Yeni ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın Ankara’ya varmasıyla günler içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a güven mektubunu sunarak görevine başlayabilmesi onun açısından bir ayrıcalık.
Erdoğan açısından ise son yazımda da belirttiğim üzere, yeni ABD Büyükelçisine tanıdığı bu ayrıcalık, dış politika açısından Trump’la Beyaz Ev’de vereceği fotoğrafın ve özellikle Ortadoğu (Suriye, Gazze, Körfez, İran) ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgali dosyalarında keza, Trump’la yol yürümek istediğinin mutlak öncelik olduğunun göstergesi.
Büyükelçi Barrack ilk söyleşisini iktidar havuzundaki kanallardan NTV’ye 2 Haziran’da verdi. Anıtkabir’i ziyareti içinse Ankara’ya varışından epey sonra ancak 3 Haziran’da vakit bulabildi. Ziyarette gecikse de ABD Büyükelçisinin hatıra defterine yazdığı “Cumhuriyetinizin başka memleketteki oğullarından biri…” ifadesi kuşkusuz gönül okşayıcı ve uygulamaya da yansıdığı takdirde cesaret verici.
Sayın Barrack’ın bir özelliği de Ankara’daki ABD Büyükelçisi unvanı ile birlikte ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi şapkasını taşıyacak olması. Dolayısıyla, onun Suriye ve Ortadoğu konusunda alacağı tutum ve benimseyeceği söylem önemsenmeli. Bu bakımdan, hem Büyükelçi Barrack’ın 2 Haziran NTV hem onun hemen peşine Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 3 Haziran TRT söyleşileri birlikte değerlendirilmeli.
ABD’nin dünyada sürekli meslekten Büyükelçi atadığı diplomatik açıdan “zorlu” addedilen başkentlerden olan Ankara, artık bu özelliğini yitirdi. Üstelik, “zorlu” addedilen dosyalar, AB, Ege, Kıbrıs vb., yani Batı’ya dönük konular iken, odak noktası bir süredir Ortadoğu.
Büyükelçi Barrack iş dünyasından gelen ve Trump’a çok yakın oluşuyla Ankara açısından özel özen gösterildiği anlaşılan bir isim. Kurucusu olduğu Colony Capital yatırım fonu, BAE’nin Abraaj Grubu’ndan o dönemde USD 526M değerindeki Turkey Fund I’i 2018 Haziran ayı sonlarında satın almıştı. Ailesinin Lübnan kökenli olmasının ötesinde iş hayatında sürekli Ortadoğu ve özellikle Körfez odaklı çalışmış biri. Özetle, bölgenin hiç yabancısı değil.
ABD Büyükelçisi çatışmaların son bulduğu ve devletler arası ilişkilerin ticaret mantığıyla yürütüldüğü bir Ortadoğu tahayyül ediyor. Bu muhayyel Ortadoğu’da, aralarında çatışmaktan vazgeçenler, ABD desteğine mazhar olacak. İran ve uzantıları Hizbullah’a, Hamas’a yer bulunmayacak.
Büyükelçi Barrack İsrail’in Gazze’deki yıkımına ve kırımına ilişkin soruyu, konunun kendi portföyünde olmadığı gerekçesiyle geçiştirip, Trump’a bırakıyor.
ABD Büyükelçisi, bölgeye bir yandan aşiretçilik, mezhepçilik gibi ilkel yanlarından arınma perspektifi çiziyor. Diğer yandan amatörce, üstünkörü veya toptancı denilebilecek bir tarih okumasıyla Sykes-Picot’yu, Sevr’i, Lozan’ı bir torbaya atıp hepsine “Batı’dan gelen olumsuz müdahaleler” yollu bir etiket yapıştırıyor.
Büyükelçi Barrack, IŞİD gibi fenomenlerin aşılması için aşağıdan yukarıya politikalarla çocukların, gençlerin iyi eğitim alması, iş bulması, geleceğe olumlu bakması gibi yine oldukça basit bir yöntem öneriyor.
ABD Büyükelçisinin iş bitirici (“business-like”) diplomasi anlayışı ve epeyce naif tarih okumasının karşısındaki en ciddi sınama zaman: Zira, Ortadoğu’da geçmiş kolayca tarihleşemediği gibi zaman da ağır akar. Yüzlerce yıllık geçmişten biriken ama sanal ama gerçek sorunların, ABD’nin iki senelik ara seçim veya dört senelik başkanlık seçimi ufkunda çözümü de beklenemez. Ama yatırım ortamı belki görece düzelebilir.
Büyükelçi Barrack silah bırakmak ve ABD desteğini kesmek bir yana, SDG ve YPG/YPJ’den yerel müttefik olarak söz ediyor. ABD’nin askerini çektiği ama siyaseten elinin SDG’nin sırtında olduğu, SDG’nin de sırtındaki elin sıcaklığını korumak için Ankara ve Şam’la iyi geçindiği, sorumlu davrandığı bir durum tasvir ediyor.
