TBMM aktör olur mu?

12 Mayıs’ta PKK’nın silah bırakacağını açıklaması siyasetin önünü açma potansiyeli taşıyor. Ancak bu şimdilik sadece bir potansiyel. Meclisteki siyasi aktörlerin öncelikleri, kapasiteleri ve TBMM’den beklentileri birbirlerinden farklılaştığı hatta kimi zaman çatıştığı için Meclis’in kısa vadede güçlü bir aktör haline gelmesini beklemek acelecilik olabilir.

Tabii PKK’nın silah bırakmasına dair süreçte de tedirginlikler vardı ama sonuç beklenenin çok üzerinde oldu. Umalım ki Meclis’te de aynısını görebilelim.

Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 Mayıs öncesinde "Bütün engelleri aştık. Bugün yarın PKK silahları bırakacak, örgütü feshedecek. Ondan sonra da yeni bir süreç, hepimiz için yeni bir dönem başlayacak. Siyasete büyük iş düşecek" (8 Mayıs-Habertürk) sözleri aslında bunun işaretini veriyordu. “Siyaset” AK Parti’yi de Cumhur İttifakı’nı da aşan büyük bir tarif. İktidar ya da muhalefet tüm aktörleri kapsayan hatta geniş anlamda meclis dışındaki süreçleri de içeren ifade.

İktidarın son 8 yılının kutuplaşma üzerinden bir yönetim pratiği geliştirdiğini düşünürsek bunun nasıl gerçekleşebileceği ciddi bir soru işareti. Hele de terör gerekçesi ile sert bir ötekileştirme söyleminin tüm tarafların reflekslerini esir aldığı bir ortamda daha da zor.

Erdoğan’ın kastettiği ile ne kadar örtüşüyor tartışılır ama son dönemin oyun kurucu aktörü MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Yeni Yüzyılın Terörsüz Türkiye Stratejisi; Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu” önerisi bir anda TBMM’nin nasıl bir rol oynayabileceğine dair tartışmaları ateşledi.

Behçeli’nin komisyonun yapısından içeriğine kadar önerileri fazla iddialı bulunabilir. Ama MHP liderinin "Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM'de DEM Parti grup toplantısında konuşsun" önerisi de iddialı idi. Öcalan gelip Meclis’te konuşmadı ama o çıkış PKK’nın fesih açıklamasına giden yolu açtı. Dolayısıyla Bahçeli’nin ifadelerini sadece kelime anlamları ile görmeyip siyasetin neler yapabileceğine dair ileri bir çerçeve olarak değerlendirmek daha doğru olabilir. Nitekim komisyon çıkışı AK Parti dahil tüm aktörleri meclisin neler yapıp yapamayacağına dair pozisyon almak durumunda bıraktı.

Erdoğan, Bahçeli’nin meclis komisyonu önerisinde el yükselterek konuyu barışın tesisi için atılacak adımlardan daha yukarıda yeni Anayasa’ya getirdi.

“Artık darbecilerin değil, sivillerin ortaya koyduğu bir anayasaya ihtiyacımız var. Bunun için de AK Parti olarak biz bir çalışma yapıyoruz. Bununla ilgili bazı arkadaşlarımıza görevler de verdik.” diyen Cumhurbaşkanı tartışma zeminini de daha iyi bildiği bir eksene oturttu. “Bütün mesele, acaba Cumhuriyet Halk Partisi de bizlerle ortak, müşterek bir sivil anayasa yapma yolculuğuna çıkar mı? Önemli olan bu.” Eğer tartışma nereye varacağı çok belli olan AK Parti-CHP gerilimine evrilirse konu çok mesafe almadan zamana yayılabilir. Eğer böyle olursa o zaman da daha önce beklediğimiz gibi sürecin sönümlenmesini istemeyen Bahçeli’nin ilave çıkışları ile karşılaşabiliriz.

CHP iktidarla herhangi bir konuda işbirliği yapmamak için yeterince sebebe sahip. Bir yanda 19 Mart ile başlayan süreç CHP’nin önemli bir toplumsal ve siyasal enerji biriktirmesine neden oldu. Bu enerji de temelde iktidarla yaşanan gerilimden besleniyor. İlave olarak mevcut anayasanın bile tam uygulanmadığı bir ortamda yeni anayasa tartışmasının anlamsızlığına dair meşru bir itirazı var CHP’nin.

Diğer yanda ise CHP’nin kazanmak için sandıkta desteğine ihtiyacı olduğu DEM Parti kitlesinin yasal düzenlemelere dair beklentisi duruyor. Buna iktidar ne önerirse önersin Türkiye için getirisine bakmaksızın “hayır” diyen CHP algısının, partiye ülkenin emanet edilebileceği görüşüne verdiği zararı da ekleyebiliriz. Dolayısıyla CHP’nin yine bu ikilemde kendine rasyonel bir çıkış bulması gerekiyor. Zor ama ancak bu dengeyi kurabildiği takdirde CHP toplumsal muhalefetin dinamosu rolünü oynamaya devam edebilir. Yoksa en kolayı itiraz edip kısır muhalefetin konfor alanını tercih etmek.

Tam da burada Erdoğan’ın "Yeni anayasayı kendimiz için değil, ülkemiz için istiyoruz. Benim tekrar seçilme veya tekrar aday olma gibi bir derdim yok.” sözleri önemli. Ancak 2028’e yaklaşıldığında bu söz ne kadar geçerli olur tartışma konusu. Erdoğan’ın yeniden aday olacağını düşünmek için herkesin fazlasıyla makul gerekçesi var. Kaldı ki Bahçeli’nin “Benim tekrar aday olma derdim yok” ifadesi bizim nazarımızda adil ve hakkaniyetli bir hal beyanı değildir. Derdi vatan ve millet olan bir Cumhurbaşkanının yolundan caymaya hakkı yoktur.” diyerek en azından ittifak içinde bu konuda bir tahkimat yaptı.

Erdoğan’ın dediği gibi “Olmaması için hiçbir sebep yok." Ancak bu sözün karşısında değilse de yanında Bahçeli’nin “Barış tek kanatlı kuş değildir…. İkinci kanadın takılarak uçuşun sağlanabilmesi milletimizin tamamının özverisine, özgüvenine, alicenaplığına, metanetine, duasına ve sahiplenmesine bağlıdır.” duruyor.

Mesele iktidarın ikinci kanadın takılabilmesi için nasıl bir performans sergileyeceği. İktidara güven sorunu yaşayanları suçlamak hem demokratik olarak doğru ve meşru değil hem de tedirginlik yaşayanlar haksız değil.