Birkaç gün önce İstanbul Havalimanı’na “yabancı” bir fonun talip olduğunu ve Ankara’dan izin çıkması halinde satılabileceğini yazdım. Güvenilir yabancı kaynaklardan gelen bir bilgiydi ve ilginçti.
Haber yalanlanmadı.
Tam aksine sızıntının kaynağının araştırıldığını da duydum.
Sonrasında Timur Soykan’ın haberi geldi.
İktidara en yakın iş insanlarından ikisinin ellerindeki varlıkları satmalarının istendiğini anlattı Soykan.
Ve dün iki ayrı internet sitesinde T24 ve Paramedya adlı sitelerde çok ama çok ilginç bir haber yer aldı.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Kalyon Grubuna ait bir firmada, güneş panelleri imal eden Kalyon PV’de bir soruşturma başlatmıştı.
Haber detaylıydı.
Aynen şöyle yazmışlardı:
“Bu yıl şubat ayında halka arz edilen Kalyon PV’ye Çin Malı soruşturması başlatıldı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Kalyon Holding bünyesindeki Kalyon PV Güneş Teknolojileri Üretim isimli şirket hakkında ‘güneş enerji panellerinde kullanılacak yerli hücre üretimi için devletten teşvik almasına karşın, piyasaya yerli hücre yerine Çin’den ithal ettiği hücreleri sattığı’ iddiasıyla soruşturma başlattı.
Üretim hattı ile santral sahalarındaki hücreler arasında farklılığın tespiti üzerine başlatılan soruşturma kapsamında Bakanlığa savunma gönderen Kalyon ise, ‘hücrelerin tasarım değişikliği nedeniyle farklı olduğunu’ söyledi ancak tasarım değişikliğine ilişkin üretim kayıtlarını gösteremedi.
Öte yandan enerji piyasalarında şirketin, devletten milyonlarca lira teşvik almasına karşın, Karapınar’daki ilk ihalelerden sonra kazandığı diğer ihalelerde teknik şartnameleri değiştirerek bazı üretim kalemlerini çıkarttığı ve böylece maliyeti düşürdüğü, ancak üretmeyi bıraktığı aynı kalemler üzerinden teşvik almaya devam ettiği ve bu şekilde milyonlarca liralık kamu zararına neden olunduğu da iddia ediliyor.
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı müfettişleri, Kalyon Holding bünyesinde güneş enerjisi panelleri üreten Kalyon PV isimli şirketin fabrikasında denetime gitti. Denetim sırasında, fabrika üretim hattındaki hücre tasarımlarıyla, santral sahalarında kullanılan hücre tasarımlarının birbirinden farklı olduğu anlaşıldı. Yapılan incelemede, şirketin ‘güneş enerji panellerinde bulunan ve FV denilen modüllerde yerli hücre üretimi için devletten teşvik almasına karşın, piyasaya yerli hücre yerine Çin’den ithal ettiği hücreleri sattığı’ şüphesi oluştu.”
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı haberle ilgili herhangi bir açıklama yapmaz ve DMM’den de sert bir yalanlama gelmezken adı geçen şirketten aşağıdaki açıklama geldi:
“Öncelikle belirtmek isteriz ki, Kalyon PV hakkında başlatılmış ya da hâlihazırda yürütülen herhangi bir soruşturma bulunmamaktadır.
Şirketimiz, ilgili mevzuatlar kapsamında bugüne kadar 100’e yakın denetime tabi tutulmuş, bu denetimlerde ilgili yetkililer tarafından talep edilen tüm bilgiler eksiksiz olarak paylaşılmış ve saha kabulleri dahil tüm süreçler sorunsuz şekilde tamamlanmıştır.