ABD Büyükelçisinin Suriye’sinde, SDG-Şam ve SDG-ENKS diyaloglarının somut sonuç doğurmasa da ilerleme kaydedilmese de çatışmasızlığın korunması için süreceği anlaşılıyor. Buna karşılık, Ankara’nın da eş zamanlı açılımı/süreci sürdürüp, askerî harekâttan kaçındığı ve karşılığında Kalyon ve Cengiz’in imzaladığı enerji sözleşmesi türünden fırsatlardan ödül kabilinden nemalandırılacağı görülüyor.
Büyükelçi Barrack’ın çizdiği pembe tabloya göre Suudi, Katar ve BAE sermayesi Suriye’ye akmaya başlayacak. Ülke sınırları anlamsızlaşırken, bölge tek piyasalaşacak. Niyet okunursa, ulus devlet kimlikleri silikleşir hatta gereksizleşirken, herhalde “Araplık” öne çıkacak.
ABD Büyükelçisinin tasavvuruna göre, bir anlamda tüm oyuncuların gözleri Trump’a, Vaşington’a bakacak, ancak ABD de müdahalecilikten kaçınacak, neo-conluktan uzak duracak, ülkelerin yönetim tarzı ne olursa olsun içişlerine karışmayacak.
İlginç biçimde, Büyükelçi Barrack, petrol-gaz zenginlikleri, nüfusu, yüzölçümü, konumu bakımlarından en vaatkâr gelecek potansiyeline sahip Irak’a pek değinmemeyi yeğliyor.
Dışişleri Bakanı Fidan ise TRT’de “Temel sıkıntımız Amerika’nın varlığıyla alakalı bir sıkıntı değildi, Amerika bölgede birçok yerde var. Temel sıkıntımız –onu ayırmak gerekiyor- Amerika’nın PKK’yla olan iş birliğiydi ve verdiği destekti” diyor. Söz konusu desteğin kesilmesine ilişkin soruya da “İnşallah gerçekleşecek.” yanıtını veriyor. Lâf arasında sarf edilen bu ifadeler herhalde İslamcılıkta pragmatizm olsa gerek.
Fidan, içeride başlatılan ancak yürüyüp yürümediği bilinemeyen adsız süreçle bölge politikalarının bağlantısını da şöyle kuruyor:
“Buradan olumlu bir süreç yürüme ihtimali varken onu bizim baltalamamamız lazım, ama diğer taraftan bir uyma sürecinde olup, gardımızı düşürüp, kendi aleyhimize bir ortamın gelişmesine de izin vermememiz lazım. Çok dikkatli olmamız lazım, çok dikkatli gözetlememiz lazım, bu verileri iyi toplamamız lazım. Dış politikada bununla ilgili dil kullanırken de ona göre daha hedeflerimize odaklanmış bir dili geliştirmemiz lazım.”
Bu ifadelerden de niyet ve akıbet hususlarında kafaların epey karışık olduğu, ayrıca sürecin Suriye boyutunda AKP-MHP’nin kendine seyirci rolü biçtiği sonucuna varabiliriz.
Fidan’ın umut bağladığı hamle kapasiteleri belirsiz, niyet ve amaç birliği de olmayan, ancak IŞİD’le mücadelede ABD’yi SDG’ye sırtını dönmeye ikna etmesi umulan, her hâl ve kârda henüz emekleme aşamasındaki Türkiye-Irak-Suriye-Ürdün-Lübnan beşli yapısı ise Büyükelçi Barrack’ın Suriye taslağında kendine yer bulmuyor. Ahiren Müslüman Kardeşler’i yasaklayan Ürdün gibi bir ülkeyle AKP iktidarının nasıl iş birliği geliştireceği kendiliğinden izaha muhtaç.
Fidan’ın kendine biçtiği “Erdoğan’a Beyaz Ev’de randevu ayarlama” görevi de “Amerika’nın bölgedeki endişelerinin teker teker bölge ülkeleri tarafından sahiplenildiğini görmesi” ifadesiyle dışa vuruluyor. Fidan için ABD’nin bölgedeki kaygılarının hiyerarşide en yukarıda olduğu anlaşılıyor.
Fidan hem Ukrayna gibi Gazze’den söz ederken de “savaş” terimini tercih ediyor. Oysa ikisi de işgal. İsrail’in Gazze halkını, güvenlik koridorlarıyla dilimlediği bu şeridin beşte birine tıkıştırma harekâtı sürüp gidiyor. Bu harekâta bırakalım Batı’yı, Arap ülkelerinden değil gür, cılız bir itiraz sesi bile duyulmuyor. Gazze’de Hamas’a desteğin de bu koşullarda azalmadığı görülüyor.
Büyükelçi Barrack’ın basite indirgemeci, sonuç odaklı, ticaret zihniyetli yaklaşımında temel eksiklerden biri, bölgede çoğul “İslamcılıklar” olduğu gerçeği. İsrail’in İran nükleer dosyasında askeri seçeneği masada tutması, dayatması ve bu seçeneğin sonuçları da Filistin sorununun 1967 sınırlarında iki devletli çözümü gibi, Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi Barrack’ın kapsama alanı dışında kalıyor.