’ye saldırganlığının durdurulması konusunda BM’den bu ülkeyi zorlayıcı, bağlayıcı bir şey çıkması, bu kuruluşun mevcut yapısında beklenmemelidir.

- Suriye’nin istikrarlı bir ülke haline gelmesinin önünde, HTŞ’den kaynaklı olumsuzluklar dahil, pek çok engel var. Ama en büyük zorluk İsrail’in bu ülkeyi karıştırma politikasıdır.

İsrail, 8 Aralık'tan bu yana, Suriye'ye 1.000'den fazla hava saldırısı ve 400'den fazla kara saldırısı düzenlemiş.

Netanyahu iktidarının Filistin’deki, Suriye’deki, ezcümle, bölgedeki politikaları, İsrail’in geleceğini daha güvenli değil, daha güvensiz yapıyor.

İsrail kendisinin de yaşam sahası olan tarlaya sürekli düşman ekiyor. Kendisine düşman nesiller yetişmesine yol açıyor. Radikalizme ve DEAŞ gibi yapılara zemin kazandırıyor.

Bu aşamada yapılması gereken, İsrail’i, kendisinin de güvenliğini garanti altına alacak makul bir barışa zorlamaktır.

Üye ülkelerin farkı yaklaşımları ve politikaları nedeniyle gerçekçi durmasa da, Arap Birliği'nin, İslam İşbirliği Teşkilatı'nın ve Avrupa Birliği'nin İsrail’le diplomatik ilişkileri askıya almaları, ekonomik ve ticari ilişkileri durdurmaları, Filistin’i tanımaları gibi toplu hamleler bu kapsamda başta gelen zorlayıcı önlemlerdendir.

Bu gibi toplu adımlar sadece İsrail değil, ABD üzerinde de baskı yaratacaktır.

Diplomatik çözümlerin, sürekli istiskal edilmenin, çaresizliğin ve umutsuzluğun alternatifi, daha da çok şiddet ve savaştır.