Bu bağlamda, halka açık olan şirketimiz hakkında spekülasyona yol açan söz konusu haberin içeriği tamamen gerçek dışı ve asılsızdır. Hem habercilik etik ilkeleri hem de ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde, kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi yönündeki sorumluluğunuz gereği açıklamamızın dikkate alınmasını ve söz konusu haberde gerekli düzeltmelerin ivedilikle yapılmasını önemle rica ederiz.”
Bunun üzerine T24 de haberini kaldırdı.
Haberin yayınlanması, detayları, kaldırılması kadar ilginç olan ise konuyla ilgili “düzeltmenin” ya da “haberin doğrusunun” Kalyon Grubunun sahip olduğu Sabah Gazetesi’nde hiçbir şekilde yer almaması idi.
Benim anladığım, iktidara yakın sermayede bizim anlamakta zorluk çektiğimiz bazı gelişmeler var.
Şimdi dumanı çıkıyor, yakında ateşini de görürüz herhalde.
Polis Okulu faciası ve itirafçı
İBB çalışanı Ertan Yıldız gözaltına alındı, tutuklandı, itirafçı olduğu söylendi, sonra bir daha itirafçı oldu ve en sonunda tahliye edildi.
Ertan Yıldız’ın hangi konularda ne anlattığını, itiraflarının nelerle ilgili olduğunu bilmiyoruz.
Ancak benim aylardır sorduğum ve galiba medyada benden başka kimsenin merak etmediği, hatta siyasette de kimsenin ilgilenmediği bir konu ile ilgili Ertan Yıldız’ın itirafçılığını önemsiyorum. Biliyorsunuz, İstanbul’un göbeğinde Etiler ile Levent arasında üç tane dev kule yükseliyor.
Sanki uzaydan gelmiş işgalciler gibi duran bu üç dev kapkara kule, Etiler Polis Okulu arazisi üzerinde yükseliyor.
Çevresindeki ortalama yükseklik 5 kat civarı olan bir bölgede kat sayısı belirsiz ama yüksekliği 170 metre olan kuleler.
Bu arazi Kadir Topbaş’ın belediye başkanlığı döneminde satılmış, satıştan sonra yapılan imar değişikliği ile sınırsız yükseklik ve emsal artışı yapılmış ve yüz milyonlarca dolarlık bir haksız rant sağlanmıştı.
2019 seçimlerinin ardından göreve gelen İmamoğlu önce bu projeyi durdurmuş, ihaleyi iptal etmiş ancak birkaç yıl sonra şaşırtıcı biçimde belediye ile müteahhitler arasında bir anlaşma sağlanmış ve inşaat başlamıştı.
Ben Ertan Yıldız adını işte ilk o zaman duydum.
Bu heyula ile ilgili pazarlıkları yürüten, anlaşmayı sağlayan kişinin Ertan Yıldız olduğu söylendi o günlerde.
O Ertan Yıldız şimdi itirafçı olduğuna göre belki de bu olayı da aydınlığa kavuşturur diyeceğim.
Ama sanki biraz zor.
Çünkü bu binalar ile ilgili olarak gerek iktidar gerekse muhalefet tarafında bir “omerta” yani mafyanın sessizlik kuralı gibi bir suskunluk var.
İmamoğlu’nun 6 yıl önce kullandığı söylenen telefon bile konuşuluyor ama her ne hikmetse bu binalar hiç ama hiç konuşulmuyor.
Yabancı sermayeyi ürküten çökmeler
AKP’nin önemli isimlerinden, eski Bakan Nihat Zeybekçi yurt dışı yasağıyla yargılanmakta olan TÜSİAD Başkanı’nı ziyareti ile gündeme gelmişti bir süre önce ve “AKP ile Saray arasında bir çatlak mı var” soruları gündeme taşınmıştı.
Aynı Zeybekçi dün de kendisine sorulan bir soru üzerine 19 Mart Operasyonu’nun, yani İmamoğlu’nun tutuklanmasının ekonomi üzerinde olumsuz etkileri olduğunu söyledi.
