Adını nasıl koyarsak koyalım, Global satıhta, onun bir parçası olarak Türkiye’de örselenen, bu ikili meşruiyet bütünlüğünün bozulması, dokunun ayrışmasıdır. İlk ayağın öne çıkıp, ikinci ayağın giderek yok sayılması, hatta yokluğunun talebidir.
ister otoriterliğin dirilişi, ister milli devletin yeniden doğuşu diyelim, gerekçe olarak kültür savaşlarına olmadı globalleşmenin sonuçları işaret edelim, şu değişmiyor: Başta liberal-özgürlükçü değerlerin doğduğu ülkeler olmak üzere, global satıhta büyük bir liberal değer ve demokrasi krizi yaşanıyor. Toplumların tepkileri ötekine yöneliyor, kültürel dışlayıcı bir milliyetçilik yükselirken, tırpan liberal değerlere yöneliyor.
Sadece Batı değil sorunlu olan. Dünyanın diğer yakalarında da benzer sonuçlara yol açan bir gelişme yaşanıyor, uzunca bir süredir. Doğrudur, Varşova paktının çökmesinden bu yana, demokrasi istikametinde Doğu Avrupa ülkelerini pek çok başka ülke takip etti. Ne var ki, bu ilerleyişte kabuk değiştiren ülkelerin siyasi dokuları gelenekleri değil bizzat demokrasi oldu.
Örneğin Güneydoğu Asya’da Singapur’dan Malezya’ya, Güney Kore’den, Tayland ve Tayvan’a birçok ülke sandık düzenine geçti. Ancak sandık kurulan bu ülkelerde ve pek çok diğer ülkede, hukuk devleti, azınlık hakları, basın özgürlüğü yerlerde sürünmeye devam etti. Bu ülkeler sandık demokrasilerine, seçimli otoriterlik düzenine dönüştüler.
Demokrasiye ilişkin kabuk değişimi demokrasinin özünü, ruhu yaralayıp, onu demokrasi olmaktan çıkarmaya başladı.
Demokrasileri demokrasi kılan iki temel meşruiyet vardır.
İlki toplumsal meşruiyettir. Kökeninde toplumun iradesi yatar, özgür seçimler ise bunun mekanizmasıdır.
İkinci meşruiyet evrensel değer meşruiyetidir. İnsanoğlunun büyük mücadelelerle, emek ve bedellerle asırlar boyu kazandığı haklar, özgürlükler, onları koruyan hukuk fikri ve düzeni, bu meşruiyetin temelini oluşturur. Toplumsal meşruiyetin, çoğunlukçu ve dayatmacı değil, çoğulcu olmasını sağlayan bu meşruiyettir, ona can veren değer ve ilkelerdir.
Demokrasi onlarsız olmaz. Global satıhta, sorun bu ikili meşruiyet bütünlüğünün bozulması, ikili dokunun ayrışmasıdır. İlk ayağın öne çıkıp, ikinci ayağın giderek yok sayılması, hatta yokluğunun talebidir.
Demokrasi esas olarak bir değer sistemiyse, siyasi anlamda liberaldir.
Bugün ise toplumsal meşruiyet ve toplumsal çoğunluk, çoğunlukçuluk, kimi yerlerde milli devlet vurgulu milliyetçilik, açıktan liberal değerleri hedef alıyor. Liberal olmayan demokrasi veya illiberal demokrasi bu hedef alışın esas manivelası.
Türkiye’de yaşanan otoriter dalga, bu gelişmeden azade değil.
Siyasette, siyasi algı ve bakışta hemen her zaman içe kapalı, sadece kendimizle meşgul bir ülke olduk. Buna karşın iç siyaset dalgalarından siyasi iktidar hallerine, siyaset-devlet ilişkilerinden toplum-siyaset ilişkilerine değin, ülkemizin siyaseti global dalgalarla, dünyanın siyasi iklimiyle yakından ilişkili oldu.
Avrupa’daki, Amerika’daki dip akıntılar çok geçmeden gelip Türkiye’yi de kuşatmadığı bir dönem yoktur.
Bugün de öyle…
AK Parti’nin iki evresini düşünün. İlki, 2000’lerin ilk on yılına, Batı’da, Bush’un varlığına ve politikalarına rağmen, çok-kültürlülük vurgusunun, liberal demokratik ilkelerin önde durduğu bir evreye tekabül ediyordu. Ve Türkiye izlediği politikalarla model ülke ilan ediliyordu.
İkinci evre ise, sistemlerde, toplumlarda, rejimlerde tek kültürlülük arayışlarının, milli egemenlik ve milli devlet vurgularının, yabancı sevmezliğin, aşırı sağın, velhasıl her seviyede otoriter önerilerin öne çıktığı yıllar oldu. Türkiye, Erdoğan’la yeni otoriterliğin, popülizmin taşıyıcılarından birisi haline dönüştü.
Yeni dalga ile Erdoğan’ın derinlerinde bulunan milli-yerli dalga pek güzel kesişti.
Günün ahvali biraz da böyledir.