Öyle ki, neredeyse Ali Babacan gibi konuşarak asıl etkilerin uzun vadede ortaya çıkacağını ama kısa vadede de çok önemli olumsuzluklara neden olduğunu belirtti.
Satırı satırına katıldığım ifadeler.
Tüm bu olayların Türk ekonomisine kısa vadeli etkilerinden çok daha büyük uzun vadeli etkileri var.
Youtube’da daha önce anlattım.
Bir süre önce yurt dışında, yakın zamana kadar Türkiye’yle gayet yakın ilişkileri olan bir ülkenin devlet fonunun yöneticilerinden biriyle aynı masayı paylaştım.
Türkiye’de çok ciddi bir alım yapacakları konusundaki dedikoduları sorduğum zaman “Hiç öyle bir niyetimiz yok. Türkiye’den herhangi bir şey almayı düşünmüyoruz” dedi.
Tonlamasına şaşırdım.
O da bunu fark etti ve gülümseyerek “Türkiye sermaye için güvenli bir alan değil” dedi.
“Niye?” diye sordum.
“Çünkü siyasi yaklaşımlarla kişilerin, şirketlerin mallarına el koyuluyor. Bu yabancı sermaye için çok kabul edilebilir bir durum da değil, anlaşılabilir bir durum da değil” dedi.
“Ama siz Türkiye’deki iktidarla ilişkileri çok iyi olan bir ülkesiniz” dedim.
Güldü.
“Bugün iyiyiz. Peki ya yarın iyi olmazsak ne olacak?” dedi.
“Tahkime gidersiniz” dedim.
“Kendi paramızı kurtarmak için yıllarca sürecek ve milyonlarca dolara mal olacak bir tahkim sürecine niye ihtiyaç duyalım. O ülkeye gitmeyiz olur biter. Yatırım yapılacak başka ülke mi yok zannediyorsunuz” yanıtını verdi.
Mesele tam da bu aslında.
Siyasi olduğu aşikar yargılamalar belki yabancı sermayeyi rahatsız etmiyor olabilir.
Ama hukuksuz ve keyfi kararlarla milletin malına el koymak.
İşte bu bambaşka bir boyut.
Bunun Türkiye’ye maliyeti tahminlerinizin de ötesinde.
Girit’te deprem şaşırtıcı değil
Ege Denizi’nde 6,2 büyüklüğünde bir deprem oldu, Türkiye ve Libya dahil tüm bölge sallandı.
Depremin merkez üssü Girit Adası açıkları.
Ve bazıları hayretler içinde olsa da bu deprem hiç şaşırtıcı değil.
Yıllardır Ege’nin sismik açıdan dünyanın en aktif bölgelerinden biri olduğunu anlatıp duruyoruz Teke Tek Bilim programlarında.
Ama daha önemli bir bilgiyi de paylaşıyoruz.
Girit’te 9 büyüklüğünde bir deprem olabileceğini.
Girit Adası’nın güneyinde Afrika Plakası’nın Ege ya da Avrupa plakasının altına girdiği “Helenik dalma batma zonu” bulunuyor.
Burası Akdeniz’de Napoli Körfezi’ndeki dev volkandan sonra en yüksek risk taşıyan bölge.
Sismik açıdan en tehlikeli bölge.
Hesaplamalara göre burası 9 hatta 9,2’lik bir deprem ve buna bağlı olarak da su altında meydana gelebilecek heyelanlarla ciddi bir tsunami üretme ihtimali olan bir alan.
O yüzden hiç şaşırmayın.
Daha büyüğü de olabilir.
Ama siz yine de içinizi rahatlatmak istiyorsanız gidip Şener Üşümezsoy’a sorabilirsiniz.
Orayla ilgili de mutlaka olumlu bir düşüncesi vardır Şener Hoca’nın.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Bir siyasetçi ve çevresi için en onurlu vedanın seçim kaybederek gitmek olduğunu idrak ettiğimiz zaman.